Ulaş Gökçe
Ölümden sonra yaşama inanç Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam ile diğer dinlerin çok öncesinde vardı. Mitolojik inanç sistemleri ve kurumsal olmayan pek çok dinde ölümden sonra cennet veya cehennemde yaşam ve bunun yanında ölümden sonra dünyaya geri dönüş, yani dirilişe inanç vardı. Bu insanlığın çok büyük bir korkusunun sonucudur: ölümle her şeyin sona ermesi. İnanç sistemleri ve dinler insanların korkularına cevap ararlar. Buldukları cevap ne kadar etkiliyse bu sistem veya din de aynı oranda popüler olur.
Eski Mısır inanç sistemindeki ölümden sonra insanın dirileceğine inanç bugünkü piramitleri yaratmıştı. Zaten Tanrı olan Firavun’un bedeni yok olmak üzere nasıl toprağa verilebilirdi. Gelecekteki yeni yaşam için Eski Mısır’da hükümdarlar ve soylular mumyalanıyorlardı. Bu konuda usta olan Mısırlılar cesetlerin kalp dışındaki iç organlarını çıkarıp yerine bir tür kumaş koyuyorlar, kafatasında açtıkları delikten beyni dışarıya çıkarıyorlardı. Mısırlılar daha sonra bir sıvıyla ve kumaşlarla vücudu sarıyorlardı. Bugün hala bozulmamış cesetlere bakılacak olursa bu konuda Mısırlılar çok ustaydılar.
ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞ
Ölümden sonra yaşama inancın Mısır’la yarışacak kadar kültleştirilmesini ise Hıristiyanlıkta görüyoruz. Hıristiyanlık sadece cennet ve cehennem kavramlarına sahip değil. Bu dinin üç vücuda sahip Oğul Tanrı’sı ölüp yeniden dirilmesine olan inanç esas unsur olarak karşımıza çıkıyor. Yani Oğul Tanrı İsa bizzat kendi ölümü yenmiş ve yeniden, aynı vücutla dünyaya gelmişti. Bu nedenle Hıristiyanlıkta ölümden sonra yaşam sadece cennetle veya cehennemle sınırlı değil, bu dünyaya dair bir husustur. Havari Pavlus’un “Vücudunuz, içinizde yaşayan Kutsal Rum’un mabedidir” lafı etten vücudun bu dindeki önemini yeniden anlatmak için yeterlidir. Hıristiyanlar bu nedenle, Müslümanlardan farklı olarak, ölülerini en şık kıyafetleriyle ve tabutta gömerler. Çünkü o vücudun büyük mahkeme gününde yeniden dirileceğine inanırlar. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren insan vücudunun azami bir şekilde olduğu gibi korunmasına yönelik uğraşlara şahit oluyoruz. Önce Roma’da sonra tüm Avrupa’da yeraltı mezarlıklarında cesetler korumaya alınıyorlardı. Geç Ortaçağ’ın en önemli ve ünlü yeraltı mezarlığı, şüphesiz, Kiev’deki Lavra’da (Çok sayıda Manastır ve Kilisenin yer aldığı kompleks, bir tür külliye) bulunmaktadır. Buradaki yeraltı mağaralarında 125 ceset neredeyse bozulmadan yatmaktadır. Kiev’de cesetler kiliselerin dahi olduğu uzun ve dar mağaraların duvarlarında bir süre bekletiliyorlardı. Daha sonra açılan bu duvar mezarlarındaki cesetlerde bozulma görülmemesi durumunda cesedin azizliğe ikna olunup sergilenmek üzere ceset bir tabuta alınıyordu.
MUMYALAMA DENEMELERİ
Doğu Slavlarında cesetleri kilise ve manastırlarda doğal ve kimyasal uygulama yöntemiyle saklama geleneği yüzyıllarca devam etti. Bugün 100 yıldan daha eski her kilisede korunmuş bir cesede rastlamak mümkün.
Avrupa’da din dışı, bilimsel amaçlarla mumyalama 19. yüzyılda pek çok kez denendi. Çok sayıda bilim adamı, filozof, hekim mumyalanmayı kabul ettiler. Bu cesetlerin önemli bir kısmı 20 yıl veya daha da az bir sürede çürüyerek toprağa verildi. Bugüne kadar gelen eşsiz mumyalardan birine, büyük bilim adamı, cerrah ve anatomi uzmanı, Rus Dr. Nikolay Pirogov’a ait. Dr. Pirogov pek çok kişiyi özel bir solüsyon yardımıyla, iç organlarını ve beyinlerini çıkararak mumyalamıştı. Geliştirdiği bu yöntemle mumyalanmayı isteyen Dr. Pirogov 1881 yılında ölmüştü. Bugün Pirogov’un cesedi hala daha bozulmadan, Ukrayna Vinnitsa şehrindeki müze evinde bulunmaktadır. Bilim için mumyalamalarda dini geleneklere aykırı bir işlem yapılmıyor, cesetler yerin 3 metre altında tutuluyorlardı.
MUMYALAMADA ‘İKİNCİ BAHAR’
Mumyalamanın “ikinci baharı” Sovyetler Birliği’nde Vladimir Lenin’in 1924 yılında ölmesiyle başlar. Lenin’in cesedini toprağa vermek kabul edilemez bir şey gibidir o dönemde. Trotskiy, Kamenev ve Buharin’in bu “çılgınca putlaştırma” fikrine karşı dursalar da “parti” kazanır. Lenin’in eşi Kurupskaya da bu fikre sıcak bakmaz ve hatta isyan eder. Ama Stalin’in “Kocanın vücudu partiye aittir” ifadeleri bu isyanı anlamsızlaştırır. Lenin, Dr. Pirogov’un yöntemine benzer bir usulle mumya yapılır. Beyni ise incelenmek üzere çıkarılır. Lenin’in beyninin incelenmesi için Beyin Enstitüsü kurulur. Çok önemli bir bilim merkezi haline gelen bu enstitüde Mayakovskiy, Gorgkiy gibi yazarların, çok sayıda bilim insanının beyni inceleniyor.
ÖLÜME ÇARE!
Lenin’in cesedi belli bir derecede tutuluyor ve zaman zaman özel bir solüsyon içerisinde bekletiliyor. Solüsyon, çürümeye yol açan mikropları öldürüyor ve yeniden üremelerini uzun süre yavaşlatıyor.
Lenin gibi, yine Sovyet bilim insanları tarafından onlarca komünist lider mumyalanmıştı. Bunlar arasında Dimitrov, Mao Zedong, Stalin’i sıralayabiliriz. Stalin ve Dimitrov sonradan toprağa verilmişlerdi. Atatürk’ün de 1938 yılında öldüğünde, daimi kabri inşa edilene kadar mumyalandığı biliniyor.
İnsan en çok ölümden korkar. Ölümü yenmek, ölümü alt etmek, ertelemek ise ilk insandan beridir hepimizin hayalidir. Bu hayalin fiziki, yani tıpla çözülme uğraşı vardır. Bir de metafizik çaresi bulunmuştur: din ve mumyalama.