Dün gece yarısı itibarıyla Birleşik Krallık Avrupa Birliğinden resmen ayrıldı. Ülkede derin siyasal çalkantılara ve büyük fırtınalara yol açan referandumun ardından tam üç yıl süren çetin müzakereler sonucunda Londra nihayet Brüksel’e veda etti.
Eski başbakanlardan David Camoron’un adeta bir blöf ve siyasi bahis konusu olarak ortaya attığı AB’den ayrılma fikri, popülist politikacıların gayretiyle hayata geçirildi ve Birleşik Krallık bilinmez denizlere sürüklenmeye başladı.
AB ile imzalanan Brexit anlaşmasının onaylandığı son Avrupa Parlamentosu genel kurul toplantısında çok ilginç anlar yaşandı.
Yasak olmasına rağmen oturuma bayraklarıyla gelen Brexitçiler, adeta bayram havası estiriyorlardı. Brexit’in mimarlarından popülist Nigel Farage, parlamentoya seslendiği son konuşmasında inanılmaz sözler sarf etti, popülizme övgüler dizdi ve popülist olmakla övündü. Günümüzde “popülizmin son derece popüler olduğunu” söyleyen Farage, popülizmin globalleşmeye karşı etkili bir silah olduğunu iddia etti ve Avrupa Birliği’ni yerden yere vurdu. Brüksel’in, ulusların bağımsızlığına saygı duymadığını ve egemenliklerini çiğnediğini ileri süren Farage, Büyük Britanya’nın milli egemenliğini geri kazandığını iddia etti.
Bağımsızlık savaşını kazanan muzaffer bir komutan edasıyla konuşan Farage, Avrupa Birliği’nin ortak bir pazar, bir tür gümrük birliği olmasını istediklerini ama Birliğin zaman içinde siyasal birliğe doğru adım attığını vurgulayarak, bunun üye ülkelerin bağımsızlık ve egemenliğine son verdiğini ileri sürdü.
Narsis kişiliğiyle de tanına Farage, “bizi çok arayacaksınız ama biz buraya asla dönmeyeceğiz” deyince, salondan yuhalamalar yükseldi.
İlginçtir, başka ülkelerden gelen ve Avrupa Birliğine karşı olan aşırı sağcı parlamenterler de Brexitçileri ayakta alkışladılar ve birliğin bir an önce dağılmasını dilediklerini söylediler.
Sevinenlerin başında Trump’ın geldiğini bilmem söylemeye gerek var mı. Farage ve Boris Johnson ile yakın dost olan ve onlar gibi narsis bir kişiliğe sahip olan Trump’ın da AB’nin dağılması için can attığı bilinen bir gerçektir.
Açıkçası, AB karşıtı sağ/aşırı sağ, adeta ortak bir cephede buluştular. Bir yandan globalleşmeye karşı olduğunu ileri süren ama öte yandan da globalleşmeden daha büyük pay alabilmek için neo-liberal politikaları benimseyen bu kesimlerin bir tür “bilinç yarılması” yaşadığını söyleyebiliriz. Hem serbest piyasa ekonomisine inanıyor, piyasaya boyun eğiyorlar, hem de “milli” olanın elden gittiğini haykırarak panik içinde milliyetçilik yapıyorlar.
Maalesef bu durum, günümüzde popülist sağ elitlerin alameti farikası haline geldi...
Parlamento başkanı David Sassoli ile Komisyon başkanı Ursula von der Leyen ise yaptıkları konuşmalarda Britanyalılara bugüne kadar yapılan işbirliği için teşekkür ettiler ve gelecekte de farklı düzeylerde işbirliğinin devamını arzu ettiklerini belirttiler.
Gelgelelim Brexitçiler, bu kibar konuşmalara karşı da kaba tepkiler verdiler ve bayraklarını sallayarak AB’yi küçümseyen sözler sarf ettiler.
Bu arada, Birleşik Krallığın AB’den ayrılmasına karşı olan bazı İşçi Partili milletvekilleri, İskoçyalılar ve Kuzey İrlandalılar gözyaşlarına boğuldular. Söz alan bazı İskoçya milletvekilleri AB’de kalmak istediklerini, bu yüzden de bir an önce Birleşik Krallıktan ayrılmak için referanduma gideceklerini dile getirdiler. Kuzey İrlandalılar ise artık İrlanda adasının bütünleşme zamanının geldiğini ve İrlanda adasının gelecekte bir bütün olarak AB’de de yer alacağını ifade ettiler.
Kuşkusuz, bunlar kolay yapılacak işler değildir. Ne İskoçya’nın yeni bir referanduma gitmesi, ne de İrlanda’nın birleşmesi yarın olacak şeyler değildir.
Ne var ki şu da bir gerçektir ki, AB’den ayrılan Birleşik Krallığını daha ne kadar birleşik kalacağı meçhuldür...