Floransa’ya giden herkesin aklına kazınmış bir katedral vardır: Santa Maria del Fiore.
Dünyanın en büyük katedrallerinden olan Del Fiore aynı zamanda dünya mimarisini değiştirme özelliğini de taşır.
İsmi “Çiçeğin Leydisi” anlamına bu katedral aslında “Çiçeklerin Şehri” olan Floransa’ya atıfta bulunur. Santa Maria del Fiore açıldığında şehre canlılık getirecektir.
Bu “çiçek” inşaata başladığında henüz üzerindeki büyük genişlikli kubbenin nasıl yapılacağı çözülememişti.
Şimdi olduğu gibi 1-2 yılda binanın yapılması pek mümkün olmadığından inşaat devam ederken de hummalı ‘çatıyı çözme’ çabası devam ediyordu.
İnşaatı ilerleten Floransa şehrinin efendileri Medici Ailesi’ydi.
Kubbe çok geniş açıklıkta olduğu için desteksiz bir şekilde ayakta durması imkansız gibi görünüyordu.
Yarışmalar yapıldı, çağrılar geldi, fakat çözüm bulunamamıştı.
İşte tam da bu noktada mimarlık ve sanat tarihi değişti.
Mimar Filippo Brunelleschi kubbeyi çözmeyi başardı.
Brunelleschi’nin Roma’daki Pantheon’dan esinlenerek bu çözümü ürettiği düşünülür.
2150 yıl önce Roma’da inşa edilen Pantheon bir bulmaca haline gelmiş, pek çok insan yüzyıllarca nasıl inşa edildiğini çözmeye çalışmıştı.
Belki de ortaya çıkan teoriler arasında en ilginci kubbenin inşa edilmesi için içine altınlar saklanmış kum yığınının küre haline getirildiği, kubbenin bunun üzerine inşa edildiği ve sonra da halkın bu kumu kazarak altınları aldığı yönündeki bir şehir efsanesiydi.
Tabii, Brunelleschi Pantheon’un yukarıya çıktıkça incelen kesitinin önemini ve plaka içinde bulunan kare boşlukların strüktürel özelliğini fark etmişti.
Kendi kubbesini inşa ederken de kubbe içerisine çift kabuk koyarak bu kabuklar arasına dik kiriş görevi gören taşıyıcılar koydu. Ve dünya mimarisini bir daha geri dönülmeyecek şekilde değiştirdi.
Çığır açıcı bu inşaat sistemi sayesinde artık kubbeler destek ihtiyacı olmadan daha geniş ve büyük yapılabilecekti.
Tabii, Mimar Brunelleschi hayatımızı kökten etkileyen çok büyük bir katkı daha yapmayı başardı.
Medici Ailesi, Floransa’nın Rönesans merkezlerinden biri olmasının sebeplerinden biriydi.
Lorenzo di Medici’nin kurduğu akademide Sandro Botticelli’den Leonardo Da Vinci’ye, Donatello’dan Michelangelo’ya kadar büyük rönesans ustaları yetişmişti.
Lorenzo Di Medici, Filippo Brunelleschi’nin kubbe çözümünden etkilenmişti. Bu etkilenmenin ardından Brunelleschi’yi akademide himayesine aldı.
Brunelleschi aynı zamanda perspektif çizim tekniğinin de yaratıcısıdır.
O güne kadar yapılan tablolarda perspektif yanlış bir şekilde işlenir ve gerçekçi olarak görünmezdi.
Medici atölyelerinde Mimar Brunelleschi Rönesans ustalarına perspektifi öğretti.
Bu öğreti sayesinde Leonardo da Vinci ‘Son Akşam Yemeği’ ve ‘Mona Lisa’ gibi dünyaca ünlü pek çok esere imza atmayı başardı.
Dahası Mimar Brunelleschi’nin öğrettiği perspektif kullanımı Rönesans tablolarının en önemli iki özelliğinden biri haline geldi. Ve sanat tarihini kökünden değiştirdi
Bu eserler ve Santa Maria Del Fiore sayesinde bugün Roma ve Milano’ya nispeten daha küçük bir şehir olan Floransa en az onlar kadar turist çekiyor.
Bu eserler yüzyıllar sonra bile şehrini ekonomik kalkındırmaya devam ediyor. Dahası bu sanat eserleri sayısız jenerasyonun gelişimine katkı sağlıyor.
Sanat ve mimarlığa devletlerin vermesi gereken önemi Mimar Filippo Brunelleschi örneği keskin bir şekilde ortaya koyuyor.
Eğer sadece bugünü yönetmeyi değil, aynı zamanda geleceği de şekillendirmeyi istiyorsak, bu ülkede kamu yöneticiliği yapan her lider elini vicdanına koymalı ve kendisine tek bir soru sormalıdır:
“Biz ülkemizde sanata ve mimarlığa gereken önemi veriyor muyuz?”