“Milliyetçiliğin “ahlâksızlaştırıcı” etkisi…”

Sevgül Uludağ

Dimostenis Yağcıoğlu

Ailesiyle, dostlarıyla ve komşularıyla ilişkilerinde dürüst, sevecen, yardımsever olan çoğu kişinin, milliyetçiliğin işe karıştığı konularda ve alanlarda nasıl çelişkili, yüzsüz, yalancı ve şiddet taraftarı olabildiğini hep üzüntüyle gözlemlemişimdir. Bu yazımda milliyetçiliğin -- şu ve ya bu milliyetçiliğin değil, her milliyetçiliğin -- işte bu “ahlâksızlaştırıcı” diyebileceğim etkisine dikkat çekmeye çalışacağım.

Aslında aynı özellik başka “bizci” fikir sistemlerinde de görülebilir. Büyük ve küçük her grupta (aile, cemaat, spor kulübü camiası, vs.), o grubu “dışarıya” karşı, “ötekilere” karşı korumak ve güçlendirmek amacıyla üyelerde “bizci” fikirler gelişebilir. Fakat milliyetçilik, günümüzde “bizci” fikir sistemlerinin en sistemli ve en baskın olanı olduğu için, “ahlâksızlaştırıcı” olan bu özellik çok daha belirgindir. Milliyetçiysen, kendi milletinin diğer her milletten daha değerli ve daha önemli olduğunu düşünürsün.

Bu, dolaylı olarak, seni de başka milletlere mensup insanlardan daha değerli ve daha önemli yapar. Milliyetçi zihniyet, her milletin çıkarları olduğunu varsayar. Bu çıkarları kim belirler? Genellikle liderler (politikacılar, sivil ve askeri bürokratlar) belirlerler ve eğitimle, medyayla halka benimsetirler.

Eğer kendi milletin daha önemliyse, kendi milletinin çıkarları, başka milletlerin çıkarlarından daha önemlidir. O nedenle bu çıkarları, başka milletlerin çıkarlarıyla (ki zaten onlar da milliyetçi liderler tarafından belirlenmiştir) çakışacak veya çelişecek şekilde tespit edebilirsin. Ve bunu yaparken de ne adalet anlayışını incitirsin, ne de vicdanın sızlar. Bu durumda, ister-istemez milletler arasında çıkar çatışması olacaktır. Milliyetçiysen, kendi milletinin çıkarlarını korumak ve kollaman gerekir. Ve bunu, gerektiğinde, ancak başka milletlerin çıkarlarına zarar vererek yapabileceğine inanırsın. Uzlaşmak, karşılıklı tavizler vererek anlaşmak, hiç hoşuna gidecek alternatifler değildir. Eğer kendi milletin senin için en fazla değer verdiğin şeylerden biriyse, onun kollamak, onun çıkarlarını taviz vermeden korumak ve savunmak da senin için en önemli şeylerden biri olur.

Bu çok önemli vazifeyi îfa ederken, normalde ahlâken yanlış olduğunu bildiğin önce bazı küçük şeyleri, sonra bazı büyük şeyleri yapmak durumunda kalırsın. Eğer kendi milletinden bazı kişiler bu yanlış şeyleri yaparken sana karşı çıkarlarsa, bunu, milletine, dolayısıyla da sana, zararlı bir hareket olarak görür ve o insanların muhtemelen kötü niyetli, başka milletlerin çıkarlarına hizmet eden insanlar olduğunu düşünürsün.
Yani onların “hain” olduklarından kuşkulanırsın. Önce kendi milletinin haklılığını göstermek, pozisyonunu güçlendirmek, çıkarlarını savunmak için, küçük abartmalar yaparsın, sonra aşırı genellemelerde bulunursun, sonra küçük yalanlar söylersin, sonra büyük yalanlar söylersin, sonra bazı insanları tehdit edersin, bazı insanları kandırır ve kullanırsın, sonra hırsızlık yaparsın, sonra.... Sonra iş işkenceye, adam öldürmeye, vahşete, katliama kadar gider! Bunları kendin yapmazsın genellikle, ama bu tür insanlık dışı eylemleri savunursun, haklı ve gerekli görür, haklı ve gerekli göstermeye çalışırısın.

Yani.... Milliyetçiysen, gittikçe ahlâksızlaşır, hatta insanî değerlerini yitirirsin. Ne kadar milliyetçiysen, o kadar ahlâksızlaşır, o kadar gayri insanîleşirsin.

Milliyetçiliğin bu ahlâksızlaştırıcı etkisinin kurbanları arasında, bir ülkede, dominant millete mensup sayılmayan ve/veya mensup olmak istemeyen etnik, dinî ve kültürel azınlıklar bulunur. Milli çıkarlara zarar verebileceklerinden şüphelenilen bu azınlıkların özgürce ve insanca yaşamalarına engeller konur ve bu engeller dominant milletin milliyetçileri tarafından kolaylıkla savunulur. Milliyetçiler, kendi ülkelerindeki azınlıklara konan engelleri desteklerken, başka ve bilhassa “düşman” veya “rakip” olarak algıladıkları ülkelerdeki azınlıkların haklarının korunması konusunda çok hassas davranırlar. Hele oralardaki azınlıkları “soydaş” kabul ediyorlarsa... Ama bu azınlıklara yardım etmeye karar verirlerse bile, bunu “davamıza katkısı olur” düşüncesiyle (yani “milli çıkarlara hizmet eder” anlayışıyla) yaparlar. Yani onları kullanmak isterler. Sorunlarını kullanmak isterler. Üstelik bu insanları kullanırken, abartılara ve yalanlara başvurdukları için, onlara yarar yerine zarar bile verebilirler.

Peki, milliyetçiliğin bu zararlı etkisiyle nasıl baş edilebilir? En başta söylemek gerekir ki, bu etkiyle mücadelede, milliyetçiliğin, milliyetçi fikir ve duyguların ifadesine getirilecek yasaklamalar ve engellemeler etkili ve başarılı olamaz. Üstelik bu tür yasaklar başka türlü adaletsizliklere ve şiddete neden olabilir. İsteyen etnik kimliğini, isteyen milli kimliğini rahatlıkla ilân edebilmeli, onu korumak ve geliştirmek için başkalarının haklarını ve özgürlüklerini sınırlamayacak şekilde faaliyette bulunabilmeli. Aynı milli veya etnik kimliğe sahip insanlar, isterlerse o kimliğin adını taşıyan dernekler kurabilmeli. Milli kimliği vurgulamak gerçi milliyetçiliği güçlendirebilir; milliyetçilik de, bu yazımda göstermeye çalıştığım gibi, ahlâksızlığa sebep olabilir. Ama milli kimliklerini vurgulamak isteyenler zaten milliyetçilikten etkilenmiş kişilerdir. Özgürlüklerinin kısıtlanması onları sadece daha öfkeli ve daha koyu milliyetçi yapar. Milliyetçilik, insanın vicdanına, adalet duygusuna ve beynine hitap eden alternatif fikirleri geliştirip, yaymak ve sevdirmekle zayıflayabilir. Bu fikirler her insanın Tanrı tarafından yaratıldığını ve Tanrı’nın insanları birbirleriyle tanışmaları ve anlaşmaları için farklı kabileler, gruplar halinde yarattığını söyleyen dini felsefelere de dayanabilir, her insanın eşit değere ve eşit haklara sahip olduğunu söyleyen hümanist düşünceye de. Milli çıkar denen şeyin aslında bireylerin kendi çıkarlarına ne derece zarar verdiği gösterilerek, insanların bu kavrama daha rasyonel bakmaları da sağlanabilir. Şimdiki şartlar altında ütopik olduğunun bilincindeyim ama şuna kesinlikle inanıyorum: Milliyetçiliğin gerilediği ve insanî değerlerin yanı sıra çokkültürlülüğe, çokkimlikliliğe saygının da baskın olduğu bir dünya, şimdikinden daha ahlâklı ve dolayısıyla daha barışçıl ve daha mutlu bir dünya olacaktır.


(AZINLIKÇA – Dimostenis YAĞCIOĞLU – Sayı 52 – Kasım 2009)