Vahan Bedelyan 3 Nisan 1990’da vefat ettiği zaman 96 yaşındaydı… Torunu Vahan’ın anımsadığı kadarıyla, ezan okunuyordu…
Bedelyan tek bir topluma ait bir insan değildi – hayatı bize bunu gösteriyordu… O hem Kıbrıslıermeniler’e, hem Kıbrıslıtürkler’e, hem Kıbrıslırumlar’a ait bir insandı – tümü için çalışmış, emek vermiş, bütün hayatını onlara hizmet ederek geçirmişti…
Ne tuhaftır ki, ölümünden sonra gömüldüğü yer de Lefkoşa’da Yeşil Hat üzerinde, kimseciklere ait olmayan ara bölge olacaktı…
Ne kuzeydeydi, ne güneyde – haftada bir kez ancak Pazar günleri, Birleşmiş Milletler’den izinli olarak ziyaret edilebilen Ayios Domedios’ta yani Kermiya bölgesinde, Yeşil Hat üzerindeki Ermeni Mezarlığı’nda, papazlara ve kiliseye hizmet etmiş kişilere ayrılmış bir mezarda sonsuz istirahate kavuşacaktı… Mezarlığın bir yanı “Türk tarafı”, bir yanı “Rum tarafı” ama kendi Ermeniler arasında uzanıp yatacaktı… Bu tam da Vahan Bedelyan’a yakışır bir gömü yeri diye düşünüyorum – herkese eşit mesafede fakat kendi toplumunun içindeydi…
Ermeni Kilisesi, en az 60 yıl boyunca müziğiyle, korolarıyla, besteleriyle Ermeni Kilisesi’ne hizmet etmesinin karşılığı olarak onun papazlara ayrılan bir noktaya gömülmesine karar vermişti.
Tıpkı hayatında olduğu gibi, ölümünde de son derece mütevaziydi – mezar taşında bir kemanla ebedi istirahatini sürdürüyor… O keman ki, hayatını kurtarmış, ailesinin Der Zor çöllerinde telef olmasını engellemiş, Kıbrıs’ta 60 küsur yıl boyunca bu adada yaşayan bütün toplumlara hizmet etmesini, hayatını kazanmasını, büyük saygınlık kazanmasını sağlamıştı…
Yaşamış olduğu ve olabileceği korkuları, travmaları, üzüntüleri kemanıyla aşmaya çalışmış, kendini müziğine vermiş, müziğin düşmanları bile yakınlaştıracağını söyleyerek, mümkün olduğunca çok ve yaygın biçimde, ulaşabileceği herkese müziği sevdirmeye, keman çalmayı öğretmeye, orkestralar oluşturmaya, besteler yapmaya, marşlar yazmaya, eski şiirleri bestelemeye çalışmıştı…
O müzik ki onun hayatta kalmasını sağlamıştı… Kim bilir ne korkunç şeyler görmüştü, belki bu yüzden ömrü boyunca kaybedecek tek bir dakikası bile yoktu – neredeyse son nefesine kadar oradan oraya koşturmuş, o müzik okulu senin, bu ilkokul benim, şu keman dersi senin, bu bando benim diyerek müzikle yeryüzünü güzelleştirmeye çalışmıştı… Kim bilir ne korkunç şeylere tanık olmuştu ki o sihirli kemanını bir daha hiç yanından ayırmamış, sözcüklerle değil ama çaldığı hüzünlü, güzelim melodilerle bunları dile getirmişti – ölüm yanından o kadar yakın geçmişti ki, belki bu bize hayata bu kadar dört elle sarılmış olmasını ancak açıklayabilir…
Mezar taşında bir keman ve notalar ve iki dize vardı:
“Bana ne verdiysen Tanrım,
Şimdi onu sana geri veriyorum…”
Bu iki dize, Bedelyan’ın bestelemiş olduğu bir şirin iki dizesiydi… Torunu Vahan, “Bu her zaman onun hayattaki ilkesiydi: Birşeyler vermek… Her zaman bize açıkladığı gibi, müzik öğretebilmesi, Tanrı’nın ona böyle bir yetenek bahşetmiş olması nedeniyle kendini şanslı hissediyordu ve bunu insanlara aktarabilmeyi, bu yeteneğini paylaşabilmeyi görevi olarak addediyordu… Tanrı’dan aldığı yeteneği, insanlara geri veriyordu… Mezar taşında şöyle yazıyor:
“Burada huzur içinde Vahan Bedelyan yatıyor…
1894-1990
Kantor
Müzisyen
Pedagog…”
“Kantor”un anlamı, kilisede ilahiler söyleyen kişiymiş…