Mezarı “kayıp” bir annenin izinde… (4)

Sevgül Uludağ

1974’te, Dimi-Baf’ta dört yaşındaki kızını kendi bedeniyle korumaya çalışırken bazı Kıbrıslırumlar tarafından vurularak öldürülen Mukaddes Mazhar, geride dört evlat bıraktı… Bu evlatlar, trajedilerin en büyüğünü yaşadılar… Şimdi annelerinin mezarını arıyorlar… Nadire Velettin’i korurken öldürülmüştü annesi Mukaddes… 1974’te annesi üstüne kapaklanmış vaziyette öldürülürken, Nadire henüz dört yaşındaydı ve bileğinden yaralanmıştı – üç hafta süreyle Baf Hastanesi’nde kalmıştı… Abdullah Cangil ise evlatların en büyüğüydü ve henüz altı yaşındaydı 1974’te…

Nadire Velettin ve Abdullah Cangil’le röportajımız şöyle:

SORU: Sonuçta, hep bağınız sürdü yani… Bir kopukluk olmadı…

ABDULLAH CANGİL: Evet, Nadire’yle Mukaddes’i tatillerde dayım getirirdi İngiltere’den, 15-20 gün mü, bir ay mı kalırlardı, her sene mi gelirlerdi, iki senede bir mi gelirlerdi bilmem ama çocuklukta hatırlarım geldiklerini… Bir bağımız vardı her zaman için…

Ama net bir şey vardır burada: Yıllar geçtik sonra dayım onları evladı gibi görmeye başladı, bu sefer endişe başladı, diğer taraf… Bir baba vardır, bir de yeni baba-anne vardır, benim da yeni bir annem vardır, bu film artık televizyonlarda oynandığı gibidir…

Yani sonuçta, bizim annemizin öldüğü günden sonra bizim “hayatımız” başladı – işte o üç kişi bir yerde, bir bomba düştü, üçü birden öldü, beşini birden öldürdüler bir arada, bitti… Onlar ailece katledildi, öldü, bitti… Bizim ondan sonra başladı esas trajedimiz ya da hayatımızın akışının değişmesi… Ülke değiştirdik, anne-baba değiştirdik, yeni anneler, yeni babalar aldık, yani hayatımız zorlaştı… Ama çocuktuk. Büyüdük sonra bunun farkına varmaya başladık hepsimiz…

 

SORU: Evli misin? Çocuğun var mı Abdullah Bey?

ABDULLAH CANGİL: Evliyim, iki tane oğlum var…

 

SORU: Onlara nasıl davranın? Bütün bunlar herhalde çok etkilemiştir seni…

ABDULLAH CANGİL: Mutlaka… Hiç yok demeyik kendilerine da! O nedenle sıkıntı yaşarık!

 

SORU: Çünkü senin yaşadıklarını yaşamasını istemen…

ABDULLAH CANGİL: Hiç kimse yaşamasını istemez çocuklarının, ne çocuğunun, ne başkasının – sadece evlatlarımın değil, kimse yaşamasın… Belki da öğretmenliği seçerken, o yüzden seçtim. Daha çok çocuk, daha çok insan… Bizde işte bile zaman mevhumu, emek mevhumu yoktur öyle – öyle “mesai” kavramı yok bizde… Biz insanlara faydalı olmak için, sorun olduğunda çözmek için çok gayret gösteririk çünkü bilirik ki çocuklardaki her sorunun temelinde ailedir… Çocuk kendi başına, neyin sorumluluğu olacak?

Bunları hiçbir zaman konuşmayık, onu da söyleyim size. Ne ben, ne Nadire konuştuk. Zaman zaman geldi, evlendiğimizde ikimiz da, obir kızkardeşim da ilk geldiğinde hatırlarım, bir kez… Zaten diğer kızkardeşim konuşmaz bunları. Duyar, duyduğu kadar, bildiği kadar yorumlar, kendine göre.

Bir on sene önce bir şey, obir kızkardeşim da geldiğinde bir gün unutmam, Nadire’nin evinde hatta, konuştuyduk… İlk kez o zaman konuştuk belki da… Ne bilirik? Birbirimizle o zaman paylaştık.

Çünkü söyleyim size, küçük yaşlarda geldiğinde, bir tarafta babamdı, bir tarafta da dayımla yengemdi biz da orada oturur yengemle dayım, burada oturur babam… Ya da tam tersi… Neyi konuşacaktık? Nasıl konuşacaktık? Ya da neyi konuşacağımızı bilmezdik ki zaten, neyi konuşacaktık?

Ya da ne yapabilirdik, konuşsak da, 10 yaşında, 12 yaşında?

Ne zaman yollar açıldı, o zaman konuştuk… Nadire benden da fazla olayın içinde oldu, ben çok araştırdım yani… Getirilemeyeceğini bilirim.


Mezarı "kayıp" Mukaddes Mazhar'ın kimlik kartı... Ondan geriye sadece iki fotoğraf kalmış... 

SORU: Bir tek Denktaş’ın annesi getirilebildi bildiğim kadarıyla…

ABDULLAH CANGİL: Denktaş’ın annesinin getirilmesi, haberlerde çıkması, politikada kullanılması, bir sürü şeyler… “Denktaş anasını bile getirdi” demeleri, şu, bu…

Bir da neydi, işin gerçek tarafı? Benim düşüncemdir bu: yeni annemize, Nadire’yle Mukaddes’in yeni anne-babasına kolay değil böyle “İşte gidelim anamızın mezarını bulalım…” Sanki yokmuş gibi, eksikmiş gibi bıraktık da gideceksiniz? Onlar bizi getirmediydi, net olan odur.

Benim babam ve yengemle dayım öncü olmalıydı bizi getirsin, bulalım da yapalım… Nadireler gitti, dolaştı, yerini da bulamadı 2011’de. İlk kapılar açıldığında gittiydim ben, kapıdan içeri bile giremediydik, bildiğin otluk bir alan düşün, orman, öyle düşün mezarlığı… Ben bir kere daha ondan sonra istemedim gideyim yani. Yani bilmediğin bir yerde, neyi arayacan?

Emin olmak istedik…

Nadire’yla konuştuk işte, sizi bulduğunda da…

 

SORU: Bir yeğenimiz yazdı bana, dedi “Böyle bir arkadaşım var Londra’da, arayacak seni…” O da Londralı’ydı ama şimdi burada yaşar…

NADİRE VELETTİN: Ben yazdım kendine, “Sen, Sevgül Hanım’ı nasıl tanın?” Onunla çalıştıydım beraber. Ve sordu bana, “Niçin?” diye da dedim kendine “Benim özel bir durumum vardır, isterim ulaşayım da konuşayım…” da öyle temasa geçtim sizinle… İngilizler’in bir deyişi vardır, “Everything happens for a reason…”, yani “Herşeyin o şekilde olmasında bir neden vardır…” Aynen öyle…

 

SORU: En azından bir adım atmış olduk işte…

NADİRE VELETTİN: Bugün dediğin gibi biraz farklı bakıyorum herşeye… Tek bir yönden bakmıyorum artık…

 

SORU: Bu konularda açık görüşlü olmalıyız…

NADİRE VELETTİN: Evet… Her bir yönünü ele almalıyız…

 

SORU: İngiltere’de öğretmenlik yapıyorum dediydin…

NADİRE VELETTİN: Orada mezun oldum, buraya taşındık, burada yaptım öğretmenlik kaç sene… Dönünca geri İngiltere’ye, gene aynı şekilde…

 

SORU: Yani iki ülkede da yaşan aslında…

NADİRE VELETTİN: Evet, aynen öyle…

 

SORU: Bu çok güzel bir şey… Alsancak’ta mıdır evin?

NADİRE VELETTİN: Yok biz Ayyorgi-Karaoğlanoğlu’ndaydık, çocuklarımız küçükken geldik, onlar büyüdükten sonra, imkanlar daha güzel Londra’da, geri döndük. Üç çocuğumuz vardır. Yaşları 22, 18 ve 15… İki kız, bir oğlan. Sürekli, Kıbrıs, evimizdir… Eşimin adı Raif Velettin, Köfünyeli’dir o…

 

SORU: Son olarak bir şey söylemek ister misin?

NADİRE VELETTİN: Bu işin bir sonuca ulaşmasını istiyorum.

 

SORU: Bu konuda çaba göstereceğiz mutlaka… En zoru doğru yönde ilk adımı atmaktır ve bugün bunu yaptık… Sonra da “karma” birşeylerin olmasını sağlayacaktır…

NADİRE VELETTİN: Ben de buna inanıyorum…

 

SORU: Doğanın ya da “karma”nın bize yardımcı olabilmesi için elbette bizim de çaba göstermemiz gerekir… Kendiliğinden olmaz hiçbir şey… Sizlere çok teşekkür ederim açık yüreklilikle konuştuğunuz için…

NADİRE VELETTİN: Yardımların için biz sana çok teşekkür ederiz…

 

PAZARTESİ DEVAM EDECEK