MİLLİYETİ OLMAYAN BİR DİL

Neşe Yaşın

İçimiz dışımız kültürel etkinlik oldu bu sıralar. Uzun kapanma döneminin acısını çıkarmaya çalışıyoruz sanki. Bölünmüş şehrimizin iki yakasında, Ara Bölge’de sayısız kültürel etkinlik var şu günlerde. Bu yazıya başlamadan az önce Lefkoşa’da Ara Bölge’deki Dayanışma Evi’nde gerçekleşen “Yerinden Edilme” konulu panele katıldım. Buffer Fringe Festivali çerçevesinde gerçekleşen panel fijital (fiziksel ve dijital aynı zamanda) bir platformda gerçekleşti. Kıbrıs’tan konuşmacılara pek çok ülkeden katılımcılar da eşlik etti.

Bugünlerde her şey ters gidiyor nedense. Şu Merkür retrosu denen son günlerde arkadaşlar arasında espri konusu yaptığımız şeye inansam mı acaba?  Ters giden şeyler başka tesadüflere yol açıyor ama… Bu panele katılmam da böylesi bir tesadüfle gerçekleşti. Uzun hafta sonu tatilinden yararlanıp bir arkadaşımla Karpaz’da tatil planlamıştık. Sınırdaki uzun mu uzun araba kuyruğu moralimizi bozunca Karpaz yerine Polis’e gitmeye karar verdik ve orada karşılaştığımız akademisyen, mimar arkadaşımız Yiorgos Hadjichristou bir hafta sonra gerçekleşecek bu panelde yer almamı önerdi.

Ben panele Peristerona’daki evimizden anneme ait bir meyve tabağı ile gittim. Bu tabağın yerinden edilme ile ilgili ilişkisi, 1963 olaylarından sonra yağmalanan evimizden bir Rum komşu tarafından alınıp saklanmış ve 36 yıl sonra bana verilmiş olmasıydı. Yiorgos hayalet şehir Maraş’taki çocukluğundan söz edip paneli çocukluğunu anımsatan ve komşuların eklediği farklı malzemelerle pişirilen Fanoropitta tatlısının ikramıyla başlayınca ben de tatlıyı bu tabağa koyup yerinden edilmiş çocukluklarımızı buluşturdum.

Bu Cumartesi sabahının tek ziyafeti bu değildi, akademik bir ziyafet de vardı aynı zamanda. Her bir konuşmacı fanoropittanın tadını çoğaltan yeni bir malzeme ekledi adeta. Yerinden edinmenin akışkanlığına ve bunun bedensel ve kuir boyutlarına değinen Stavros Karayanni’nin açılış konuşmasının ardından söz alan genç kadın akademisyenler Despo Pasia, Elana Ioannidou ve Maria Georgiou konuyu boyutlandırdılar. Aydın Mehmet Ali, yerinden edinilmenin düzeltilemez ve geriye dönüşsüz olduğundan söz etti. Evine hiçbir zaman dönemezsin ( You can never return home) cümlesini getirdi bu aklıma ve  L. P Hartley’in  “ Geçmiş yabancı bir ülkedir: Orada farklı şeyler yaparlar” sözünü.

Yerinden edilmek deyince insanın yeri neresi diye düşünüyor insan. Ev neresi gerçekte? Yurt neresi? Yurdumuz çocukluğumuz mu? Yurt bir etnisite, bir dil ile ilişkili mi?  Kıbrıslı Rumların en önemlisi değilse de en önemli şairlerinden biri, Kostas Montis’in bir şiiri geliyor aklıma. Pek çokları Montis’in milliyetçi bir şair olduğunu söyleyecektir. Öyledir herhalde ama çok sevdiğim bazı şiirleri var. Tam bir alıntı yapamıyorum ama 1974’ten sonra yazdığı bir şiirinde Beşparmak dağlarına seslenip “Şimdi sana hangi dilde konuşacaklar?” diye sorar. Şairler dağlarla konuşur elbet, biliyorum bunu. Bir başka dile duyulan yabancılık da yerinden edilme hali ile ilişkilenebilir. Çatışmalı ülkelerde etnik simgelerle donatılan mekanlarla bir aidiyet bağı kurulmaya çalışıldığı bir gerçek. Manzaranın çatışmanın bir unsuru haline getirildiğini görüyoruz. Dağa taşa yazılan yazılar, çizilen ve dikilen bayraklar bunun bazı işaretleri. Coğrafyanın sana bir yurt olarak tahsis edilmemiş olması bir yabancı yapıyor seni orada. Coğrafyanın egemen diline ait olmaman, esas oğlan ya da kızlardan sayılmaman ikiniz arasında bir kalp kırıklığı oluşturuyor. Bir ara, Kıbrıs’taki bölünme ve yeniden birleşme konusundaki derin umutsuzluktan dolayı, adanın bir tarafından ötekine geçişlerin bile olmadığı günlerde Lefkoşa’nın güneyindeki evime yakın parkta yürürken ağaçların bana Rumca konuştuğu izlenimine kapılmıştım. Şair tuhaflığı işte.

Stavros yerinden edinmişliğin bir yaratıcılık kaynağı olabileceğinden söz etti panelde. Yerinden edinilmişlik trajedisi taşıyan, yer ile sorun yaşayan toplulukların daha güçlü şairler çıkardığını biliyoruz. Aslında iki yanı var bunun. Bir çatışma ve politik problem içinde olmak şaire misyon yükleyip kötü sonuçlara yol açabilir. Bu misyonu şiirin önceliği haline getirmeyen şairler ise büyük bir şiir yazabilirler. Aklıma Mahmud Derviş geliyor buna örnek olarak.

Bu yazıyı Ara Bölge’de yazıyorum şu an. Şehrin ikiye bölündüğü bu noktada yerinden edilmiş çocukluklarımız için yas tutmak istemiyorum artık. Dünyanın bütün dağlarının başka bir dili var biliyorum. Milliyeti olmayan bir dil.