---------------
İnsanların ne kadar kötü olduklarını görmek beni hiç şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce çok şaşırıyorum. Goethe
---------------
Sevdiğin bir işin olursa, hiç işe gitmek zorunda kalmazsın demiş bir zamanlar ünlü bir düşünür. İşte öyle bir aşkla hareketlendi hep benim gezgin ruhum. Dünyanın değişik yerlerindeki kongreler, bilim adamlarının neler yaptığını öğrenmek, başka diyarlardaki meslektaşlarımın gündemleri beni hep çekti ve heyecanlandırdı. İşte yine öyle bir kongre heyecanıyla çıktım Monako’ya ya da kendi mesleğimin biliminin merkezine seyahate… Kongrenin konusu ‘diş implantları’ ve dünyanın en yaygın hastalıklarından biri olan ‘diş eti hastalıklarıydı.’ İmplant, dünyada artık diş hekimliği rutininde olmazsa olmaz bir seçenek. Yüzyıllar boyu insan oğlunun mahkûm olduğu takma dişleri çöpe attıran, hareketli protezlere elveda dedirten bilimin geçtiğimiz yüzyılda benim mesleğimde yaptığı en büyük devrim. Diş Hekimliğinde klasik düşünce yöntemlerini alt üst eden bir buluş.
Elbette ki bugün diş implantlarını anlatmayacağım ama hani Monako’ya gelmişken dünyanın bu en güzel diyarlarından biri bölgeyi ve Fransa’da bu seyahatimde yaşadığım bambaşka heyecanları sizinle paylaşmazsam biraz eksik kalır diye düşünüyorum. Monako’ya bu ikinci gelişim. İlk kez geldiğim zaman, bütün Cort De Azur bölgesini gezdiğim için belki de dünyanın en küçük ikinci devleti olan bu güzellikler diyarına yoğunlaşamamıştım. Monako deyince, tıpkı birçok insan gibi benim de aklıma Monte Carlo, Grace Kelly, kumarhaneler, Grand Prix, yat limanı, zenginlik, zarafet ve elbette ki muhteşem arabalar gelir.
Dedim ya Monako, Vatikan’dan sonra dünyanın en küçük ikinci devleti. Baş şehri Monte Carlo. Monako’ya gelirken bir arkadaşım, orada mutlaka Cafe De Paris’e uğra ve Kir Royal iç demişti. Gün batarken, Nice üzerinden muhteşem manzaralar arasından ulaştığımız; zengilik ve zarefetin baş şehri bu kentte valizlerimi otele atıp kalabalıklar arasında kaybolmaya ve arkadaşımın tavsiyesine uymak için kendimi sokağa atıyorum. Monte Carlo meydanına inerken, ünlü eski Monte Carlo gazinosunu selamlayan park insanın doğayı böylesine bir kalabalıkta nasıl huzur diyarına çevirebileceğinin belgesi durumunda… Monte Carlo meydanında Cafe De Paris’te Kir Royal yudumlamak ve inanılmaz kalabalıkları izlemek tam bir görsel şov. Bu kadar mı şık olur sokaktaki herkes. Defileye çıkmış arabalar; Porche, Ferrari, Bentley, Rolls Royce’lar vızır vızır. Görmek ve görünmek için gelinmiş bir yer burası…
Karşıda Hotel de Paris, içeride ünlü şef Alain Ducasse’nin restoranı var.
Etrafını sarp, dik kayaların çevrelediği bu Akdeniz şehrinde Akdeniz’le insanoğlunun büyülü dansı var. Batı Avrupa’da Fransa’nın güneyinde, İtalya sınırında yer alan bu kent devlet iki kilometre kare, 34 bin nüfuslu bu şehir, prenslikle yönetilen bir monarşi. Monako’da 12 bin Fransız, 10 bin İtalyan, 6 bin de Monakolu (Grimaldi) yaşıyor
Monako 1191 yılında Roma döneminde Cenevizliler tarafından kurulmuş, daha sonra 1297 yılında François Grimaldi ve askerleri tarafından ele geçirilmiş. O zamandan beridir de Monako toprakları Grimaldi ailesi tarafından yönetilmektedir. 1960’dan beri Fransa himayesinde olan Birleşmiş Milletlere bağlı bağımsız bir ülke. Prensi, prensesleri ve söylenceleriyle masallar diyarı bir minik ülke…
Monako anayasasına göre, Monako prens ya da prenseslerinin çocuğu olmazsa yönetim Fransa’ya geçecek. Monako’da gerçek bir Monakolu kabul edilebilmek için en az üç kuşak atalarınızın Monako’da yaşıyor olması gerekir. Eğer gerçek bir Monakolu iseniz Allah’ın sevgili kulusunuz. İşsizlik, parasızlık gibi sorunlar size yasak. Eğer başarıp da işsiz kalmışsanız devlet size her ay 2000 Euro’luk gıda yardımı yapıyor, kalacak ev veriyor ve iş kurmak için işyeri ve kredi veriyor.
Monako’da suç işlemek imkânsız gibi… Yollar hep polis kaynıyor. Minicik ülkede tam bin tane polis var… Yani her otuz kişiye bir polis düşüyor. Buna ek olarak 400 adet gizli kamerayla da Monakolular kendilerini korumaya almışlar.
Her metrekarenin değil, her milimetre karenin inanılmaz güzel dizayn edildiği ve kullanıldığı bu şehirde tarih her an her yerden fışkırıyor. Yat limanı, görsel manzaralar ve elbette kumarhaneler bu yarımadanın başlıca turist çekim merkezleri. Kumarhaneler diyarı bir adadan gelsem de, kumarhane konusunda inanılmaz cahilim. Tek bir kez bile kumar makinesini ellemeyen ben, buralarda sadece bu binaların tarihi görselliğine bakar ve kumar makineleri başında kendini unutan insanlara bakar durumdayım.
Monako son yıllarda ekonomide yeni vizyonlar yakalamaya çalışıyor. Kumarhan turizmiyle ünlenen Monako’yu bu imajdan kurtarmak için bankacılık sektörüne büyük önem vermişler. Ülkede tam 71 tane banka var. Amaç İsviçre gibi bankacılıkta söz sahibi olmak… Müşteri bilgileri gizli tutuluyor.
Monako’da kongre yoğunluğu ve görsel sarhoşluktan kurtulup değerli dost Ahmet Tolgay ve Mesut Günsev’in tavsiyelerini yerine getiremiyorum. Sinema duayeni sevgili ağabeyim Ahmet Tolgay, Grace Kelly’nin mezarını ziyaret et; eski bir deniz subayı olan Mesut Günsev ise Casto’nun deniz müzesini ziyaret et demişti.
Fransa Monako’da kongre bitiminde içimde bambaşka bir heyecan var. 300 kusur yıl Kıbrıs’ı yönetmiş, adayı baştan başa binyıllara meydan okuyan eserleriyle donatmış bir ailenin memleketini gezmek. Yüreğim küt küt atarak Lüzinyan bölgesine yola çıkıyorum. Fransız Angoleme şehri, Lüzinyan ailesinin bir zamanlar şatolarının ve yönetim merkezlerinin bulunduğu Lüzinyan köyü ya da kasabası ve bu bölgenin merkezi Potiere kasabasına yolculuk… Çok uzun bir yol ama kim bilir biz Kıbrıslılara, kültürümüze tarihimize ve bizi biz yapan mozaiğimize dair neler görecek neler keşfedilecek…
------------------------
Haftaya: Angoleme ve Lüzinyan köyü… (Ben bu yöreyi yüreğim küt küt atarak gezdim.)
------------------------