Münevver Özgür Özersay
munevver.ozgur@gmail.com
Evet. Derin bir nefes aldım ve başlıyorum. Dillendirmesi bile çok güç.
Evet, yeniden yazmaya başlıyorum.
Bu başlangıcın benim için ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Niye yazmak bu kadar zor? Bu kadar zorsa, niye boşvermiyorum? Niye sessiz bir köşemde bir günlük tutmuyorum? Niye görünür olmak zorundayım?
Bu sorulardan ne kadar kaçarsam kaçayım o kadar çoğalıyorlar ve ne kadar çok sorum olursa olsun, kendi kendime verebildiğim tek cevap BİLMİYORUM oluyor. Sonunda pes işte!
İsmim Münevver. Bana herkes şimdi Müne diyor. Öğrencilerim bile bana bazen Müne Hoca diyorlar. Daha önceleri sadece Müne olmam imkansızdı. Yıllarca Hoca’nın Kızı sıfatı ile yaşadım. Yıllarca bu betimleme ve onun kaynağı olan kişi (yani babam Özker Hoca) ile kavga ettim. Mücadele nesnem yok olunca, düz türkçe ile ifade edecek olursam; ölünce oyun bozuldu. O’nun ölümle dostluk kurmaya çalıştığı bir yıl boyunca, tüm yaşamım boyu hiç yakınında olamadığım kadar yakınındaydım. Yakınında ama yine de uzak ve sessiz. Dilsiz ve elsiz onu durmadan duraksamadan gözlemledim, gözlemledim, gözlemledim... Çaresizlik içinde o meydanlarda kükreyen insanın gözlerimin önünde erimesine tanık oldum. Hangi noktada tüm sıfatları ve kendimi unutup mistik bir bağla O’nun acılarıyla özdeşleştim ve gözlemlediğim kişi (babam) oldum hatırlamıyorum. Ama bu yanılsatıcı özdeşleşmeyi yaşadığımı çok net hatırlıyorum.
Gün olurdu, benim gözlerimden tek damla gözyaşı akmazdı ama O’nun gözlerinden yaşlar seller gibi akardı. Öyle durumlarda söyleyecek tek kelime bulamazdım. O’na dokunamazdım. Sarılamazdım. Yakınından kaçamazdım da. Geçen saniyelerin ağırlığından nefes alamayacak kadar donarak, sessizce dururdum. Gün olurdu, O nemli gözlerle ve buruk ama yumuşak bir gülümsemeyle kendini ziyarete gelenleri karşılar, bense kabalaşmamak, öfkemi (bu öfke benim miydi O’nun mu? bu da bilinmez – dedim ya benliğimin sınırlarının ucu kaçmıştı) kontrol edebilmek için arkadan, mutfak kapısından evden kaçardım.
Şöyle ya da böyle veya uzun lafın kısası bana bir garip öfke miras kaldı. Veya ben ödeyeceğim bedelin bu kadar ağır olacağından habersiz hayatla kötü bir pazarlık yaptım ve bu öfkeyi evime misafir kabul ettim. Misafirim çok kibar. Bana bağırıp çağırmıyor, kaba da davranmıyor. Ama yedi kat yerin dibinden sessiz sessiz fısıldadıklarıyla beni zehirliyor. Evimdeki varlığı bana kendimi sürekli rahatsızlık veren, huzur kaçıran ve zararlı biri gibi hissetmeme yol açıyor. Ondan kurtulmam lazım. Gömsem olmaz, satsam hiç olmaz. Ondan kurtulmak için buralardan, sabahları dört gibi beni uyandırıp beynimin içinde dolaşan cümleler diyarından uzaklaşmam lazım. Parasız pulsuz, kendi olanaklarımla, uzun bir yolculuğu göze almak gibi bir his bu...
Şimdi bu satırları okuyorsanız bu yolculuğumun sizler de artık bir parçasısınız. Bir başka deyişle tanıklarısınız. Yolda nelerle karşılaşırım hiç tahmin edemiyorum. Öfke çuvalımdan ne gibi konular çıkar, neler beni şaşırtır? Hiçbir fikrim yok. İddialı değilim. Bazı yazılarım iyi olacak, bazıları orta karar ve belki de bazıları kötü. Ama yazacağım. Bu yol beni nereye götürürse götürsün, bu karanlık tünelde beni yürümek ne kadar korkutursa korkutsun, dayanıklılık derslerime devam ederek, sabırla güçlenmeye çalışacağım.
Neredeyse üniversite mezunu bir kızım, lise mezunu bir oğlum ve ilkokula başlayacak olan bir kızım daha var; ancak ben halen kendime ve hayata dair öğrenecek çok şeyim olduğuna inanıyorum… Yaşadığım hayatı yaşarken birçok içgörü kazandım, bilgi topladım ancak bunları “uzlaşı kültürü ile bağdaştırarak yeni bir gerçeğe taşımak” tüm içtenliğimle önüme koyduğum bir hedef. Ruhuma damla sulama niteliğinde, ufak ufak, yaza yaza belki bu hedefe ulaşırım.
Son olarak, huzurunuzda, anlayışınıza sığınarak iki kişisel mesaj vermek istiyorum. Birincisi bir özür ikincisi ise teşekkür.
Özür mesajı: Annem Annem! Senden sözünü bir kez daha dinlemediğim ve yeniden yazmaya başladığım için özür diliyorum. Ne olur beni affet ve anlamaya çalış. Yazmak zorundayım. Kendim için, belki de Sen’in için, Yasemin için, Mavi için (kızlarım) ve tüm diğer sessiz kalan öfke mağduru adalılar için de yazmalıyım. Biliyorum, daha önce yazılarım seni çok üzüyor ve kızdırıyordu. Belki bizi korumaya çalışıyordun. Belki, bir kadının böylesine çırılçıplak kelimelere soyunması senin için kabul edilemez bir durumdu. Birşey değil. Artık kabullendim. Yazma konusunda destekçim olmayacaksın. Ama ne olur en azından üzülme, bu bana yeter.
Teşekkür mesajı: Beni yazma konusunda yüreklendiren birçok dostlarım var. Hepsine sımsıkı sevgiyle sarılırım. Ancak özel olarak seslenmek istediğim birkaç kişi var. Sevgili site ailemden Fatma Ablam, eşimin ailesinden Mustafa (Dinarlı) Abim ve bizim ailemizden yeğenim Dr. Mustafa Taşeli... Sizin görüşleriniz önemliydi. Şu an bu sözcükler; beyaz üzerinde siyah dizi dizi yan yana gelmeyi başardılarsa, küt küt atan kalbimden ve ürkek parmaklarımdan akabildilerse, sizin de bunda payınız büyük. Üçünüz de lütfen bu özel teşekkürümü kabul ediniz.
Bir sonraki yazıda, hem benim için hem sizin için sürpriz cümlelerde buluşmak ümidiyle...