Mont Pelerin zirvesinin perde arkasını görmek için önce biraz geriye gitmemiz gerekir.
Yazın en sıcak günlerinde müzakereciler ve ardından da liderler yoğun biçimde Kıbrıs sorunu görüşüyordu.
Her şey Eylül ayında New York’ta toplanacak BM genel kurulu için liderlerin her ikisinin de New York’ta olacağından genel sekreterin bir üçlü zirve istemesi üzerine başlamıştı.
New York zirvesi önemliydi. Başarılı olması için de tüm hazırlıklar yapılmıştı. Hatta Türkiye ve Yunanistan’ın da oralarda olacağı hesaplanarak 3’lüden sonra 5’li/çoklu toplantının da orada yapılması ile sorun çözülebilirdi.
Olmadı. Daha New York’a giderken Anastasiadis 3’lü zirvenin çok kısa süreceğini ve 5’li/çoklu zirvenin de mümkün olmadığını söyleyerek beklentileri aşağıya çekti. İyi de oldu. Bugün yaşanan hayal kırıklığı ta o günden yaşanabilirdi.
Sonuç olarak New York görüşmesi sıradan bir 3’lü zirve olmaktan öte bir anlam taşımadı. Ama New York dönüşü liderler hemen işe başladı ve yoğun bir görüşme takvimi hazırlandı. Bu yoğun görüşme sürecinin ardından da son noktayı koymak için İsviçre’ye gidileceği açıklandı.
İşte tam da bu beklentileri yeniden yukarılara çekti. Daha bir hafta önce “bu iş olmaz” diyenler bile “galiba bu defa olacak” demeye başladı.
5 gün olarak planlanan 1.inci Mont Pelerin zirvesine bu ortamda gidildi. Liderler planlandığı gibi bu 5 gün içinde bütün konuları konuştular, öncekilere ilaveten kimi yakınlaşmalar daha sağladılar. Ama son noktayı koyamadılar. Anastasiadis’in bir hafta ara istemesi üzerine de iplerin hepten kopmasını önlemek için müzakerelere ara verdiler.
Bir hafta sonra bu kez konuşulacak çok fazla birşey kalmadığı için 2 gün olarak planlanan 2.inci Mont Pelerin zirvesi için yeniden İsviçre’ye taşındılar. Zirve öncesi iki taraf da hem kendi siyasi partilerine, hem kendi halklarına, hem de kendi anavatanlarına süreçle ilgili bilgi verdiler.
Anastasiadis’in Yunanistan başbakanı Alekxis Tsipras ile yaptığı görüşme sonrasında yapılan basın toplantısında Tsipras “Yunanistan'ın çok uluslu bir toplantıya ancak ve ancak "eskimiş bir yöntem" olarak nitelediği ‘garantörlük sisteminin iptali’ ve bunun yerine Türk ve Rum toplumlarına çağdaş ve uluslar arası bir güvenlik sistemini görüşmek için katılacağını” söylemesi ilk soru işaretini oluşturdu.
Bu ifade daha başından 5’li/çoklu konferans toplanmasının gerekliliğini ortadan kaldırıyordu. Bu bir ön şart demekti. Hiçbir müzakere sürecinde de “ön şart” ya da “kırmızı çizgi” olamazdı.
Bu nedenle 2.inci Mont Pelerin zirvesine giderken Akıncı’nın yaptığı açıklama 1.inci zirveye giderken yaptığı açıklamadan “daha temkinli” hatta biraz “kırılgan”dı.
Bu koşullarda başlayan görüşmelerde Türk tarafı henüz mutabakat sağlanamayan, ya da sözlü olarak sağlanan ama resmi olarak “siyah kalemle” yazılmayan konuları 5’li/çoklu zirveye bırakmak istedi. Bu konulardaki pazarlık ve al-ver’leri garantilerle bağlamaya çalıştı.
Tersine Rum tarafı da toprak dahil bütün konuları tamamen bitirmeyi ve son aşamaya çıplak olarak garantileri bırakmayı hedefledi. Asıl amacı bütün konularda anlaştıktan sonra güvenlik ve garantiler konusunu uluslararası kamuoyunun önüne atarak “hala çağdışı garanti sistemi”nin devamını isteyen Türkiye’yi yalnız bırakmaktı.
İşte zirve iki tarafın da bu anlamda esneklik göstermemesi nedeniyle çöktü. Yoksa diğer konularda aslında hala pürüzlü olarak duran konular çok kısa bir al-ver ile çözülebilecek konulardı. Bunu iki taraf da biliyordu.
Öyleyse liderlerde eksik olan cesarettir, kararlılıktır, gerçek liderliktir, kısaca “gelecek kuşakları değil, gelecek seçimleri” düşünmeleridir.
Bugüne kadar Kıbrıslı olarak süren, bundan gurur duyduğumuz, “dışarıdan müdahale etmeye gerek yok biz bu işi başarırız” dediğimiz süreci yeniden dış güçlere teslim ettik.
Evet bir kez daha övünebiliriz. Şimdi dört gözle Erdoğan-Tsipras görüşmesinin sonucunu bekleyeceğiz. Ya da BM’nin, ABD’nin, AB’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın, Rusya’nın devreye girmesini ve bize bir çözüm sunmalarını bekyeceğiz.
Gerçekten başarımızla övünebiliriz. Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir ülke yaratamadığımız, buna cesaretimiz olmadığı için ne kadar övünsek azdır.