CEMAL MERT (Konuk Yazar)
Son yıllarda gitgide katlanarak artan mülk satışları ve patlayan inşaatlaşma birçok yurttaşlarımızı endişelendiriyor. Başta Girne, Esentepe, Çatalköy, Tatlısu, İskele, Gaziveren ve Karpaz bölgeleri olmak üzere, Kuzey Kıbrıs’ta artan mülk satışları, halkın, siyasetin ve kamuoyunun gündemini daha çok meşgul etmeye başladı.
En başta ifade edilen endişe konuları, tarım alanlarının hızla yok olması, hızlı ve kontrolsüz nüfus değişimi, mülkün ve sermayenin yabancıların eline geçmesi, altyapısı olmayan (kanalizasyon, su, elektrik, beledi hizmetler, trafik, eğitim - sağlık hizmetleri ve çevresel tahribat) çarpık kentleşme ve kara para aklanması meseleleridir. Ve elbette ki KKTC’nin yerel ve genel yönetsel kapasitesinin sorun çözme konusunda halkta yarattığı güvensizlik.
Bir önceki inşaat patlaması hatırlanacağı üzere Annan Planı referandumu sonrasında yaşanmış ama AİHM gündemine gelen Orams vb. davalar neticesinde hız kesmişti. O dönemde birçok yerli ve yabancı kişiler astronomik paralar kazanmışken birçok yerli ve yabancı kişiler de mağdur olmuşlar, tapularını alamamışlardı. KKTC yönetimleri de maalesef bu soruna köklü bir çözüm üretememişti.
Bu durumda ilk akla gelen soru şudur: “KKTC yurttaşları topraklarını (ya da Rum mallarını) satmak için neden bu kadar seferber oldular?”
Para kazanmak için olabilir mi? Elbette!
Ülkemizde uzun zamandır güvensiz bir siyasi ve ekonomik yapı vardır. Pandemi ve son yıllarda Türkiye ekonomisinde yaşanan kırılmaların da etkisiyle gerçekten ciddi bir ekonomik kriz yaşanmaktadır ülkemizde. Vatandaş da elindeki malı mülkü satarak gelir elde etmek ve hayatını idame ettirmek istiyor. Zaten elindeki malın uluslararası hukuk nezdinde “Rum Malı” olduğunu da içselleştirmiş durumdadır mülk sahipleri. Bu malı hazır müşteri varken ve yüksek fiyat teklifleri de ortada dolanırken elinden çıkarmak cazip geliyor. Elde edilen gelir bazen ekonomik bir aktiviteye aktarılırken çoğu zaman da lüks tüketime ya da belli başlı ihtiyaçların idamesine harcanıyor. Ancak unutulmaması gereken şey “para gider ama mülksüzleşme ebedi kalır.” Kişi kazandığı parayı ekonomik bir döngü içine katıp geliştirmezse ülke ve toplum için iktisaden bir anlam ifade etmez.
Peki, toprak satışı tek başına bir sorun mu? Yabancılara toprak satışı sorun mu? Toprak satışı yasaklanmalı mı? Bu mümkün mü?
Toprak mülkiyeti çok önemlidir elbette. Hele bizde şu anda yaşandığı gibi satılan mülklerle birlikte kontrolsüz bir yabancı nüfus da taşınıyorsa daha da önemli hâle gelir. KKTC gibi denetim özürlü, otorite kullanamayan, uluslararası hukukun denetimine tâbi olmayan, kara para takibinin çok zayıf olduğu ülkelerde mülkiyetin kontrolsüz el değiştirmesi daha da büyük sakıncalara yol açabilmektedir. Bir de çok söylenmeyen en önemli meselemiz bu mülklerin çoğunun uluslararası hukuk nezdinde “Rum Malı” olduğu ve müzakere masasının çetrefilli bir gündem maddesi olmaya devam ettiğidir. Yarın başımızı çok ağrıtması muhtemel ciddi bir sorun var çantamızda.
Toprak satışlarının toptan yasaklanması olası değildir ama uluslararası hukukun da tanıdığı belirli kısıtlamaların getirilmesi de zorunludur. Gerek bizim yasalarımızda gerekse örnek alabileceğimiz başka ülkelerin yasalarında bunu sağlayacak düzenlemelerin mevcudiyeti söz konusudur. Eksiklikler varsa da toplumsal uzlaşma ile yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Aklımızı yasakçı ve kalkınmayı önleyici stratejilere değil, düzenleyici ve denetleyici halk yararına çözümlere yormalıyız. Denetim ve kayıt altına almak hem düzenlemeyi, hem planlamayı hem de vergi toplamayı mümkün kılar. Suç unsurlarını da büyük oranda bertaraf edebilir. Bu yöntem gerçek kalkınma ve refaha götüren önemli bir yoldur.
Satılan topraklar ne olacak? İnşaat mı tarım alanı mı? Bir planlama var mı? Ülkemizde toprağın en kazançlı hâli nedir? Tarım kârlı bir sektör mü?
Başta toprak olmak üzere tüm üretim araçları, kapitalist sistemde tek bir amaca hizmet eder: rant ve kâr! Ama bizim ülkemizde ne gelişmiş bir kapitalist zihniyet ne de ekonomik akla sahip bir siyaset ve bürokrasi vardır. Böyle olunca üretim araçlarının en verimli ve kârlı olarak kullanılması pek söz konusu olmayabilir. Günümüzde olduğu gibi tarımsal üretim alanlarının dâhi hızla inşaat alanlarına dönüşmesi akıl işi olamaz. Kısa vadede kârlı görülmeyip satılan ve inşaatlaşan tarımsal alanlar ileride ciddi sorunlara yol açacaktır. Temel tarımsal ürünlerini dâhi üretemeyip gıda temini konusunda dışa bağımlı hâle gelmek ciddi bir devlet anlayışı olamaz. Tarım her devlet ve her toplum için vazgeçilmezdir. Bu amaçla günümüzde gelişmiş ülkelerde bile tarımsal üretim taşviklendirilmektedir.
Kuzey Kıbrıs’ta devlet var mı? Otorite var mı? Sermaye kesimi, siyaset, bürokrasi ve halk bu işten şikâyetçi mi?
İşin esası ülkede halk iradesine dayalı bir devlet otoritesinin var olup olmadığına dayanmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta “Devlet”, siyaset ve bürokrasi ne “sermayesini” ne de halkını koruma yeteneğine yeterince sahiptir. Son elli yılda elden çıkarılan kamusal kurumlar (Sanayi Holding, KTHY, DAİ ve DAK, Turizm İşletmeleri, ETİ, Ercan Havalimanı, şimdi KIBTEK ve topraklarımız vb.) bunun ilk akla gelen hazin örnekleridir. Daha da kötüsü halk da sermaye sınıfı da örgütlü emek kesimleri de sorunları tespit edip şikâyet etmekten öteye geçip siyaset ve bürokrasi üzerine sonuç alıcı baskı yapma konusunda yeterli girişime sahip değildir. Ülkede, devleti yönetenleri en çok baskı altına alanlar, dış kaynaklı vur kaç nitelikli sermaye, devlet imkân ve nimetlerinden geçinmek isteyen kesimler ve gayrı meşru yollardan para kazanan güçlerdir. Mevcut iktidar partilerini de büyük oranda destekleyen ya da finanse edenler de zaten bunlar değil mi? Onun için şikâyetçi gibi ortada dolananların belli bir kesimi sahte gözyaşları döken riyakârlardır.
Bu gidişe karşı olanlar sızlanmaktan başka ne yapıyor? Ülkede mülkiyet, nüfus, imar ve altyapı sorunlarını dert edinenler çözüm üretebiliyor mu? Üretme kapasitesi olanlar var mı?
Bu kadar karamsar tespitlerden sonra çözüm aramak da şarttır elbette. Bu toplumun bu sorunlara çözümler üretecek kadroları yerel yönetimlere ve hükümete taşıyacak siyasal akla sahip olduğuna kesinlikle inanıyorum. Bu sorunlara çözüm üretecek kadrolar ve siyasal yapılar şu anda hükümet ettiklerini sananlar değildir asla. Bu görev başta CTP ve diğer sol ve demokrat siyasal yapılanmaların, sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin, hâlâ daha yurtsever kalabilmiş iş dünyası örgütlerinin ve emeğin örgütlü gücü sendikaların omuzlarına kalmıştır.
Söz konusu kesimler bir araya gelerek ortak bir uzlaşı programıyla, mülkiyet, imar, nüfus ve altyapı sorunları dâhil tüm toplumsal sorunları çözmek adına “toplumsal bir vizyon” üretmek ve toplumun tümünü bu yolda seferber etmek mecburiyetindedirler.
Daha fazla geç kalma lüksümüz yoktur!
Dr. Cemal MERT
mertcemal@hotmail.com