Dr. Necdet Ünel 2013 Nisan ayında Viyana’da kaybettiğimiz Kıbrıslıtür’klerin tarihinde önemli bir kimlikti. Henüz o ölmeden birkaç yıl önce Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Viyana’ya bir ekip göndermiş ve kendi sesinden yaşamını kaydetmişti. Ben öncelikle böylesine önemli bir kararı alan ve o günlerde oraya gidip onunla bu röportajı yapanlara çok teşekkür ederim. Ancak köklerini bilen ve sahip çıkan toplumlar ve kurumlar var olmayı hak ederler. İşte 58 yıl dimdik ayakta olan Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği böylesine bir gelenekten gelen ve üyesi olmaktan onur duyduğum bir kurumdur. Dr. Necdet Ünel’i 2014 Nisan ayında kaybetmenin ardından biz de Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği olarak onun anısına kendisinin de kuruculuğunu yaptığı Birlik binamızda bir anma töreni düzenlemiştik. O toplantıda alınan bir kararla da bu değerli büyüğümüzün yaşamını kitaplaştırmaya karar vermiştik.
ÜNEL’İN ÇOCUKLARI…
İşte bu ziyaret benim için bu adanın tarihine damga vurmuş bir büyüğümüze yüreğimdeki sevgi, saygı ve vefanın gereği olsa da yayınlanacak kitap için de önemli bir kayıt olacaktı. Öncelikle orada bulunduğum süre içinde bu güzel aile ile beni buluşturmak için çok büyük bir efor sarf eden Emre Ünel’e yürekten teşekkür ederim. Dr. Necdet Ünel’in oğlu Emre Ünel çok istemesine rağmen aramızda olamadı, çünkü o bir pilottu ve o günlerde dünyanın bambaşka yerlerine uçmak gibi bir görevi vardı.
Dr. Necdet Ünel’in kızı İmren, sıcacık sesi ve güzel Türkçesiyle beni aradığı zaman dünyanın neresinde olursa olsun bir Kıbrıslıtürkün samimiyetine yeniden bir kez daha tanık oldum. Kırk yıllık dost gibiydik. O Pazar sabahı anneler günüydü. Bütün anneler için özel ve duygu yüklü... Ben kızımsız bir anneler gününün hüznü ile boğuşurken buluştum onlarla... İmren, kızı Julia, 16 yaşında ve eşi Johanes... Sıcacık bir aile... Viyana’nın meşhur meydanı Stephan Platz’da, St. Stephan katedralinin karşısında çok güzel bir havada muhteşem samimi bir ortamda yemeğimizi yiyoruz. Sohbet öylesine derin ve samimi ki, tadı hâlâ damağımda... Johanes esprileri ile bizi kırıp geçiriyor. Türkçe’de bildiği iki önemli kelime var. ‘’Eşek” ve “maymun’’. Elbette bu kelimeleri ona ince esprilerini çok iyi bildiğim eşinin abisi Emre öğretmiş. Yine de Johann’ın Türkçesi ile uğraşacak durumda değilim… Çünkü ben kolejde beş yıl Almanca okumama rağmen Almancam Johann’ın Türkçesinden daha kötü...
Tadına doyulmaz sohbet, Viyana şnitzeli ve elbette yanında Viyana birasından sonra yola koyuluyoruz. Dr. Necdet Ünel’in ailesi ile uzun yıllardır yaşadığı bölgeye doğru yola çıkıyoruz. Yolda giderken Dr. Ünel’in yıllarca çalıştığı enstitüyü ve hastaneyi görüyoruz. Viyana’da sokaklarda sanki hiç trafik yok gibi... Bisiklet yolları bisikletli dolu. Viyana yüzde 50’si yeşil olan pırıl pırıl bir şehir ve bildiğiniz gibi son iki yıldır “dünyada yaşanabilecek şehirler”in birincisi olarak gösteriliyor. İmren kenar mahallelerin bu kadar temiz olmadığını söylüyor. Lefkoşa’nın halini düşününce yorum yapmak bile istemiyorum.
Necdet Ünel’in birkaç kelime de olsa Türkçe öğrettiği çiçekçiden çiçeklerimizi alıp mezarlığa gidiyoruz. Bakımlı pırıl pırıl, çiçek dolu bir mezarlık. Orada Dr. Necdet Ünel aile mezarında uyuyor. Kendisi ailesi ile birlikte Viyana’da gömülmek istemiş. Ben yine de ruhunun sık sık Kıbrıs’ta dolandığına eminim. Ama eşinin ve
FRİEDERİKE ÜNEL…
Artık Dr. Necdet Ünel’in eşi Friederike’yi ziyaret etme zamanı. Yemyeşil bir bölgeden, ormanların arasından geçiyoruz. “Babam buraya hep yürüyüşe gelirdi” diyor İmren... Tepede duruyoruz. Yeşillikler arasından Viyana’ya bakıyoruz. Necdet Ünel’in ruhu sanki bizimle...
Bizi kapıda karşılayan Friederike, muhteşem güzel ve bakımlı bir kadın. Sıcacık sarılıyoruz. 82 yaşında olduğuna inanamıyorum. Nasıl güzel bir hanımefendi. Friederike, kocasının öldüğü günün ertesi günü düşüp ayağını kırmış. Aradan bir yıl geçmesine rağmen hâlâ osteoporoz nedeniyle acı çekiyor. Ama hiç belli etmiyor. Bir Avusturyalı ‘ya göre Türkçesi çok iyi... Hoş bir aksanla öyle güzel anlatıyor ki kendini... Kıbrıs’ta tam yirmi yılını geçirdi. Hem de bu adanın tarihinin en zor yıllarında... Kıbrıslıtürk bir doktorun ve TMT’nin komutanlarından birinin eşi olarak. Anlatacak, konuşacak ne çok şey var. Onu yormaktan, üzmekten korkarak soruyorum her soruyu...
Muhteşem bir masa hazırlamış bize Friederike... Almanların meşhur Saher turtası, elmalı keki ve peynirli börek İmren’den... İmren kahveleri yapıyor ve masaya oturuyoruz. Friedel mumları yakıyor. “Emre mum olmadan oturmaz” diyor.
Kısa adı “Fridel”, Friederike anlatmaya başlıyor. 1955 yılında Fridel’le Dr. Ünel Viyana Üniversitesi’nde tanışırlar. Dr. Necdet Ünel o günlerde Viyana Üniversitesi’nde Kadın Doğum İhtisası yapmaktadır. Friederike de ameliyathane hemşiresidir. Tanışırlar ama onları esas birleştiren müzik olur. Friederike, konservatuarda müzik eğitimi almakta olan gencecik, güzeller güzeli bir genç kızdır. Eğitim masrafları için de çalışmaktadır. O günlerde iyi bir piyanist olmak için neredeyse günde 5-6 saat piyano çalmaktadır. Dr. Necdet Ünel de aynı konservatuardan viyolonsel dersleri almaya başlar. Müziğin ve aşkın büyüsü onları sarmalına almaya başladığında evlenirler. Necdet Ünel, Kıbrıs’a dönme kararlılığındadır. Ortalık kalkar oturur. Friederike’in ailesi ve arkadaşları karşı çıkarlar. O günlerde Viyana’da insanlar Kıbrıs’ın yerini bile bilmiyorlardı. Fridel eşi ile gitmeye kararlıdır. Çevresine “Başaramazsak geri döneriz” der. Friederike’in tek endişesi Kıbrıs’ta piyano çalamazsadır. Eşi ona Kıbrıs’ta büyük bir piyano alacaklarını ve hep çalacaklarını söyler.
Öyle de olur. Genç çift 1955’te Kıbrıs’a gelir. Friederike değil Kıbrıs’ta piyano çalmak, piyanonun yüzünü bile görmez. Yoğun bir mücadele başlar. Klinik açmak, ev kurmak. Ve elbette hastalar, hastalar... Doktorun, özellikle de uzman doktorun çok az olduğu o günlerde hekimlik yapmak çok kolay olmasa gerek...
Dr. Necdet Ünel, o günlerde yaşamın her alanındaki mücadeleye aktif olarak katılır. Tanıyanlar onun için ‘’Çok cesur, toplumu ve inandıkları için elini taşın altına kolaylıkla koyabilen, emeğini acımayan, o günlere göre çok ileri görüşlü’’ diye bahsederler. Dedim ya mücadele yaşamın her alanındadır. Doktor olmak, Hekimler Birliğinin kurulması, Türk Mukavemet Teşkilatı’nda etkin görev almak, futbol kulübü kurmak, tenis kulübü kurmak ve daha nice toplumsal uğraşlar...
Friederike, Kıbrıs’ın en sıkıntılı günlerinde buradaki günlerini “yalnızdım” diye anlatıyor. Dr. Necdet Ünel, hep klinikteydi ve TMT ile uğraşıyordu. 1963’de yaşanan olaylarda yer gök göçmen kaynarken kliniklerini nasıl göçmenlere açtıklarını, onlara baktıklarını anlatıyor. Günlerce eşinin sağ mı, ölü mü olduğunu bilemeden...
Kıbrıs’ta kurduğu ve hâlâ süren dostlukları anlatıyor. Yürekten hissederek. Ada halkıyla yaşadığı acı tatlı olayları... O günlerde en büyük sorun çocukların eğitimiydi. Çocuklar bazen Viyana’da, bazen Kıbrıs’ta darmadağın bir yaşam...
Ve belki de 1974’de Viyana’ya dönüşlerinin en önemli etkeni de çocukların eğitimiydi.
Anılar, anılar... Kâh gözyaşlarıyla anlatıyor Friederike; kâh eşine duyduğu derin özlemle dalıp gidiyor. Necdet Ünel sanki aramızda. Öyle ya Kıbrıs konuşuluyorsa o mutlaka oradadır. Çünkü onun kalbi ömür boyu hep Kıbrıs’la attı.
ÜNEL’İN MABEDİ…
Ve Dr. Necdet Ünel’in neredeyse Kıbrıs’la yaşadığı odasına giriyoruz. Tam bir mabet. O bu odada hep Kıbrıs kanallarını izlermiş. Necdet Ünel’in TMT plaketleri, TMT andı. Eski Kıbrıs haritası. Kıbrıs’tan hatıralar. Girne Liman fotoğrafları... Gençlik, TMT, Kıbrıs ve yine TMT... Yüreğim burkuluyor, gözlerim doluyor. Friederike bana her parçayı özenle anlatıyor. Avusturya hükümetinin Dr. Necdet Ünel’e verdiği yüksek onur madalyası da çok anlamlı... Bunca Kıbrıs kokusu arasında dayanamayıp soruyorum. “Acaba Kıbrıs’ı bıraktığı için hiç pişman oldu mu Necdet Ünel?“ “Belki orada kalsa Kıbrıs’ta birtakım konular farklı gelişirdi” diyorum ben... Friederike’in gözleri doluyor, İmren dalıyor. Belli ki kendi Kıbrıs’taki çocukluk anılarında dolanıyor. Sonra anlatmaya başlıyor. O ilkokulu Kıbrıs’ta okumuş. Sonrasını Viyana’da... “İlk Viyana’ya geldiğim zaman okulda çok yalnızdım. Okula gitmek dahi istemiyordum. Çok zor günler geçirdim” diyor İmren. “Her Cumartesi saat 12’de nerede olursam olayım tıpkı Kıbrıs’taki gibi bir yerde dimdik dikiliyordum. İstiklal marşı ve Türk andı okunacak gibi hissederdim.” Her Cumartesi saat 12’de okulu kapatırken yapılan bayrak törenini ben de ucundan yetişmiştim.
Ve Friederike biraz da gecikmiş olarak cevap veriyor. “Ben ya da biz onu hiç zorlamadık. Hep yanında olduk. Ona hep Kıbrıs’ta gibiymiş gibi hissettirmeye çalıştık. Ben çocuklarla 1974’de gelmiştim. Çocukların okulu vardı. O Kıbrıs’taydı. Ona hiç ‘gel’ demedim ama ciddi bir mide problemi vardı ve çok yorgundu. Politikadan bıkmıştı. Yeniden okumak istiyordu. Kendi karar verdi ve 1975’de yanımıza geldi.” İmren onaylıyor. “Çok ama çok yorgundu. Tam bir “burn out’ (tükenmişlik sendromu) yaşıyordu. “
ÜNEL’İN VİYANA’YA DÖNÜŞÜ…
Dr. Necdet Ünel 52 yaşında tekrar Viyana’ya döndükten sonra kendini tek kelimeyle mesleğine verdi. Yeniden onkoloji ihtisası yaptı. Viyana hastanesinde ve eşi Friederike ile birlikte özel kliniklerinde çalıştı. Uzun yıllar Kıbrıs Türk halkının Viyana’daki fahri konsolosluğunu yaptı. Kıbrıs’tan gelen giden arkadaşları vardı. Türkiye Büyükelçiliği ile de güzel ilişkileri vardı. Kulağı ve yüreği hep Kıbrıs’ta attı ama dünyaya inanılmaz güzel çocuklar yetiştirerek mutlu bir yuvada hep huzur buldu. Oğlu Emre Ünel, onun için “mezarı Viyana’da ama onun ruhu burada Kıbrıs’ta” der. Ben de bu duyguya yürekten katılıyorum.
Eşi Friederike’nin anlatırken sesi titriyor. Bir yastıkta 60 yıl. Dile kolay. “İçimden bir şeyler çekilir gibi” diyor. “Kıyafetlerini hâl3a kimseye veremiyorum. Sanki her an çıkıp gelecekmiş gibi...”
Bu Kısacık yazıda Dr. Necdet Ünel ve eşinin yaşamından çok kısacık bir bölüm paylaştık. Onun yaşamını kitaplaştırmak; Kıbrıslıtürk yakın tarihine ve hekimlik tarihine katacağımız çok anlamlı bir eser olacaktır. Biz Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği olarak bu konuyu kendimize görev bildik.