Mutluluk bir hafifleme halidir diye düşündüm bu sabah, içimde bir ağırlık ve son sıralar kurtulmayı başaramadığım o yakıcı iç sızısı ile uyanınca. Yaşanan her olumsuz dönem benzer zaman dilimlerinin anısını da hortlatıyor ve karanlık düşüncelerle bir girdabın içinde bulabiliyor insan kendini. Oysa bellekte mutluluğun da kayıtları var. Hayatın içinde sayısız avuntu, karar verip elini uzatsan senin olabilecek sevinçler gizli. Bunlar karanlıkta otururken kalkıp açabileceğin perdeler gibi. Kalkıp açmıyorsun ama… İçindeki kırgınlıkla o zifiri karanlıkta oturmaya layık görüyorsun kendini.
Hayatın en önemli meselelerinden biri bu galiba. Potansiyel olarak orada bulunan mutluluklara ve refaha ulaşamamak. İçsel ve dışsal ayak bağları bunun en önemli nedeni. Bireysel olduğu kadar toplumsal hayatlar için de geçerli bu… Daha iyi hayatlar yaşamak öylesine mümkün ki… Zaman boşluk tanımıyor bir yandan da. Sen çözümü bulmazsan o kendi çözümlerini oluşturup bir biçimde bir denge tutturuyor.
Travmatik deneyimler iyileştirilmediği sürece hayatın olumluya doğru akışını engelliyor. Bazı hedefler koymak önemli ama bazen hedef bir saplantıya dönüşüp başka seçeneklerin önünü kesiyor. Bir paradigma oluşuyor ve sanki başka bir yol yokmuş gibi onun esiri oluyorsun. Pek çok hayat bazı saplantılar yüzünden boşa harcanıyor ya da ziyan olabiliyor.
Çoğu hastalığın, kazanın, sakarlığın nedeni mutsuzluk ve gerginliğin vücutta oluşturduğu toksinler. Gergin olduğun zaman kafan bulutlanıyor ve bulanık baktığından net kararlar alamıyorsun. Zincirleme aksilikler biraz da bundan ötürü ortaya çıkıyor.
Eski mutsuzlukların hayaletleri yeni mutluluk ihtimallerinin önünü kesiyor. Oysa bundan kaçmak ve başka denizlere yelken açmak da pekâlâ mümkün.
Birbirine kıyasıya düşman, çoğu birtakım mitlerden oluşmuş kendi nefret anlatıları içinde debelenen insanlar ve gruplar başkalarını acıtırken kendilerini de acıttıklarının farkında bile değiller. Bu nefret anlatılarının geri planında güç ve iktidar savaşları ve ekonomik çıkarların yanı sıra bazı kalp kırıklıkları da var. Geçmişin gölgesi bugünü ve geleceği kaplayacak kadar ürkütücü çoğu zaman.
Bunları analiz edip çözmek yerine boks ringine çıkmak tercih edilen. Paradigma birinin kazanıp ötekinin kaybetmesi üzerine kurulmuş. Egemen olan kavramlar iş birliği, armoni, birliktelik olabilecekken çatışma, düşmanlık gibi yıkıcı kavramlar.
Bu çatışma ve gerilime bir çeşit haz duygusunun eşlik ediyor olması işin en tehlikeli yanı. Bu rakibin alt edilmesiyle gelen bir çeşit zafer hazzı.
Otto Kernberg’e göre “Acı çekmenin tersi olarak nefret, nesne üzerinde kinci bir zaferdir. Aynı zamanda yansıtmalı özdeşleşme yoluyla ürkütücü kendilik temsili üzerinden de zafer kazanılır”
Acılar bir intikam planına dönüştükçe bunu yapanların hem fail hem de kurban olmaları kaçınılmaz. Bize yöneltilen kötülüklere karşı tavrımız hayattaki önemli sınavlardan birisi. Kötülüğe engel olmalı ve bize yöneltilenin tekrarlanmasını ve başkalarını da hedef almasını engellemeliyiz elbette. Önemli olan bunu yaparken zalime dönüşmememiz.
Japon dövüş sanatı Aikido bu felsefeden hareket ediyor. Şiddet kullanmadan rakibin saldırısını boşa çıkarmayı hatta ona yardımcı olarak kafasında bir dönüşüm sağlamayı niyet ediniyor.
Kuramsal anlamda bütün bunlar kafamıza yatsa da gerçek bir saldırı ile karşı karşıya kalınca sersemleyip yanlışa düşebiliyoruz. Karşı tarafın açtığı yara o kadar canımızı acıtıyor ki bu rasyonel düşünmemizi, duruma dışardan bakmamızı engelliyor. Böylesi durumlarda bir süre eylemsiz kalıp yatıştıktan sonra harekete geçmek belki de en doğrusu. Bunu başarmak zor tabii. Yaralı bir insanın sakin kalması pek mümkün değil. Belki de çözüm seni yaralayana değil de kötülüğün kaynaklarına yönelmekte. Karşı saldırı yarayı iyileştirmekten çok çoğaltıyor zaten. Sağaltıcı olan ondan uzaklaşıp olumlu enerjilerin olduğu yerlere gitmek.
Her zaman doğru davranmak, kendine ve başkalarına karşı adaletli olmak mümkün değil bu hayatta. Bunu başaramasan bile kendine dert ediniyorsan iyi bir insansındır. Bir gün bir ödül getirir elbet hayat sana.