Milyalı (Yıldırım) Andriana Yuannu, Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamından iki gün önce Atlılar’a (Aloa) giderek buradaki Kıbrıslıtürk arkadaşlarına un götürmüş, yiyecek götürmüş... Lapatoz’un muhtarı Andreas Hristodulu’nun evinde onunla karşılaşıyoruz ve röportajımız bittikten sonra, o da birkaç şey söylemek istiyor.
“Onlara süt, bisküvi, un götürmüştüm...” diyor...
“Katliamdan tek bir çocuk sağ kurtulmuştu” diyor...
“Köyde gözleri görmeyen bir adam vardı, her gün evinin önünde bir sandalyede otururdu” diyor... “Fakat o gün, kim bilir neden, ahıra gitmişti ve çocuk da onu izlemişti... Sanırım ikisi de katliamdan kurtuldu – gözleri görmeyen adam ve o çocuk” diye anlatıyor...
Ona Şafak Nihat adlı çocuğun ve ailesinin bu katliamdan sağ kurtulduğunu fakat onların Muratağa’dan (Maratha) olduğunu anlatıyorum...
“Ben iğneciydim, nörstüm, bu yüzden Atlılar’a giderdim, arkadaşlarım vardı” diyor...
Andriana’ya “Peristerona Piyi’nin EOKA-B’cileri, katliamı yaptıktan sonra Milya’ya (Yıldırım) giderek, buradan bir şirocuyu aldılar, gömsün diye fakat adam ne yaptıklarını görünce şiroyu bırakıp kaçtı, ben böyle bir şeye bulaşmam dedi” diyorum...
Andriana “Evet, doğru” diyor...
“Şiroyu kullanmayı bilmedikleri için bu EOKA-B’ciler, şiroyu bozmuşlar... Sonra gidip başka bir şiro bulmuşlar” diyorum...
Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamında öldürülen Kıbrıslıtürk kadın ve çocukları gömmeyi reddeden şirocu şimdi “Kırmızı Köyler”den birisinde yaşıyormuş...
“Adam hiç kuzeye geçmedi, kendisi bu işe karışmadığı halde, elbette korkuyor... Hiçbir şey yapmadığı halde, başına bir şey gelmesinden korkuyor, çekiniyor, kuzeye gitmiyor” diye anlatıyor Andriana.
“Haklıdır fakat bu adam hiçbir şeye karışmadı, gömmeyi reddetti” diyorum.
“Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamından ne zaman haberdar oldunuz?” diyorum Andriana’ya... Bildiklerini şöyle anlatıyor:
“Kocamın bir kamyonu vardı... Kamyonla Mağusa’dan Milya’ya (Yıldırım) gelirken, Aysergi (Yeni Boğaziçi), Limnya (Mormenekşe) yönünden gelir, sonra Milya’ya varırdı. O yolu izlerdi yani...
Katliamdan önce Atlılar’dan kadınlar, yolun kenarında dururlar ve eşime yakınırlardı... ‘Kocalarımızı alıp gittiler’ derlerdi...
Bir arkadaşım vardı bu köyden, adı Mualla’ydı. Bir çocuk doğurmuş, bir süre sonra çocuğu ölmüştü. Doktor ona “Bu defa doğurduğun zaman onu emzirme, belki sütünde bir şey vardır ve ondan ölmüştür çocuk” demişti. Mualla yeni doğum yapmıştı, bu çocuğu da ölebilir diye kaygılıydı. Kocama ‘Bir çocuk kaybettim, ya bunu da kaybedersem’ diye yakınırdı, kocam Mağusa’ya gidip gelirken ve bu köyün yakınından da geçerken... Sonraları Mualla bebeğiyle birlikte toplu mezardan çıkarıldığında, bebeğinde hiçbir kurşun yarası olmadığını görmüşler, bundan da bebeğin canlı canlı toplu mezara gömüldüğü sonucunu çıkarmışlar... Bebeği annesiyle birlikte diri diri gömmüşler...
Katliamdan önce kocam Mualla’yla konuştuktan sonra eve geldiğinde, “Arkadaşın Mualla’nın selamı var, çok kaygılıdır, yiyecekleri de kalmamış” demişti bana.
Ben Atlılar’a gidip Mualla’ya yiyecek birşeyler götürmek istiyordum... Fakat bunu yapmaktan da korkuyordum çünkü o günlerde bazı Kıbrıslırumlar böyle bir şey yapacak olursam bana “hain” damgası basacaktı... Bu yüzden Milya’nın muhtarına gittim, ona Mualla’ya birşeyler göndermek istediğimi söyledim. Milya’nın Kıbrıslırum muhtarından, Atlılar’a yiyecek götürmesini istedim, yiyecekleri ben alacaktım ve muhtarla gönderecektim. Muhtar bana, “Ben çok meşgulüm, sen git ve onlara götüreceğin yiyecekleri götür” demişti.
Böylece muhtarın “onayı”nı almıştım, Atlılar’a gitmek üzere...
Köye gidip de un, bisküvi, yiyecek götürdüğümde, o günün parasıyla 40 Kıbrıs Lirası harcamıştım... O günlerde aileler kalabalıktı, her ailenin 7-8 çocuğu vardı Atlılar’da.
Bakkala gidip bir torba un satın almak istemiştim Milya’da fakat bakkal savaş dönemi olduğu için bana bir torba un veremeyeceğini söylemişti.
Bunun üzerine fırıncıya gitmiştim çünkü fırıncıyla ahbaptım.
40 liralık alış-veriş etmiştim... Fırıncı bana “Bir torba unu napacan?” diye sormuştu. Ben unu Atlılar’daki Kıbrıslıtürk kadınlara götüreceğimi söylemek istememiştim.
Fırıncıya “Bir torba un ver bana ve lütfen soru sorma” demiştim.
Fırıncı anlamıştı...
“Tamam, hatırın için sana bir torba un verecem” demişti.
Atlılar’a gittiğimde, köydeki tüm Kıbrıslıtürk kadınlar gelmişti... Telaşlıydım, bir an önce getirdiğim yiyecekleri verip oradan ayrılmak istiyordum çünkü yaptığım şey tehlikeliydi o günlerde... Çünkü eğer o büyük “vatanseverler” beni köyde yakalamış olsaydı, beni de onlarla birlikte öldürebilirdi, ancak şimdi düşünebiliyorum bunu...
Mualla’nın kaynanası bana “Andriana, oğlum Güner nerededir? Bir şey duydun mu?” demişti.
“Hiçbirşey duymadım Güner hakkında” demiştim.
Oğlu Ali Faik Türkiye’ye ziyarete gidip dönmüş ve parfüm getirmişti annesine... Ve bazı yüzükler getirmişti. Mualla’nın kaynanası bana “Bekle da oğlumun Türkiye’den getirdiği hediyelerden getireyim sana” demişti. Onlara yiyecek götürmüştüm ya, kadın da bir jest yapmak istiyordu.
“Bırak kalsın, gelecek defa verin” demiştim kadına. “Durum sakinleşsin biraz da gene verin” demiştim. “Helal olsun” demiştim...
Mualla’ya ve diğer kadınlara, “Gelin benimle birlikte Milya’ya gidelim” demiştim...
Mualla’nın kaynanası, “Hayvanları napacayık?” demişti... Keçileri vardı, hayvanları vardı... “Hayvanları bırakamayık” demişti...
Aradan zaman geçti, eşim Girne’de “kayıp” olmuştu, bir yandan Girne’de “kayıp” olan kocam için ağlıyordum, öbür yandan Mualla için, Mualla’nın kaynanası için, Atlılar’daki Kıbrıslıtürk kadın arkadaşlarım için gözyaşı döküyordum... Katliamı ancak güneye geçtikten birkaç gün sonra duymuştum... Nörs olduğum için hepsini tanıyordum çünkü köye iğne yapmaya giderdim hep...
Mualla da, bebeği de öldürülmüştü... Bebeği ancak birkaç aylıktı...
Mualla kucağında bebeğiyle gömülmüştü, toplu mezar açıldıktan sonra bebeğin üstünde hiçbir kurşun izi bulamamışlardı. Bu yüzden bebeğin diri diri gömüldüğünü tahmin etmişlerdi... Mualla öldürülmüş ve gömülmüştü ama bebeği canlı gömülmüştü...
Mualla’nın eşinin adı Ali Faik’ti... Ali Faik halen Atlılar’da yaşıyor... Tekrar evlendi bir başka kadınla...
Mualla’nın altın gibi bir kalbi vardı, çok iyi bir insandı... Atlılar’a gittiğin zaman sana anlattıklarımı söyle lütfen...”
Mualla Ali Faik, 16 günlük bebeği Selden, ikibuçuk yaşındaki oğlu Özlem ve üç yaşındaki kızı Güldem, kaynanası 55 yaşındaki Ayşe Hasan, kaynatası 54 yaşındaki Hasan Süleyman, görümceleri 20 yaşındaki Kıymet Hasan ve 15 yaşındaki Narin Hasan’la birlikte, Atlılar’daki tüm diğer kadın ve çocuklarla birlikte öldürülerek bir toplu mezara gömülmüştü...