Mihalis Kirlitças, olağanüstü bir insandı... Bu sayfalarda onunla yaptığımız geniş röportajı Aralık 2008’de yayımlamıştık...
Mihalis Kirlitças bütün ömrünü barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesine adamış bir insandı... Bir aktivistti, bir sendikacıydı, bir eylem adamıydı... Aynı zamanda bir ressamdı...
Henüz 1989 yılında Larnaka’da bir sergi açmıştı... “Atlılar, Terazi ve Dohni’de öldürülen 229 Kıbrıslıtürk’ün anısına” adını verdiği bu sergide Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamı ile Dohni-Terazi katliamında öldürülenler için yaptığı resimleri sergilemişti. Larnaka Belediyesi bu resimlerden birisini satın alıp belediyenin duvarına astıktan sonra Kirlitças’a saldırılar başlamıştı. Kıbrıs Cumhuriyeti parlamentosunda bu resim tartışma konusu olmuş, bazı aşırı sağcı parlamenterler, Kirlitças’ı “hainlik”le, bir resmini satın alan Larnaka Belediyesi’ni de “Türk propagandasını finanse etmekle” suçlamışlardı.
Mihalis Kirlitças, özellikle Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamını çok geniş biçimde araştırmış, bildiklerini bizlerle bu sayfada yayımlanan röportajında çok ayrıntılı biçimde paylaşmıştı... Bunlar, katliamla ilgili çok değerli bilgilerdi... Kirlitças, 11 Kıbrıslıtürk’ün “Kayıp Otobüs”ünü de çok iyi araştırmıştı – Oroklini’de bir kuyuya gömülen ve Kayıplar Komitesi kazılarında onlardan geride kalanlar bulunup da ailelerine iade edilen bu “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in ailelerinin her yıl anma gününde Oroklini’de çok iyi biçimde karşılanıp ağırlanması için organizatörlerden birisiydi... Hayatını barışa adamıştı, hastalık onu vuruncaya kadar da ömrünü böyle geçirmişti...
İki toplumlu barış gruplarının organizesinde gönüllü olarak aktif yer alan, pek çok afişe imzasını koyan, ünlü Che takvimini hazırlayan Kirlitças’ın pek çok Kıbrıslıtürk arkadaşı da vardı...
Bu olağanüstü insan, bir süreden beridir kanserle boğuşmaktaydı... Pazar günü yaşamını yitirdi... Adamız, olağanüstü bir evladını zamansız yitirdi... Dün cenazesi Oroklini köyünde yapıldı... Kıbrıs’ta barışseverlerin başı sağolsun... Yeri kolay kolay doldurulamayacak bir boşluk bıraktı geride... Nurlar içinde yatsın...
SESONLINE.NET
“O Che Guevara resimlerini çok severdi...”
Ulus IRKAD
Onu 1994 yılında tanımıştım. Mavi gözlü, hafif sarışınca, uzun boylu, hemen görüldüğü anda bir İngiliz’i andıran, yakışıklı, konuştuğunda güzel İngilizcesi ile sizin hemen tipik bir İngiliz olduğunu düşüneceğiniz bir görünüşü vardı. Ama o aslında bir Kıbrıslırumdu. 1930’lu yıllarda babası sendikacı olduğu için, Kıbrıs Komünist Partisi de çeşitli baskılarla karşılaşınca, adadan ayrılıp İngiltere’ye ailece göçmüşlerdi. O, 1940’lı yıllarda İngiltere’de doğmasına rağmen Kıbrıs’la temasını bırakmamış, 1960’lı yıllardan sonra devamlı Kıbrıs’a gelerek yaz tatillerini hep Kıbrıs’ta geçirmişti. Mavi gözleri, uzunca boyu ve güzel akıcı İngilizcesi’ne rağmen kendini tipik bir Kıbrıslı sayardı. AKEL Komünist Partisi tüm yanlışlarına rağmen onun için vazgeçilmezdi. Milliyetçi Enosis ülküsüne de mecburen sırf milliyetçiler partiyi yıpratmasınlar diye sırf kamuflaj diye başvurulduğunu,oysa partinin asıl yöneliminin Sosyalizm olduğunu söylüyordu. Partinin bu yönünü onaylamasa bile gene de partiye ihtiyaç olduğunu, Kıbrısrum çalışanlarının resmi ve haklarını tek koruyan siyasal organın AKEL olduğunu savunurdu. Ama gene de Enosis konusunda yanlışlar yapıldığını kabul ederdi. Tanıştığımızda altmış yaşlarına yaklaşmıştı ama gençler gibi aktif olması ve görünüşüyle benim akranım gösteriyordu. Bu arada arada sırada ilk tanışmamızda yaşının kaç olduğunu sormuş ama tahmin edemediğim için bana teşekkür de etmişti. Yaşı artık altmışlara merdiven dayamıştı ve Larnaka’daki Amerikan Akademi’deki öğretmenliğinden de mecburen ayrılması gerekeceğini söylüyordu birkaç yıl sonra.
LEDRA PALACE’DAN GEÇİŞLER ENGELLENİYORDU
İlk defa onunla Ledra Palace’da karşılaşmıştım. Aslında bizim için o dönemler Ledra Palace’dan geçip Güney’e gitmek ve orada temaslar yapmak ulaşamayacağımız bir erekti. Kuzey’deki rejim ve liderlik iki halkın temasta bulunmasını değil ayrılmasını istiyordu. Taksim için temasların olmamasını savunuyordu. Dışişleri azınlıklar Dairesi’nden izin alıp barikattan geçmek bir olaydı ama bunun yanında diyelim ki izin alsanız ve barikata gitseniz bile ansızın geriye dönmek de vardı işin içinde. Size de işkence olsun diye hüsran yaşatılırdı. Yüzlerce defa müracaatta bulunmak ve son dakika keyfi bir kararla barikattan geriye dönmeniz de olasıydı ve düşünün siz, bir saatlik bir yol katederek belki de o günkü işgününüzü de harcayarak oraya gelmiştiniz ki ansızın geçecek ümidi ile tekrar karamsarlık ve öfke içinde de geriye dönmeniz mümkündü. Kaç defa barikatlardan geriye dönmüş, kaç defa binbir aşağılama ve oradaki resmi görevlilerin öfkesiyle karşılaşmıştık. Ben o dönemler sendikacıydım . Güney’deki sendikalarla bir temas kurmaya çalıştığımız için aynı zamanda birkaç kez bu gibi davranışlarla karşılaşıyordum. Bunun yanında Kıbrıstürk Karikatürcüler Birliği’nin de dışişleri sorumlusu olduğumdan ötürü Güney’le o dönemlerde teması sağlayan da bendim ve bu gibi engeller oldukça rutin geliyordu bizlere. İşte 1994 yılında makalemin başında da belirttiğim bu arkadaşımla bu olgular içinde karşılaşmıştım.
ÖĞRETMENLERİ ÖRGÜTLÜYORUZ
Kuzey Kıbrıs’taki resmi otoriteler Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürklerin doğrudan temasını onaylamadıkları için Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Fulbright gibi kuruluşlar her iki taraftaki öğretmen kesimlerinin biraraya gelmeleri ve tanışmalarını sağlamak için resmi otoritelerden yardım talep ettiklerinde bu kuruluşlara “hayır” denemiyordu. Dolayısıyla sendikaların kısıtlı temasları yanında bu şekilde kişilerin biraraya gelmesi olanağı böyle sağlanıyordu. Michael’ı işte bu ilk karşılaşmada tanımıştım. Atölye çalışmalarında da öne çıkıyor ve kusursuz İngilizcesi ile liderliği ele alıp Kıbrıslıtürklerle teması o sağlıyordu. O atölye çalışmalarında Arguro, Yolanda gibi hanım arkadaşları da tanıyacaktım onunla birlikte. Bir an önce temasları sağlama ve Kıbrıslıtürk vatandaşlarıyla haşır neşir olmayı istiyorlardı. Michael bir ressamdı ve bir an önce de Kıbrıslıtürk sanatçılarla ortak bir resim sergisinde buluşmak istiyordu. Hepsinin de o kısıtlı imkanlarda isteği oldu. Hepsiyle ortak etkinliklerde birlikte olduk. Tabi bu arada Nicos Anastasiou arkadaşla da ortaklaşa bu etkinlikleri hızlandırdık. İlk projemiz Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum çocuklar arasında mektuplaşmayı sağlamaktı. Aradaki posta Daireleri bu aracılığı sağlamadığı için elimize geçen çocukların mektuplarını biz postacılar gibi çalışarak yerine getirmekte, hafta sonları karşılaştığımız Ledra Palace’da mektup iadelerini yapmaktaydık. Güney’de mektuplaşmalar dolayısıyla aynen bizlerin karşılaştığımız tehditler gibi hanım arkadaşların da benzer sorunları belirmeye başlamış ve bu Kıbrıslırum hanım arkadaşlarımız Güney’deki faşistler tarafından tehdit edilmeye başlamışlardı. Yolanda, Nicos, Arguro ve Michael’le 1997 yılında Güney’le Kuzey’deki karşılıklı ziyaretleri gerçekleştirmiştik. Daha sonra da Michael’in istediği Resim Sergisini yaptık ama ne gibi zorluklarla karşılaştığımı burada sizlere anlatamam. Bayağı zor olmuştu; çünkü S300 sorunu kapıya dayanınca bizim taraftaki bir ressam sergiye katılmaktan vazgeçmişti. Bir sorun ortaya çıkarsa resimlerinin Güney’de kalacağından korkmuştu. Sergi için göndereceğimiz resimler de onun stüdyosundan olduğu için tam sergi aşamasında büyük bir darbe yemiştik. Ben deniz, Mağusa’da, onun stüdyosundan ayrı çalışan ressamları gezerek, resimlerini toplayarak, Güney’e de binbir tehlike altında bu resimleri göndermiştim. Yakalandığım anda çeşitli suçlama ve cezalarla karşılaşacağım açıktı. O zamanlar bu gibi etkinlikler Kuzey’deki rejim tarafından cezayla karşılaşabilirdi ki bunu da başarıyla geçiştirmiştik. Daha sonra Ledra Palace Barikatı kapatıldığı için bizler Pile köyüne geçmiş ve orada bayağı büyük etkinlikleri düzenlemiştik.
MİCHAEL’İN PİLE’DEKİ KATKILARI
Nicos, Michael, Lambros (Pile’de bize katılan sendikacı arkadaşımız), Sodos (O da Pile’de bize katılmıştı) ve ben orada da boş durmamış ve gene ortak etkinliklere hatta onbinlerce Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk’ün katılacağı festivallere imza atacaktık. Barikatlardaki kısıtlamalar en doruk noktasına gelse bile, bu arada orada bir Dostluk Evi açılması, üç dilli “HADE” adlı bir derginin çıkarılması, hatta gençler ve çocuklar arasında atölye çalışmalarında barışın vurgulanması için birçok ortak etkinliklere devam ettik.
Konferanslar da düzenledik , bu konferanslarda Kıbrıs olaylarında tüm ölenler için saygı duruşunu gerçekleştirdik. O konuda da ben bayağı tehditlerle ve cezalarla karşılaştım. Haftalarca Kuzey’deki Ulusal Halk Hareketi (UHH) adlı kuruluş bana televizyon ve radyolardan saldırılarda bulundu. Ölümle tehdit edildim. Kardeşimin arabası bombalandı. Peşimde elli tane sivil polisin dolaşması pahasına oluyordu bunlar. Hele hele bazen Pile Barikatı’nda tutuklamalar ve alıkonulmaları da burada yazmayacağım. Benim senelerce bu gibi etkinliklerden dolayı hedef gösterilmem, ağır cezada yargılanmam, aleyhimde yapılan kampanyaları da burada yazsam herhalde makale uzar gider. Ama 2003’te ansızın bu kadar uğraştan sonra barikatlar açıldı. Michael’le ve arkadaşlarla daha da sık görüşmeye başladık. Sonra referendum olayı çıkageldi. İlişkiler ve etkinlikler dondu gitti... Lambros bir aralık hasta oldu, onu nadir görüyorduk artık. Michael’le devamlı görüştüm. Evindeki stüdyoya çok gittim. O bir Che Guevara hastası ressamdı, Che’nin çeşitli yönlerden birçok portresini de yapmıştı Michael. 2004 yılında babam öldüğünde de ta yanımdaydı. Hatta onu gömerken de yanımda bulunuyordu. Bir aralık Hoca’nın arkasında el açmış dua ederken görmüştüm onu ( Hem ideolojik olarak hem de Kıbrıslırum olduğu için müslümanlar gibi dua etmesinin zor olacağını düşünmüştüm). “Bunu yapmaya mecbur değilsin ki..” dedim. Ağzımı kapattı.”O sadece senin değil benim de babamdı” dedi.Sonra onu uzun bir müddet görmedim. Bir aralık İstanbul’da da sergilere katıldığını duydum. Hayat uğraşı, referandum sonrası donan ilişki ve temaslar...Sonra bir müddet önce onun hasta olduğunu duydum. Beyninde tümör vardı ve ölecekti Michael. Beni muhakkak görmek istiyordu son defa... Annemle birkaç ay önce ziyaretine gitmiştik. Memnun olmuştu. Dün bir arkadaşım aradı Güney’den. Öldüğünü haber verdi...Yaklaşık 17 yıllık arkadaşımdı. Birlikte birçok etkinlik gerçekleştirmiş ve barışa katkıda bulunmuştuk. 17 senede yaptıklarımızı ise politikacılar iki saniyede ortadan kaldırmışlardı. 17 senede geldiğimiz yolda elde ettiğimiz barikatların açılması olayı da büyük bir olaydı. Ama yapılanların geriye döndürülmesi ve temasların donması onu oldukça etkilemişti. Adı Michael Kirliççay'dı... Che Guevara resimlerini severdi. Sosyalist ve Komünistti... Che’nin resimlerini çizer ve boyardı. Mavi gözleri, uzun boyu, hafif sarışın görünüşüyle bir İngiliz’i andırırdı. O arkadaşımdı... Bugün (Pazar) öldüğünü haber aldım. Hayatın bir cilvesiydi bu da. Barışın adına, ülkemizin adına ona hoşçakal diyorum. Yeri doldurulamaz. Çok büyük bir kayıp. Kıbrıs adına...
Hoşçakal arkadaşım, hoşçakal sana...Anısı önünde saygıyla eğiliyorum...
(SESONLINE.NET – Ulus IRKAD – 24.10.2011)
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos’la röportajımızı yarın yayımlayacağız