Son günlerde bazıları, üniversiteden mecburi emekliliğe çıkarılmamla igili açıklamalarımın barış arayışlarına zarar verdiğini ileri sürüyor ve bir “yasanın gereğinin yapıldığını”, bunun bir “hukuk sorunu” olduğunu söylüyor ve benim bunu siyasi bir sorun haline getirmemi doğru bulmadıklarını belirtiyorlar.
Konuya açıklık getirmek için önce hangi yasadan ve hangi uygulayıcılardan söz edildiğine bakalım.
“Yasa yasadır” diyenlere, bazen en büyük haksızlıkların yasalarla yapıldığını hatırlatıp söz konusu yasanın kabul edilmez ve anakronist olduğunu söylemek isterim.
Yasama kurumu doğru dürüst iş yaparak yasayı değiştireceğine, bunu siyasi amaçlarla kullanmaya yeltendi.
Çok açıktır ki, “Avrupa Parlementosu Üyelerini Seçmeye Dair Kanun (2004), AB üyesi bir devletin koşullarına göre düzenleneceğine, 1960 Anayasası’nın bir maddesi “kopyala yapıştır” usulüyle günümüze taşındı.
Yasa, hem eşitlik hem de orantısallık ilkelerini çiğniyor. Özel üniversitelerde çalışan akademisyenlere tanıdığı hakları devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlere tanımıyor.
Avrupa Birliği yurttaşları arasında da eşitlik ilkesini çiğniyor.
Diğer AB üyesi devletlerde akademisyenler hem üniversitelerdeki pozisyonlarını koruyup hem de Avrupa Parlamentosu Üyesi olabilirlerken, Kıbrıs yurttaşları bu haktan mahrum bırakılıyor.
Şimdi de yasanın uygulayıcılarına bakalım.
Kıbrıs Üniversitesi bana beş yıllık ödeneksiz izin verdiğinde ilk tepki Sayıştay’dan ve bazı politikacılardan geldi. Yasanın tutar tarafı olmadığını bildikleri halde üniversiteye yüklendiler. Üniversite, Senato’nun oy birliği ile bana verdiği ödeneksiz izni savundu ve geri adım atmadı. Bunun üzerine Sayıştay, Senato üyeleri hakkında ayrı ayrı cezai soruşturma açılmasını talep etmeye başladı. Oysa ödeneksiz izin aldığım için kamuya hiçbir ekonomik külfet yüklemiyordum.
Bu arada Andreas Themistekleos devreye girdi. ELAM’dan milletvekili seçilen ama ELAM için bile fazla fanatik bulunduğu için partiden atılan bir kişiden bahsediyoruz.
Themistekleos konuyu parlamentonun kurumlar komitesine taşıdı ve kendisi gibi düşünen milletvekilleri ile birlikte, Senato’yu ve Rektörlüğü üniversitenin bütçesini bloke etmekle tehdit ettiler. “Ya bu adamı emekliye sevk edersiniz, ya da size para yok!” dediler.
Yani olay, bazılarının zanettiği gibi “masumane” bir yasa uygulaması değildir.
Ayrıca şunu bir kez daha belirteyim: Üniversiteye seçildiğim günden beri (1995) benim “Anti-Helen” olduğumu ve “Kıbrıslılık bilinci” geliştirdiğimi ileri süren milliyettçiler 90’lı yıllar boyunca beni üniversiteden atmak için çok uğraşıp durdular. Meraklıları ayrıntıları Ulus Kaçağı adlı kitabımdan okuyabilir.
Bugün beni “emekliye sevk etmeye” hevesli olanlar ya aynı kişilerdir veya onların ideolojik akrabadırlar. Ortak özellikleri milliyetçi olmaları ve Kıbrıslı Türklerle güç paylaşımına karşı çıkmalarıdır.
Bir noktanın daha altını çizmek istiyorum: Ben açıklamalarıma da Kıbrıslı Rumları değil, Kıbrıs Rum milliyetçilerini eleştirdim. “Ayrılıkçı Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ı bölmekle uğraştıkları gibi, Kıbrıs Rum milliyetçileri de ülkemizin bölünmüşlüğünü derinleştiriyor” dedim.
Sadece üniversite konusunda değil, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde de milliyetçi Türkler gibi milliyetçi Rumların da yaşadığı infial ve yaptıkları asılsız iftiralar hafızlarda bütün canlılığını koruyor.
Benim eleştirilerim onlaradır.
Bazıları maalesef, benim Kıbrıs Rum milliyetçilerine yaptığım eleştirileri Kıbrıslı Rumlara yapmışım gibi göstermek istiyor.
Gerek 27 yıl önce üniversiteye başladığımda, gerekse AP seçimlerinde, gerekse de bugünkü üniversite sorununda beni destekleyen pek çok Kıbrıslı Rum vardır. Nitekim açıklamalarımda üniversiteme ve rektörüne desteklerinden ötürü teşekkür ettim.
Ben, Kıbrıs’ın güneyinde Kıbrıs Rum toplumunun barış yanlısı demokratlarıyla birlikte davranıyorum ve milliyetçilere karşı çözüm güçleriyle birlikte mücadele ediyorum.
Adanın kuzeyinde de benzer bir tavır içindeyim.
Çünkü milliyetçiliğin her türlüsünü reddediyorum!
Bir toplumun milliyetçilerini eleştirdiğiniz zaman diğer toplumun milliyetçilerinin bundan yararlanma yoluna gittiğini elbette biliyorum. Bu tecrübeyle sabittir!
Fakat benim onca yıllık deneyimim şunu göstermiştir ki, barış düşmanlarını geriletmek sadece bir toplumdaki milliyetçi eğilimleri ve tutumları kınamakla değil, iki toplumun milliyetçilerine aynı kararlılıkla karşı çıkmakla mümkündür.
Ayrıca, empati duygusunu iki topluma da yaymak önemlidir. Fakat bunu yaparken her ötekinin melek olmadığını hesaba katarak ötekine anlayış ve hoşgörü gösterirken adalet ile adaletsizlik arasında ayırım yapma yetimizi yitirmemeye dikkat etmeliyiz.
Milliyetçilik ve milliyetçiler konusunda bu kadar laf etmişken, tarihsel olarak değil ama günümüz Kıbrıs’ın da bu kavramların ne anlama geldiğine değinmek şart oldu.
Kanımca, 1974 sonrası Kıbrıs’ın da milliyetçi Kıbrıslı Türk, Türkiye’nin Garanti Antlaşmasını çiğneyerek adayı bölmesini haklı ve meşru gören, mevcut statüyü sürdürmek isteyen, adanın kuzeyinden kovulan ve malları gasp edilen Kıbrıslı Rumlara karşı empati beslemeyen veya iki ayrı devlet hayali peşinde koşan kişidir.
Milliyetçi Kıbrıslı Rum ise Kıbrıslı Türklerle yetki, iktidar ve egemenlik paylaşımını reddeden, adanın bir Helen adası olduğunu iddia eden, 1974 öncesinde Kıbrıslı Türklerin haksızlığa uğradığını kabul etmeyen, Kıbrıslı Türkleri azınlık olarak gören, sadece birey olarak yurttaşları eşit kabul eden ama toplumların eşitliğini reddeden kişidir.
Ülkemizde milliyetçilik yaygın olmakla beraber, yukarıda betimlediğimiz milliyetçi kalıpların dışını çıkan pek çok Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum vardır.
Ve bu ülkede bir gün barış içinde bir arada yaşamının koşulları oluşturulacaksa, bunu milliyetçi ideolojiyi geride bırakan Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler yapacaktır...