Seda Argün
sedaargun@hotmail.co.uk
Hayat bu ya hep beklemediğimiz yerden vuruyor. Beklemediğimiz anda kaybettiklerimiz, bir anda yitirdiklerimiz sonrasında kendimizi sorguluyoruz. Hep bir suçlu arama derdine düşmüşken aslında kendi kendimizi yoruyoruz. Peki neden hayat bizi hep bir teste tabi tutuyor, biz mi kendimizi sokuyoruz bu sınavlara yoksa kendimize aynayı döndürmemiz için mi hayat bize yaşadıklarımızı planlıyor?! Her şey bir yana çok da düşünmemek lazım. Hayat içerisinde bir suçlu yoktur; sadece yaşananları ciddiye almayıp burnunun dikine giden ve kendini önemsemeyen insanlar vardır. İster buna bencillik deyin ister yalnızlık, hatta ve hatta mutsuzluk...
Kayıp demek kanatları elinden alınmış bir kuşa dönmekse eğer kendi kendimizi bir de kafese kapatmanın ne anlamı var. Her şey insanlar için diye bir söz vardır ya tam da öyle bir ruh hali içerisine bürünmemiz gerekirken kendimizi daha da dipsiz kuyulara sürükleyip, mutluluğun ucundan tutmak için kendimiz kısıtlıyoruz sanki.
Çaresizlik...Her şeyin bittiğini sanmak. Kalbimizin böğrümüzden sökülüp bir kenara atıldığını hissetmek kadar kötü hiç bir şeyin olmadığını hissettiğimiz anlarda çaresizlik içerisinde kıvranmanın bize yaşattığı acı tartışılmaz bile. İçiniz sökülünceye kadar ne kadar yalnız, çaresiz, ümitsiz, kayıp, yok olmuş olduğunuzu haykırırken milyarlarca kalbi barındıran bu dünyanın bizi duymadığını sanıp kendimizi ayağımıza taş bağlayıp dipsiz kuyulara atmayı düşünmekten başka çaremizin olmadığını sanıyoruz. Bu hayatta başa çıkılması en zor duygulardan bir tanesinin çaresizlik olduğunu beynimize dikte ederek, genç ya da ileri yaşta olmamıza bakmadan ümit penceresine dönen gözlerimizi kapatıyoruz.
Kalp acısı da aynı değil mi? Hiç bitmeyecek sanıyoruz, kaybedip giden aşkın ardından bakıp bizi parçalayacak bir acıdan başka geride ne kaldı ki diyoruz. İlk başta ciğerimizi yakıp, gözyaşlarımızı kurutan aşk acısı bizi bitiriyor duygusuyla sarmalıyoruz kendimizi ve etrafımızı. Zaman her şeyin ilacı reçetesiyle karşımıza gelen sevdiklerimizi elimizin tersiyle ittiğimizi söylememe bile gerek yok. Zaman her şeyin ilacı da kangren olmuş ve uykusuz gecelerle beslenmiş kalp acısına hangi zaman iyi gelecekmiş boş gözlerle bakakalıyoruz.
Ümitsizliğin pençesine düşen kalbimiz bizi zorluyor sanki; ne istediğini bilmeden hızlıca bir yamaçtan kendini bırakıveriyor. Hiç bir şeye karşı ümit beslemeden bir yanda her şeyin geçeceğine inanmak isterken, bir yandan da kendini onaramayacağına inandırmak istiyor adeta kendini. Ne olursa olsun sanki her zaman için bir yarış içerisinde olan kalbimiz ve beynimiz ise birbirini yenme telaşında düşüncelerimizi zonklatıyor. Yaşanılan kayıpla birlikte bir daha kimseyi aynı şekilde sevmeyeceğine inanan kalbimiz can damarı kesilmişçesine yaprak gibi savruluyor bir yerden öteki yere.
Hep de en ümitsiz ve çaresiz hissettiğimiz anda bir yere, insana, yeni bir sevgiye hatta belki de yalnızlığa sarılmak isteriz. Bizi neyin iyileştireceğini bilmeden tam da deneme yanılma yöntemiyle kendimizi sakin ve huzurlu bir limana atma çabasına gireriz. Acı içinde kırılmış bir kalbe neyin doğru neyin yanlış olacağını söylemek kadar yanlış bir şey yokken öte yandan sığınacak liman ararken yanlış bir gemiye çarpmasının korkusunu da etrafımızda hissederiz çünkü yalnızız bu hayatta; doğru ya da yanlış fark etmeksizin tüm kararlarımız ile var oluyoruz ömrümüzde.
Herkesin kalbi kırılmıştır, üzülmüş ve canı yanmıştır. Hep bir mucizeye inanmak istemiştir beynimizden fazla kalbimiz. Gerçekte varlığına asla inanmadığımız ama kalbimizde hep olması için dua ettiğimiz bir mucize bekleriz. Kapıyı yavaşça aralayıp hayatımıza dokunacak bir mucizenin hep olabileceğine inanırız. Zorluklar çemberinde ümit kemerimizi takarak mucizeyi yaratmaya çalışırız. Sevgiler içerisinde barındırdığımız umut tanelerini bir araya getirmek ne kadar çetrefilli olsa da yeterince inanınca her şeyin olabileceği gerçeği ile sarmalarız kendimizi. Yalan da değil; sınırlı yaşamımız içerisinde mucizelerin varlığı bizi rahatlatır.
Beklemediğimiz anda hayatın yeniden yeşermesi, sevginin yeniden kendine gelmesi, ümitlerin kalbimize dolmasını hayal ederken çıkıp gelmez mucizeler. Mucize ya bu adı üstünde en ummadığımız anda çıkıverir karşımıza. En vazgeçtiğimiz, en umutsuz ve en kendimizi kapattığımız anda gelir çalar kapımızı. Vazgeçtiğimiz şeylerin aslında sadece bir dolap içerisine kapalı olduğunu hatırlatır bize hayat. Her şeyin aslında bizim yanı başımızda olduğunu, kendimizle savaşırken aslında gözlerimizi kör ettiğimiz yerlerde saklandığını. Ne kadar çok haksızlık yaptığımızı hatırlarız işte tam da mucize karşımıza çıktığında. Kendimize, sevgimize ve genel anlamda da hayatta. Sonsuz bir savaş içerisindeyken beynimiz ve kalbimiz, hep de o mucizenin gelip karşımızda durması ve canımızı yakan kırık kalp parçaları içerisinde bizi bulması ile açılır gözlerimiz.
Vazgeçmemenin gücü de burada kendini gösteriyor. Sabır ve vazgeçmeme. İnandığımız hiç bir şeyin üstünü örtmeden, kulaklarımızı dışarıya tıkayarak ve ihtiyatlı bir şekilde inandıklarımız uğruna dimdik durmamız lazım. Bu dimdik duruş bizi güçlü kılacak ve mucizeleri kendimize doğru çekecektir. Burada bahsettiğim konu herhangi bir enerji değil aslında bizim kalbimizde barındırdığımız duyguların gerçekliği ile alakalıdır. Kendimizi ne kadar kandırmaya çalışırsak çalışalım, bir şey var ise vardır ve yok olmayacaktır. İpleri elinde tutarken hayatımızın, nefes alıp verdiğimiz her anda kalbimizdekileri büyütmeli ve vazgeçmemenin deliliğini kendimize hatırlatmalıyız. Su akar ve her zaman yolunu bulur. Biz ne yaparsak yapalım bu böyle olmuştur ve olmaya devam edecektir. Gerçek sevgi ve aşk hiç bir zaman için yarım kalmaz aksine her zaman için yarım kalan parçaları bir araya getirir. Hayatla inatlaşmak yerine inandığımız değerlerle beynimizi işlemeli ve dik duruşumuzun bizi yıldırmadan, üzse de, durmamıza yol açmadan kendini ortaya çıkarmasına imkan sağlamalıyız. Hayatlarımız sahibi bizler isek tek bir gülümseme ve minik bir kırıntıya inanmayı sürdürmeliyiz.
Gün gelir kendimizi korumaya aldığımız o duvarlar tek tek iner, canımız yanar, canımız yandıkça daha da güçlenmeye başlarız ama biliriz ki bir yerde bu hayatın da bizim için bir planı var. Tutunduğumuz dalların daha da güçlenerek büyümesini beklemeden kendimizi daha da güçlü hale getirip biz daha sıkı sarılmalıyız kendi kendimize. Beklemediğimiz bir kapının ardında bize gülümseyip, ihtiyacımız olan anda kalbimizde açmaya başlayacak olan çiçeklerin coşkusuyla mutlu olmaya başlamamız lazım. Her yeni günün bize getireceği yeni duygular olsa da yaş aldıkça ve yaşadıkça yaşamın bize sunacağı riskleri de alıp kendimize bir şans daha vermeliyiz. Kendi kendime de hep tekrar ettiğim gibi, bu yaşam bize bir kere veriliyorsa elimizden gelenin fazlasıyla kimi zaman ince ince yanan bir mumun sönmemesi için çabalamalıyız. Kimiz ki biz hayatın karşısında duralım? Tek yapmamız gereken ne istediğimizi bilerek hayata ve sevdiğimize sımsıkı sarılmak. Bazı şeylerin imkansızlığına o kadar inanıyoruz ki ruhumuzun içerisinde olan ve bizden daha inançlı şekilde savaşan o aşkı göz ardı ediyoruz. Ne kadar büyük bir hata oysa, kendi beynimize ‘hayata devam et’ komutunu verip kendimize de olan güvenimizi yitiriyoruz gizli gizli. O nedenle kimi zaman rüyalarımızda imkansızlıkların gerçek olduğunu, vazgeçip olmaz dediklerimizin gerçek olduğunu görüyoruz. Olmayacak dediklerimiz bizi yanıltmaya ve hayat bizi hep şaşırtmaya devam edecek. Bize düşen ise bu mutluluğu büyütmek ve beslemek. Ne olursa olsun, sizi sımsıkı tutmaya hazır olan ve karşınızda dimdik duran sevgiyi geri çevirmeyin. Mucizeler biz en kaybolduğumuz anda en fazla kaybettiklerimiz üzerinden gelip karşımıza çıkar. Açıklayamadığımız duygularla bırakın mucizeler canlansın, en fazla mutluluktan uyuyamaz hale gelirsiniz.