Simge Çerkezoğlu
Estetik, yalın ve basit olarak tanımlıyor Mustafa Öngün fotoğraflarını… Bana göre ise fotoğraflarındaki yalınlığın içinde derin bir zenginlik öne çıkıyor. Sanırım hayata felsefeci gözüyle bakmak ona böyle bir yetenek bahşediyor. Zahra Box’da açılan fotoğraf sergisi “Şimdinin İçinde” ile bu güne kadar siyasi yazıları, akademisyen kimliği ve aktivist duruşuyla tanıdığımız Mustafa’nın bambaşka bir yönüyle tanışıyoruz. Ayrıca tüm bu kimliklerden sıyrılarak, kendini şimdinin özgürlüğüne bırakmasına da şahitlik ediyoruz. Darısı tüm toplumun başına…
Öncelikle Mustafa Öngün’ü biraz daha yakından tanımak istiyorum. Kendisi daha çok yazıları ve aktivist kimliği ile tanınırken bana göre aslında bir filozof. Çünkü bilgiyi arayan bir insan…
“Mağusa’da doğdum, Kıbrıs’ta büyüdüm. Üniversiteyi Ankara’da okudum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldım. İngiltere’de Metropolitan Üniversitesi’nde siyaset felsefesi üzerine yüksek lisansımı, sosyoloji ve felsefe alanında da doktoramı tamamladım. Bir süre İngiltere’de akademisyen olarak çalıştım. 2014 yılında Ada’ya döndüm. Bir süre Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde ders verdikten sonra şimdi Birleşmiş Milletlerde İki Toplumlu İlişkiler bölümünde, toplumları yakınlaştırmak için projeler yürütmekteyim.”
“Kamerada gelecek kurgularım, geçmişte öğrendiklerim yoktu”
Bana kalırsa felsefe ve fotoğrafçılık birbirine yakın konular. Çünkü belli bir amaçla çekilen her fotoğrafın kendi içinde bir felsefesi var. Mustafa’ya benzer duygularla mı fotoğrafa yöneldiğini soruyorum ve beni güldürüyor…
“Açıkçası fotoğrafa böyle çok da felsefi düşünerek başlamadım. Ada’ya döndüğümde kendimi kolektif hayatın ve siyasetin içinde buldum. Hiçbir sivil partiye dahil olmadım ama sivil toplumda barış aktivizmi olsun, başka konular olsun hep kolektif çalışmalar içerisinde yer aldım. Öte yandan akademide de ders verdim ama ikisi de bende hayal kırıklığı yarattı. İkisine de tutunamadım. Aktivizm alanında denedim denedim hiçbir kazanıma ulaşamadım. Bu genel bir sorun sanıyorum herkes benzer duygular içindedir. Bir yandan da akademide felsefe bölümünün olmaması beni hayat kırıklığına uğrattı. Burası için üniversite adası ifadesi kullanılırken, pek çok üniversite açılırken bir tane bile felsefe bölümü yok. Dolayısı ile akademi de benim için uzun ömürlü olmadı. Tüm bunları yaşarken kendimi daha başka nasıl ifade edebilirim diye düşünmeye başladım. Doğrusu fotoğraf çekmeye lise yıllarımda başlamıştım. Üniversiteye gitmeye başladığımda ise bırakmıştım. Artık ilgilenmemeye başlamıştım. Biraz geçici bir heves gibiydi. Daha sonra bu arayışlar içindeyken yeniden fotoğraf çekmeye dönmeye karar vardım. Bakalım neler olur diye düşünmeye başladım. Bu elimde olan küçük kamerayı aldım. Kamusal alanlara, kalabalık olabilecek mekânlara, insan hayatının içine, daha hızlı aktığı alanlara gitmeye başladım. Hayata bir anlamda kamera ile bakmaya başladım. İlginç bir şey fark ettim. O güne kadar hayata hep kavramlar aracılığı ile yaklaşmıştım. Zihnimde hep gelecek kurguları, geçmişten öğrendiğim şeyler vardı. Hayatı hep bunları uygulayarak deneyimlemiştim. Kamera aracılığı ile hayata bakınca anın içine girmeye, anı deneyimlemeye başladım.”
“Fotoğraflarımın zorluğu doğallığı yakalayabilme çabası”
Mustafa bir felsefeci olarak fotoğraflarla anı deneyimledikçe geçmişten, gelecekten arındıkça ne çok ayrıntıyı fark ettiğini şöyle anlatıyor.
“Artık kavramlar hiç yoktu, gelecek kurguları yoktu, geçmişte öğrendiklerim yoktu. Sadece o anın içinde yer almak vardı. İnsanların akışını, hareketlerini gözlemlemeye başladım. Bunu gözlemleyince de fark ettim; o akışın içinde çok estetik yalın, basit anlar vardı. Bir yandan hayat kaotik bir şekilde giderken kalabalık, karmaşa, koşuşturma sürerken bunlara şimdinin içinden bakınca yalın, estetik anların olduğunu fark ettim. Böylece bütün çabam o noktada başladı, onları yakalamam gerektiğini fark ettim. Hayatta bunları ortaya çıkarmam gerekiyordu. Böylece fotoğraf çekmeye başladım. Bu noktada başka bir zorlukla karşılaştım. Gözlemlediğim kişiler onları gözlemlediğimi fark ettiği anda büyü bozuluyordu. Ne zaman ki biri onun fotoğrafını çektiğimi fark ediyordu ortaya kötü sonuçlar çıkmaya başlıyordu. Ne zaman ki ben bir şeyleri kurgulamaya çalışmaya başlıyordum sen burada dur şöyle yap gibi istediğim estetik yalın ve basitliği yakalayamıyordum. Anladım ki hem anın içinde kalıp gözlem yapmam gerekiyordu hem de o anın parçası olmam gerekiyordu. Böylece gözlemlediğim insanlar beni garipsemeden kabul edebilecektir diye düşündüm. Bu şekilde çalışmaya başladım. Günlerce belli bir yere gidip saatlerce aynı yerlerde vakit geçirdim. İnsanların beni benimsemesini sağladım. Fotoğraflarımı daha çok sahil kenarlarında çektim. Sahillerde daha fazla hayat ve insan var. Girne, Mağusa, Larnaka, Limasol… Geçtiğimiz iki yılı aşkın sürede yaklaşık yedi bin tane fotoğraf çektim. Benim fotoğraflarımın zorluğu doğallığı yakalayabilme çabası. Doğal olmak için her yerde çok vakit geçirdim. Hatta biraz obsesif biçimde davrandım. Saatlerce aynı yerde durduğum oldu. Üç saat, dört saat aynı yerde dolaştığım oldu. Bazen binlerce fotoğraf çektim, bir tanesini dahi beğenmedim. Böyle bir süreç yaşadım. Fotoğraf çekmek için kursa gitmedim. Hiçbir şey okumadım. Sadece bir kamera satın aldım. Onun teknik özelliklerine baktım, öğrendim, çekmeye başladım. Ben fotoğraf çekmenin içgüdüsel bir şey olduğuna inanıyorum. Öyle çok da öğretilecek bir şey değil bence. Fotoğraf kurslarına falan da çok inanmıyorum. Bence iyi fotoğraf çekmek önce insanın kendini keşfetmesiyle mümkün olabilir. Çok içgüdüsel bir şey, o nedenle öğrenilecek bir şey değil. Ben kendime küçük ve sessiz bir makine seçtim. Zoom olan bir kamera ile birini çekmek, bir yerde durmak çok daha fazla rahatsızlık verici oluyor. Ayrıca fotoğraf çekerken ses de çıkarmıyor. Bence kamera da çok önemli değil. Elbette her fotoğrafçı iyi bir makineyi seçmek ister kendine ama sonuçla çok da alakalı olduğunu düşünmüyorum ben bunun.”
“Kameradan bakınca kendimi gerçekten şimdinin içinde hissediyorum”
Mustafa ile “Şimdinin İçinde” ismini verdiği ilk fotoğraf sergisini de konuşuyoruz. Binlerce fotoğrafı içinde on bir tanesini sergilemeyi uygun görmesinin nedenini merak ediyorum doğrusu…
“Hayat hep bir koşuşturma haline geldi, kaygılarımız da artmıştır. Kaotik bir yaşamla karşı karşıyayız. Seçtiğim fotoğraflar ise bu kaotiğin içindeki en basit, en yalın, en kaygısız, en güzel anı ortaya çıkarıyor. Fotoğrafa bakana bir rahatlık hissettirmeye çalışıyorum. Bu da bir paradoks aslında, hem kaotik bir şeyin içerisindeyiz, kaygılarla örülmüş yaşıyoruz ama o kaygıların içinde ana yoğunlaşıp bakınca içinde çok güzel şeylerin olduğu ortaya çıkıyor. Buna bağlı olarak serginin ismini de şimdinin içinde olarak seçtim. Kamera ile bakınca gerçek anlamda şimdinin içinde olduğumuzu hissediyorum. Bunlar benim şimdiye dahil olabildiğim anların toplamı aslında. Bunun yanında sergideki fotoğrafları doğal sokak sesleri ile de destekledik. Ulaş ve Naz arkadaşlarım yaptı. Onlarla konuştuğumuzda kamusal alanlarda çekilen fotoğraflar olduğu için onları tamamlayıcı yine sokaktan gelen bir takım seslerin de güzel olabileceğini düşündük.”
“Siyah beyaz fotoğraflarla gerçekliğin ötesine geçmiş gibi oluyorum”
Fotoğrafların bir diğer güçlü yanı siyah beyaz oluşları… Bana göre fotoğrafların doğallığı siyah beyaz oluşunda saklı… Mustafa’ya göre ise siyah beyaz fotoğraf bir gerçek dışılık vurgusunun tezahürü.
“Genelde fotoğraflarımı renkli çekerim. Siyah beyaz olmasının nedeni gerçek bir şey çekerken, onu siyah beyaz yapmanın gerçek dışı bir etki yarattığını düşünürüm ben. Renkli olunca sanki o gerçek olan an çok gerçek gibi görünüyor gözüme. Oysa siyah beyaz olunca o gerçekliğin dışına, ötesine geçmiş olduğumu düşünür, daha estetik bulurum.”
“Zahra Box kendini özgürce ifade etmek isteyenler için alternatif”
Pek çok Mağusalı gibi Mustafa da yaşadığı şehri sahiplenen, yaşadığı şehirle özdeşleşen bir insan ama bu sergiyi Lefkoşa’da benim de en sevdiğim mekânlardan biri olan Zahra’nın, Box isimli bölümünde açtı.
“Benim zihnimde aslında sergi açmak gibi bir düşünce yoktu. Sosyal medyada da fazla fotoğraflarımı paylaşmazdım. Zaman zaman İnstagram’da paylaştığım olurdu. Çoğu insana da bahsetmezdim ancak zaman içinde bazı dergilerde fotoğraflarım yayınlandı. Bazı sokak fotoğraflarının paylaşıldığı özel hesaplara fotoğraflarım seçildi, böylece Zahra’nın sahibi Can Yeşilada ile konuşurken bu fikir oluştu. Fotoğraflarımda nasıl doğallık aradıysam sergi mekânına da aynı biçimde yaklaştım. Bu anlamda Zahra aradığım mekândı. Sanatı kurumsallıktan bağımsız yapmaktı benim amacım. Burada da baskıcı, olumsuz anlamda bir kurumsallık söz konusu değildi. Böylece birlikte bu sergiyi açmaya karar verdik. Arkadaşlarım da yardımcı oldu. Bu doğallığı çok sevdim. Son zamanlarda sanatta doğal olmayan bir şeyler var. Özellikle de kurumsal olarak yapılanlarda. Bir yere başvuruyorsun, oluyor olmuyor. Sonra yapılır, yapılmaz. Tüm bu süreçler sanki sanatın güzelliğinin dışına çıkıyor. Oysa biz Zahra’da sanatın bu güzel boyutunu koruduk. İlk kez bir sergi açıldı. Artık benim gibi niyeti olan arayışları olan, bir şeyler sergilemek isteyen insanlara da açık olacak Zahra Box. Bu mekân bir anlamda açığı da dolduracak diye düşünüyorum.”
“Yaşadığımız toplum farklı bir şey yaptığınız anda bunu değersiz algılar”
Gazedda isimli internet sitesinde bir dönem yazılar da kaleme alan Mustafa, bu yazılarda Kıbrıslı Türklerin ruh haline ilişkin önemli çıkarımlarda bulunuyor. Ona göre bizler “bir şey yapamama, yeni bir şey yaratamama” durumundayız. İster istemez düşünüyorum; fotoğraf çekmek biraz da tespitte bulunduğu bu duruma meydan okumak mıydı?
“Fotoğraf çekmeye başlamadan önce sık sık yazardım. Daha fazla siyasetin içindeydim. Zaman içinde yazmaktan bana bıkkınlık geldi artık pek fazla yazmıyorum. Toplumun yaratıcılık kısmına dair sorun var gibime geliyor. Bu bana da yansıyor sonuçta ben de bu toplumda yaşıyorum. Toplum yaratıcılığa izin veren bir yapıda değil. Bu toplumda birini deli olarak yaftalamak çok kolaydır. Farklı bir şey yaptığınız an, delice, saçma, değersiz görünür. Hemen üzerine bir çizgi çekilir. Oysa insan yaratıcılığını keşfettikçe çok farklı güzel şeyler ortaya koyabilir. Ne yazık ki yaşadığımız ortam, yapı buna çok ihtimal vermiyor. Ben Box’un bu anlamda insanların yaratıcı yönünü ortaya çıkarabileceğine inanıyorum. Mesela beni de fotoğraf çekerken gören bazı insanlar bunu garip karşıladılar. Deli mi oldun demediler ama nedir yaptığın diyenler oldu. Aslında aynı şeydi. Ben bu düşüncelerle fotoğraf çekmeye başlamadım ama sonradan düşününce bu şekilde yorumlanabilir tabii. Ben tabii siyasi, politik, sosyolojik şeyler konuşan biri olarak fotoğraf çekmem insanları şaşırtıyor da olabilir. Belki bu açıdan benim için meydan okuma sayılabilir.”