POLİTİS gazetesi, “Suyu bulandırmaya çalıştık” başlıklı haberinde, 1974’te Muratağa-Atlılar-Sandallar’daki toplu mezarlarda bulunanların kimlikleri hakkında şaibe yaratmak maksadıyla, bir Kıbrıslırum gazetecinin mezarda bir kolye bulduğu ve bunun bir “kayıp” Kıbrıslırum’a ait olduğu yalanının yayılmaya çalışıldığını yazdı…
Lefkoşa, 24 Temmuz 2018 (T.A.K.): EOKA-B’ci bir grubun erkeklerini esir alıp Mağusa ve Limasol’daki esir kamplarına götürdükten sonra Muratağa, Atlılar ve Sandallar’dan topladıklar kadın, çocuk ve yaşlı 126 Kıbrıslı Türk’ü öldürüp toplu mezara gömmesi olayını deşifre etmeye “Kıbrıs Sorunu: Suçları Açıklıyoruz” başlıklı dosyayla dün başlayan Politis gazetesi, bugün de başka bir yönünü gündeme getirdi.
Gazete, 1974 Ağustos sonu-Eylül başında, Muratağa’daki toplu mezarın açılması sırasında, bazı Rum ve Yunan gazeteci-foto muhabirlerin, açılmış mezardaki bir kadın cesedinin üzerine, Yunan motifi olduğu kuşku kaldırmaz çerçevesi olan bir kolye atarak, katliam çukurundakilerin kimliği konusunda kuşku yaratılmaya çalışıldığını belirtti.
Haberi “Maratha’daki (Muratağa) Mezarda Kolye… ‘Kadın Cesedinde, Yunan Olduğunu Gösteren Materyal… O Zamanlar Suları Bulandırmaya Çalıştık” başlığıyla birinci sayfasından veren ve iç sayfasında detaylandıran gazete, olayı özetle şu ifadelerle aktardı:
“Türkler Muratağa’daki toplu mezarı buldukları günün ertesinde mezarı kazmayı kestiler ve BM’den, Kıbrıslı Türk sivillerin katledilmesi suçunu kaydetmeleri için uluslararası televizyon ekipleri ve yabancı gazetelerden muhabirlerin de katılacağı bir basın heyeti organize etmesini istediler. Bu heyete Kıbrıslı Rum ve Yunan gazeteciler de katıldı.
Bir anlatıma göre heyete katılan Yunan gazeteci, istek üzerine, boynunda bulunan çerçeveli kolyesini dikkatlice mezara attı. Diğer bir anlatıma göre kolye bir Kıbrıslı Rum gazetecinin cebindeydi ve açık mezara atan da oydu.
Kavurucu sıcağa ve cesetlerin ileri derecede çürümüş olmasına rağmen Kıbrıslı Rum foto muhabiri kolyenin cesetler üzerindeki görüntüsünü meslektaşlarının da yardımıyla çekip ölümsüzleştirdi. Kolye özgür bölgelere de getirildi ve bir hükümet yetkilisine teslim edildi. Bu olayı hükümet sözcüsünün 2 Eylül 1974 tarihli yazılı açıklaması (4, 02/09/1974, Enformasyon Dairesi Arşivi) da doğruluyor. Açıklamada ‘toplu mezardaki kadın cesedinden hükümetin eline geçen materyal, sahibinin Yunan (kadın) olduğu sonucunu gündeme getiriyor’ deniliyor.
Kolye vesilesiyle gerek RİK gerek Kıbrıs Rum gazeteleri haberi 3, 4 ve 5 Eylül 1974’teki sayılarında “Muratağa Mezarındaki Cesetler Yunanlara Ait Olabilir”, “Muratağa Ölüleri Arasında En Azından Bir Yunan Var” , “Türklerin, Toplu Mezar Bulduklarına Dair Propaganda Gürültüleri” başlıklarıyla birinci sayfalarına taşıdılar.
Mahi gazetesi, 3 Eylül 1974 tarihli sayısında ‘tamamlanmış bilgilerimize göre, bulunan materyal Atina’da üretilmiş çok güzel bir kolyedir. Kolye, Türk istilacılar tarafından soğukkanlılıkla öldürülen Yunanların olduğuna inanılan toplu mezarda genç bir kadının cesedinde bulundu. Türklerin, Mağusa toplu mezarına dair kopardıkları gürültü de boşa çıkıyor ve Yunanlara karşı işledikleri korkunç suçların faili kendileri oluyor’ ifadelerini kullandı.
Aynı tarihli sayısında Fileleftheros Hükümet Sözcüsü’nün önceki günkü açıklamasına atıf yaparak, daha dikkatli şekilde şunları yazdı: ‘Muratağa’da Kıbrıslı Türklerin toplu mezarı bulunduğuna şikayetler, yüzlerce kayıp Yunan’la ve bu gürültünün koparıldığı yerle ilişkilendiriliyor. Toplu mezardaki bir kadın cesedinden hükümetin eline geçen materyal, sahibinin Yunan olduğu sonucunu gündeme getiriyor.’
Gazete haberine, Sözcü’nün önceki gün yaptığı, hükümetin şikayetleri yerinde inceleme imkanına sahip olmadığı ancak BM’nin ve Uluslararası Kızılhaç’ın, Türk gözlemci ve uzmanının da huzurunda bağımsız bir araştırma yapmasını kabule hazır olduğu açıklamasına yer verdi. Yine, BM Barış Gücü’nün ‘UNFICYP yönetimi, Kıbrıs Türk köyü Muratağa’da bulunan mezar vakası ile dikkatle meşgul oluyor. Dün geceye kadar çoğunluğu, vücutları kömürleşmiş olduğundan kimlikleri tespit edilemeyen çocuklardan oluşan 20 ceset bulundu’ açıklaması da aktarıldı.
Agon gazetesi ertesi günü (4 Eylül 1974) kolyenin sahibinin kökeniyle ilgili kendi bilgilerini ‘güvenilir bilgilere göre toplu mezar içerisinde bulunan kolyenin sahibi Kıbrıslı Rum’un kimliği tespit edildi. Tripimenili (Tirmen) Kıbrıslı Rum kadının yakın akrabaları dün yetkili makamlara giderek kolyenin, yakınlarına ait olduğunu teşhis ettiler. Ada’nın Türkler tarafından işgal edilmesinden beridir kayıp olan Kıbrıslı Rum kadın 7 yaşındaki oğluyla birlikteydi ve toplu mezarda bulunan çocuk cesetlerinden birinin de oğluna ait olduğu yolunda ciddi şüpheler var’ ifadeleriyle aktardı.
Kolye hikayesi fazla uzun sürmedi ancak bu maksatlı kargaşa birkaç hafta devam etti. Enformasyon Dairesi arşivine göre 18 Eylül 1974’te hükümet sözcüsü istila Başbakanı Bülent Ecevit’in Alman Der Spiegel’e açıklamasını yorumlaması istendiğinde, yine bulunan delile atıf yaptı. Basın bülteninden aktarıyoruz:
‘Kıbrıslı Türklerin devam eden toplu katliam iddiaları boşa çıktı. Atlılarla ilgili olanlar da iyiden iyiye gün ışığına çıkmadan terk edildi, Muratağa ile ilgili olanlar da bulunan delillerle yalanlandı.’
Bir süre geçtikten sonra bizim taraf, Muratağa’daki toplu mezara bazı Rumların da gömülmüş olabileceği iddiasının doğru olmadığını anladı ve iddiayı terk etti. Dahası Türkler, kazıdan sonra suçu araştırmakta olan BM Barış Gücü’nün İsveç kontenjanından görevlilerin de huzurunda yeni bir toplu mezarı ve bazı cesetleri teşhis ettiler, ardından da gerek Muratağa’ya gerek Atlılar’a katledilenler adına anıt diktiler.
Bunca yıldan sonra meseleyi araştırırken, devlet televizyonunun kameramanı (bugün hayatta değil) ile birlikte Muratağa basın heyetine katılan RİK muhabirinin, dönemin siyasi olgularıyla ilgilenen bir kişiye bu olayla ilgili olarak; ‘Belki de, olumsuz sonuçlar getiren ciddiyetsiz bir hareketti’ dediğini öğrendim.”
(TAK Ajansı Rumca Haber Bülteni’nden – 24.7.2018)
BASINDAN GÜNCEL…
“Bizde Pazarları…”
Günay Seheroğlu
Geçtiğimiz Pazar günü annem “gelin kahve içelim” diye mesaj attı. Gittik. Annemle aynı mahallede oturuyoruz. Annem bir yandan çiçeklerini sularken diğer yandan hellim yapıyordu ve aynı zamanda da, canımız babutsa çekti diye, bize babutsa da ayıklıyordu. Ben de bu arada kahveleri yaptım.
Kahveci fincanında. Şikayet ederdi çiçeklerin kökü argasdi dolmuş diye. Hellime bakmaya gitti, noro suyundan biraz da kapıda rüşvet istermiş gibi bekleyen kedilere koydu. Sonra sordu “şekerli sıcak nor ister misiniz” diye. Size hiç anneniz bu soruyu sordu mu? Eğer sorduysa çok şanslısınız.
Neyse biz sıcak şekerli ve gülsulu norumuzu yedik. Bu arada amcalarım geldi babaannemle birlikte. Biraz bencilce olacak biliyorum ama eğer zihin engelli bir amcanız varsa çok şanslısınız; hele de iki tane amcanız varsa iki kat şanslısınız. Amcalarım bizi ayrı seviyor. Hiçbir çıkarları olmadan hiçbir şey beklemeden seviyorlar etraftaki insanları, hayvanları, çiçekleri ağaçları hatta yataklarını, televizyonlarını, defterlerini, kalemlerini…
Uzun zaman yanlarına uğrayamaz olursunuz ama, çünkü bize bunu yaptırır duruma geldi var olan düzen. Hayatta kalma kaygımızdan sevdiğimiz insanlara vakit ayıramaz olduk.
Biz her pazar birbirimizi görür sohbet ederiz. Eğer bir pazar müsait değilsem ve görüşemezsek, bir sonraki pazar ilk cümleleri “iyi ki gördük yüzünü” olur. Sitemin, tribin naifliğine bakar mısınız?
Amcalarımın bu aralar en büyük derdi sıcaklar; bir de dünya kupasında Hırvatistan’ın şampiyon olamayışı, hala atlatamadılar… Biraz özlem giderdikten sonra annem sıcak hellimlerden getirdi, biraz da onların tadına baktık. Yok yok, bayağı bayağı kuru kuru sıcak hellim yedik epey bir. Öğlen kahvesinden ve yenilecek her şeyi yedikten sonra eve geri döndüğümüzde bizim evdeki argasdilerin de büyüdüğünü fark ettik, onları biraz yolduktan sonra yan komşumuz Burhan dayı ile ayaküstü sohbet ettik. Verigo üzümün faydalarında bahsetti bize biraz. Ağaçlarımızı suladık. Annemin verdiği yolluk sıcak şekerli noru komşumuzun oğluna da ikram ettik (artık çok sıcak değildi) ve bizde gül suyu yok diye diğer komşudan rica ettik – biraz sıcak nor karşılığında gül suyunu aldık.
Diğer komşumuz da geçenlerde köpeğimiz hasta olduğunda da onu hiç tereddüt etmeden veterinere yetiştirmişti. Bu aralar herkes gibi biz de diyette olduğumuzdan yaptığımız şekeri az olan limonatadan arkadaki zeytin ağaçlarını sulayan Emine Abla’ya da ikram ettik; o da bize istediğimiz kadar zeytin toplayabileceğimizi söyledi.
Köpeğimi gezdirmeye çıkardığımda daha aşağıda arkadaşıyla hasret gidersin diye beklerken “gel Günay biraz yardım et bana da ekşileri toplayamıyorum’’ diyen Şenay Abla’ya yardıma gittim. Topladığımız ekşilerin yarısını da tüm “hayır” demelerime rağmen bana verdi bir köpekle evden çıkıp bir köpek ve bir lenger da ekşi ile geri döndüm oturdum ve düşündüm: bir mahallede olmasını isteyeceğimiz her şey vardı bu mahallede.
Herkesin bahçesinde onlarca ağaç, çiçek, kedi, köpek, sabah “günaydın” akşam “iyi geceler” diyen güleryüzlü insanlar, başınız sıkıştığında çalabileceğiniz kapı, canınız sıkıldığında kahveye çağırabileceğiniz komşularınız… Mahalleyi mahalle yapan komşuluk ilişkileridir. Son zamanlarda elimizden almak istedikleri şey tam olarak mahallelerimizdir. İnsanlar komşularını tanımasın, apartmanlarda otursunlar, eğer müstakilde oturulacaksa da sadece zenginler oturabilsin.
Değil komşuluk ilişkileri, etrafta argasdisini yolacak toprak bırakmayacaklar. Bölgemiz olan, narenciye şehri olan Omorfo’nun köylerine de girmeye çalışıyor bu gözü dönmüş kâr hırsı: Yurt yapacaklar, denize yakın köylere otel yapacaklar. Her adımda portakal ve ekşi ağacına denk gelen bizler her adımda bir öğrenci yurduna denk gelir olduk. Biz bu düzeni sevmedik ve sevmeyeceğiz; biz komşularımızla sohbet etmek, toprakla vakit geçirmek, dalından ekşi toplamak, sıcak noru herkesle paylaşmak istiyoruz.
(Ankaradegillefkosa - Günay Seheroğlu – 24.7.2018)