“Muratağa-Atlılar-Sandallar konusunda yaraları kaşımayınız diyenlere bir yanıt…”

Sevgül Uludağ

Andreas Paraskos/OFFSITE NEWS

(Değerli araştırmacı gazeteci Andreas Paraskos’un OFFSITE NEWS’da 8.1.2025’te yayımlanan yazısını okurlarımız için özetle derleyip “google translate” yardımıyla Türkçeleştirdik. Gazeteci Andreas Paraskos, Kıbrıs’ta geçmişle yüzleşme konusunda yapılması gerekenleri kaleme alırken, Teofilos Teofilu’nun Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamına ilişkin mektubuna dikkat çekiyor… S.U.)

2 Ocak 2025 tarihinde RIK televizyonunda Elita Mihalidu’nun “Yakın Çekim” başlıklı programındaydım, bu program Kıbrıs trajedisinde kayıpların açık yaralarına yönelikti… Pek çok kereler bu konuda pek çok şey söyledik. Pek çok aile için bu yaralar hala açık yaralardır… Özellikle de 50 ve çok daha fazla seneden beridir sevdiklerinin hiç dinmeyen ölüm acısını yaşamakta olan 754 Kıbrıslırum ve 200 Kıbrıslıtürk aile için bu böyledir… Sevdikleri trajik koşullarda katledilen, savaş suçlarının kurbanı olan ve cephede kayıp olan başka ailelerin trajedileri de mevcuttur.

SUÇLAR VE SORUMLULUKLAR…

Programdaki sohbet esnasında bana suçlar ve sorumluluklarla ilgili bir soru sorulunca, Muratağa-Atlılar ve Sandallar adlı Piperisterona yakınında, Mağusa bölgesindeki Kıbrıslıtürk köyleründe 126 kadın ve çocuğun katledilmesinden, Aşşa’da 70 veya daha fazla sayıda Kıbrıslırum esirin Orniti’de (Ornuda) Türk ordusu tarafından öldürülmesine dair savaş suçlundan ve Dohni ve civar köylerden 80 Kıbrıslıtürk esirin EOKA-B’ciler tarafından öldürülmesine dair savaş suçundan söz ettim – ayrıca Türk işgalinin iki aşaması esnasında öldürülen Kıbrıslırumlar’ın gömülü olduğu düzinelerce mezarın ellenmesinden (mezarların boşaltılarak kalıntıların başka yere taşınmasından – S.U.) vs. de söz ettim programda.

PİPERİSTERONA’DAN ARAYANLAR…

Program esnasında izleyiciler telefonla da aradılar ve çoğu Temmuz ve Ağustos 1974’ün trajik günlerinde yaşadıkları olaylardan söz ettiler ancak telefonla arayan başka bazı izleyiciler de ortaya çıkardıklarımdan ötürü beni kutladılar program sonrasında –bahsettikleri şeyler, çalışmış olduğum yayın organlarında tekrar tekrar yazdıklarım ve çıktığım programlarda söylediklerimdi özünde… Ancak Piperisterona bölgesinden arayan iki kişi daha vardı ve Mağusa bölgesinden EOKA-B’cilerin Muratağa-Atlılar ve Sandallar adlı küçük köylerde 126 kadın ve çocuğun katledilmesini şiddetle kınamamdan söz ettiler. EOKA-B’cilerin bu katliamına karıştığı söylenen önde gelen bir din görevlisinin adını ağzımıza alıp almamamız gerektiğini sorgulayan birisi bile oldu.

ÜSTÜ ÖRTÜLMEMELİ…

Aradan 50 yıl geçtikten sonra, adamızda bunca çok sayıda masum insana karşı işlenmiş suçların üstünü örtmememiz gerektiği düşüncesiyle, 126 kadın ve çocuğun katledilmesine ilişkin olarak 23 Eylül 2013 tarihli bir mektuptan alıntılar yapmak isterim. Bu mektup Kıbrıs Cumhurbaşkanı’na, Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üyesi Teofilos V. Teofilu tarafından yazılmıştı. Bir Tanrı olduğuna inananlar varsa ortaya çıksınlar ve çocuklara karşı işlenmiş böylesi bir katliamın mazur gösterilebileceğini, Tanrı’nın bunu affedebileceğini, buna atıfta bulunmanın yaralayıcı olduğunu kamuoyu önünde açıkça ilan etsinler…

TEOFİLOS’UN ETKİLEYİCİ MEKTUBU…

Bay Teofilos V. Teofilu şöyle yazıyor: “Türk işgalinin iki aşaması esnasında ve ateşkesten bir süre sonra da, sivillerin yanısıra yakalanmış/teslim olmuş askerlere ve savaş esirleri ile gözaltına alınmış olan sivillere karşı pek çok korkunç suç işlenmiştir (…) Ancak her iki tarafta işlenmiş bu suçları tek tek ele alıp inceleyecek olursak, en korkunç ve insanlık dışı olanı, Muratağa-Atlılar ve Sandallar’daki 126 masum kadın, çocuk ve yaşlı insanın katledilmesi olduğunu görürüz.”

“SUÇUN KORKUNÇ BOYUTU…”

“Kıbrıs Cumhuriyeti bir devlet olarak bu suçun işlenmesinden dolayı ne hukuki ne de başka bir şekilde hiçbir sorumluluk taşımamakla birlikte, devletin hiçbir organının veya hizmetinin (ordu, polis, gizli servisler vb.) bundan haberi veya müdahil olmaması, suçun korkunç boyutunu azaltmamaktadır.”

“ÖRNEK BİÇİMDE CEZALANDIRILMALIDIRLAR…”

“Gerçek odur ki yaşları üç aylıkdan 80 yaşına kadar değişen Kıbrıslıtürk kadınlar, çocuklar ve yaşlı insanlara karşı bu korkunç, devasa suç, Kıbrıslırum toplumundan Kıbrıslı yurttaşlar tarafından işlenmiştir. Devlet organları tarafından işlenmemiş bir suç olsa dahi, derinlemesine bu suçu araştırarak suçu işleyenleri bulmak ve örnek biçimde cezalandırılmaları için adalete teslim etmek sorumluluğu ve zorunluluğundan kendini muaf tutamaz.

Bu suçun araştırılması ve suçu işleyenlerin mahkeme önüne çıkarılması, gerek iç hukukumuz, gerek Cumhuriyet’in imzalamış olduğu İnsan Hakları’nın Korunmasına Dair Avrupa Konvansiyonu gibi uluslararası anlaşmalar gereği hukuki ve ahlaki bir zorunluluktur.”

“BAŞKA NEDENLER DE VAR…”

Teofilos Teofilu’nun Kıbrıs Cumhurbaşkanı'na yazdığı mektupta, bu kadar uzun bir gecikmeyle bile olsa, faillerin hiçbir hafifletici sebep olmaksızın veya merhamet gösterilmeksizin bulunup cezalandırılmasının gerekliliğini ortaya koyan başka nedenlerin de bulunduğu vurgulanıyor. Teofilos’un sözünü ettiği “başka nedenler” arasında, “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ve Kıbrıslırum toplumuna uluslararası alanda, Kıbrıs sorunundaki adil hedefimize ve sorunun çözümüne verdiği korkunç zarara” işaret edilerek,  “Birleşmiş Milletler ve diğer yabancı muhabirlerin gözü önünde bu suçun kurbanlarının öldürülmelerinden birkaç gün sonra toplu mezardan çıkarılmalarına dair şoke edici fotoğraflar, filmler ve diğer kanıtlarla bu suçun Türk diplomasisi ve propagandası aracılığıyla geniş biçimde kullanıldığına” dikkat çekiliyor.

Bay Teofilu mektubuna devamla, “Türk ordusu ve Kıbrıslıtürk paramiliter güçlerinin ele geçirilen askerlerimize ve masum Kıbrıslırum yurttaşlarımıza karşı intikamcı bir öfkeyle ortaya çıkan korkunç sonuçlara” dikkat çekiyor ve şöyle diyor: “Varolan görgü tanıklarının ifadelerine ve pek çok diğer göstergeye göre, kurbanların bulunduğu mezarlar ortaya çıkınca ve işlenmiş olan korkunç suç duyulunca, Türk ordusu ve Kıbrıslıtürk “mücahitler” ile yurttaşlar, düzinelerce, belki de yüzlerce Kıbrıslırum’u intikam için öldürmüşlerdir…”

“SORUŞTURMA SONUÇLANDIRILMAMIŞ…”

Teofilos V. Teofilu ayrıca, “geçtiğimiz Perşembe günü, yani 12 Eylül 2013’te Kıbrıs Cumhuriyeti Başsavcısı Bay Petros Kliridis’le bir görüşme yaptığını, bu konuda bir araştırma başlatıldığını ve bu araştırmanın devam ettiğini ve henüz sonuçlanmadığını” söylediğini belirtiyor. Teofilu aynı mektubunda, “Kıbrıs hükümetinin bizzat kendisinin ve yurttaşlarının gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, gerekse diğer uluslararası forumlara sürekli başvurarak Türkiye’nin Kıbrıs’a ve yurttaşlarına karşı işlemiş olduğu suçlardan ötürü adalet talebinin bulunmasıyla birlikte, kendi topraklarında kendi yurttaşları tarafından işlenmiş böyle bir suçu araştırmaması, suçu işleyenleri bulup cezalandırılmamasının kabul edilemeyeceğini” de belirtiyor.”

SAVCILIK LİSTEYİ AÇIKLASIN…

Parlamento üyelerinden birinin, Petros Kliridis tarafından başlatılan soruşturmanın tamamlanıp tamamlanmadığını veya Hukuk Hizmetleri forumunda tozlanıp tozlanmadığını Başsavcıya resmi olarak sorması gerektiğine inanıyorum. Herhangi bir sonuca ulaştı mı bu araştırma? Hepimizin de kadın ve çocuk katili olarak görülmememiz için, Savcılığın listesini kamuoyuna açıklaması iyi olur çünkü buradaki gidişata bakılırsa, işler ağırlaşmaya başlayacak...

Muratağa'daki toplu mezar açılırken...

https://www.offsite.com.cy/apopseis/parembaseis/min-anaxeeis-pliges

(Andreas Paraskos’un 8.1.2025 tarihinde Offsite News’da yayımlanan yazısını google translate yardımıyla Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


 

“Çocuklara tiranlığı anlatmak: Soğan Oğlan’ın hikayesi…”

Burcu AKTAŞ/GAZETE DUVAR

En sevdiğim kitaplardandır Gianni Rodari’nin Soğan Oğlan’ı. Bana göre çocuk edebiyatındaki önemi, tiranlığa karşı mücadele meselesini güler yüzle, umutla anlatmasından gelir. Çocukları yetişkin dünyasının adaletsiz yönleriyle yüzleştirirken dünyayı değiştirmenin yolunun doğruyu savunmaktan geçtiğini gösterir. Hem de bambaşka karakterlerle. Rodari’nin hikâyesi, yurttaşları çeşit çeşit sebze ve meyveden, prensi limondan bir ülkede geçiyor. Üstelik burası öyle bir ülke ki “Dikkat edin ayağına bastığınız kişiye, sonra hiç anlamadan sıkışırsınız köşeye.”

GİANNİ RODARİ…

İtalyan çocuk edebiyatının efsanevi ismi Gianni Rodari’nin adaletsizliği, totaliterliği anlatması şaşırtıcı değil elbette. 1920'de doğan Rodari, faşizmin dünyayı sardığı bir dönemde gençliğini geçirir. Mussolini faşizmi altında büyür. Ve 20. yüzyıl İtalya’sının en önemli çocuk edebiyatı yazarlarından bir olur. 1960’lar ile 1980’ler arasında çocuk ve genç nesillerin öğreniminde iz bırakır. Sadece kitaplarıyla değil, çalışma biçimiyle de… Gazeteler için yazar, çocuk gazetesi çıkarır. Ebeveyn ve öğretmen dernekleriyle aktif bir işbirliği yapar. Hatta bir süre öğretmenlik yapıp çocukların hayal gücünü teşvik etmek için uğraşır. 1970 yılında dünyanın en iyi çocuk kitapları yazarlarına verilen Hans Christian Andersen Ödülü’nü alır.

SOĞAN OĞLAN’IN HİKAYESİ…

Gelelim Soğan Oğlan’a… Roman, toplumsal eşitsizliklerin eleştirisidir ve halkın adaletsizliğe karşı bir arada olması fikrine odaklanır. Rodari’nin hikâyesinde Soğan Ailesi bir meyve kasasının içinde yaşar. Ne var ki bu aile o kadar da şanslı değildir. Soğanların varlığının bir kanıtı olan kokusu bu ülkede özellikle yöneticiler ve zenginler tarafından sevilmez. Bir gün ülkenin yöneticisi Limon Prens’in Soğan Ailesi’nin yaşadığı yerden geçeceği duyurulur. Saray adamları, diğer bir deyişle kraldan çok kralcılar, soğan kokusunu ortadan kaldırmanın yollarını arar. Soğan Ailesi duvara dizilip menekşe kokuları ve Isparta’nın en keskin gül suları ile baştan ayağı ıslatılır. Neye uğradığını anlamayan ailenin tüm bunlara itiraz etmesine bile izin verilmez. Beklenen an gelip çattığında talihsizlikler soğanların peşini bırakmaz. Limon Prens geçerken bir itiş kakış başlar ve Soğan Baba istemeden prensin ayağına basar. Prens’e yaranmaya çalışan kalabalık sayesinde Soğan Baba hain olarak yaftalanıp tutuklanır. Ömür boyu hapse mahkûm edilen Soğan Baba’yı ziyarete giden en küçük çocuğu Soğan Oğlan, babasının tavsiyesi üzerine dünyayı tanımak için yalnız başına hayata atılır. Dahası hapishanedeki tüm dürüstleri kurtarmak için yemin eder. Zamanla yeni dostlar edinir. Çok geçmeden onlarla birlikte ülkelerinin başında bulunan zalimlerle mücadele etmeye başlarlar. Soğan Oğlan direniş ve dayanışmanın önemini ortaya koyarken, nezaketin, dostluğun ve ortak bir amaç için birlikte çalışmanın değerini bilen bir figüre dönüşür.

DANTEL GİBİ İŞLEMİŞ…

Gianni Rodari, meyve ve sebzeden oluşan tüm roman karakterlerinin detaylarını dantel gibi işler. Çünkü onlar üzerinden sınıf mücadelesini anlatır.

Soğan Oğlan, sadece İtalya’da popüler bir hikâye olmakla kalmamış, dünya çapında çocuk edebiyatı üzerinde etki yaratmış bir kitap. Çünkü adalete inanan sıradan bireylerin fark yaratma potansiyeli hakkında zamansız bir alegori. Bizde de ilk kez 1993 yılında yayımlanıyor.

Sömestrin yaklaşmasını fırsat bilip 9 yaş ve üstü arkadaşlarına kitap önerisinde bulunmak isteyenlere duyulur.

Son sözü Soğan Oğlan’a bırakayım: “Sebze de olsa, meyve de olsa, iyiler her zaman kazanır…”

Gianni Rodari...

***  Soğan Oğlan, Gianni Rodari, Çevirmen: Aslı Özer, Resimler: Claude Leon, 268 s., Can Yayınları,  2022

(GAZETE DUVAR – Burcu AKTAŞ – 4.1.2025)