Yılmaz Akgünlü
Evrensel yaşamla, doğal yaşamla, dünya yaşamıyla aramızdaki uzaklık sadece algımızın bir hatasıdır, ya da eksikliğidir. Peki bu eksikliği nasıl giderebiliriz? Algımızı yeniden öyle bir açalım ki çevremizdeki herşeyle her zaman var olmuş olan bütünlüğü hissedebilelim. Bu algı açma işine yardımcı olan unsurlar nelerdir? Biz bunlar üzerine oturup düşündükçe kendi deneyimlerimizden bize yardımcı olan birçok şeyi hatırlayabiliriz. Ben kendi adıma dünyayla arama mesafe koyan, beni evrene yabancılaştıran zihin türünün etkinliğini azaltmayı çok yararlı buluyorum. Çoğu insan yargılayıcı, ayırıcı zihninin etkinliğini azaltmak için doğal olmayan ve zararlı yöntemlere başvuruyor, alkol, aşırı çalışma, fazla televizyon ve bilgisayar gibi. Bunlar biraz işe yarasa da hem olumsuz yan etkileri vardır hem de kişiliğimizin doğru bir şekilde beslenmesini sağlayan etkinliklerin yararlarına sahip değiller.
Bence sağlıklı olan yöntemlerin başında sessiz ve sakin bir yerde oturmak geliyor. İnsanların bizi rahatsız etmeyeceği bir yerde sadece kendi kendimizle başbaşa kalmak, kendimize ilgi ve sevgi göstermek arzusuyla dolu olmalıyız. Burada niyet çok önemli, yani içimizde hakikaten kendimizi görmek, onarmak ve özümüze dönmek gibi motifler olmalı. Kendimizle başbaşa kalmayı, bir başkası önerdiği için değil, biz gerçekten kendimiz istediğimiz için yapmalıyız.
Şu düşünceler bize yardımcı olabilir:
Beni benden başka kimse iyileştiremez.
Mutluluk ve içhuzur her yerde ve her zaman vardır. Hiçbir şey yapmasam da mutluluk buradadır, onu yaşayabilirim.
Zihnim sonsuz imkânlarasahiptir, bu imkânları açığa çıkarmak sadece benim elimdedir.
Önce kendi içimde yaratıcı ve üretken olmak istiyorum. Sonra bu üretimi dış dünyaya da taşıyabilirim.
Zihnim benim evimdir. Ve onu düzen altına almadan huzur bulamam.
Kendimi hatırlamalıyım. Çok uzun zamanlardan beri yaşıyorum ve içimde mutluluğun ve anlamın sırlarını barındırıyorum. Geçmişimdeki yaratıcı ve mutlu anları hatırladıkça onlardan beslenebilirim.
Kendimizin de üretebileceği bu tür düşünceler bize yolu gösterir. Bize inanç ve sağlam bir yaşam felsefesinin temellerini sağlar. Kendimiz olma yolunda yürümek için güce ve cesaret ihtiyacımız vardır. Bu nedenle bu tür sağlam düşüncelere sahip olmak ve bu düşüncelerin bizim tarafımızdan üretilmesi ya da en azından onaylanması zorunludur.
Kendi odamızda sakince oturdukça sorunlarımızı oluşturan zihnimizdeki dalgalanmalar da yatışacaktır. Fakat bu yatışma kesinlikle yeterli değildir. Zihnin yatışması sadece zihnin asıl yaratıcı gücünün açığa çıkmasının ilk adımıdır. Sakinleşme sağlandıktan sonra zihnimizde oluşan ve kendiliğinden açığa çıkan bazı sezgi ve daha hassas düşüncelerin akışına karşı uyanık olmalıyız. Biz sorunlarımıza ve çözümlerine odaklandıkça bilinçdışımız bize ilham vermeye başlayacaktır. Bu ilham kimi zaman geçmişten bir anımız, kimi zaman daha önce ayırdına varmadığımız bir düşünce, ya da içimizi hafifleten bir duygu olacaktır. Geçmişimizde olan iyi ya da kötü olaylar dağınık ve rastgele bir biçimde açığa çıkabilir, onlar enerjilerini, olumlu ya da olumsuz etkilerini açığa çıkarırken bu anıların ta kendileri de değişime uğrayacaktır, olumsuz olanlar artık bizi daha az rahatsız edecektir. Ya da belki olumlu bir deneyime dönüşeceklerdir. Bu şekilde an be an, yavaş yavaş geçmişimizle barışıp üzerimizden birçok yükün kalktığını hissedecek, geçmişimizdeki insanlara karşı olan bazı olumsuz ve rahatsız edici düşüncelerimiz yerini sevgi ve affetmeye bırakacaktır. Zihnimizin birçok bölgesinden gelen deneyimler ve anılar içimizde zengin, hevesli ve umutlu bir ruh halinin doğmasına neden olacaktır.
BÜTÜNLEŞME
Bütün varlıklar için en büyük mutsuzluk kopukluk, yabancılaşma ve terk edilmiş olma duygusunun ortaya çıkardığı yalnızlık hissidir. Mutluluk ise tam tersi, bütünleşme, kendini evinde hissetme, bir topluluğa ya da en genel anlamda bütün canlı ve cansız varlıkların oluşturduğu bütüne katılma hissine bağlıdır. Canlı ve cansız diyorum çünkü, bizi sadece insanlar ya da canlılardan oluşan bir dünyaya koysalar yaşayamazdık, güneş ve dünya gibi cansız dediğimiz cisimler bile aslında canlıdırlar ve yaşamın kaynaklarıdırlar. Bu nedenle bütünleşme duygusu en sağlam varlık ve mutluluk yaşantılarıdır.
Ancak garip bir şekilde kendimizi bazen yalnız ve kopuk hissetmeden bütünleşmiş de hissedemiyoruz. Yani gizemli bir şekilde kendimizi yalnız hissetmeye, çevresinden ayrı bir varlık olarak algılamaya hazır gibiyiz. Özellikle ergenlik çağında evden ayrılma kaygılarıyla başlar bu his. Ergen büyük çelişkiler içindedir. Sürekli bir kararsızlık içindedir. Bir yandan ayrı bir birey olmak için herşeye ve özellikle ailesine başkaldırmıştır, ancak öte yandan da birşeylerle bütünleşme arzusu içindedir, çünkü bilir ki çevresindeki dünya olmadan yaşayamaz. Ve bu nedenle yeni bütünleşme yolları aramaya başlar. Arkadaş gruplarına girer, ya da kendini bütün varlığıyla adayacağı birini bulur.
Genellikle bir süre sonra bir denge sağlanır ve yeni ailesini bulan genç daha dingin bir ruh haline girer. Ancak artık kendisini çok daha zor bir meydan okuma beklemektedir ki, çoğu insan bu meydan okumaya yenilir. Bu meydan okuma kendisini en sıradan yaşamının içinde bütün evrenle bütünleştirme görevidir. İlk bakışta kulağa saçma görünse de, her insanın ruhunun en derinlerinde bu arzu yatar. Bu evrenin ya da kendi kendimizin (ikisi arasına ne kadar fark varsa) bize en büyük meydan okumasıdır.
Gerçekte bizi çevremizden ayıran nedir? Ya da bizi geçmişten ya da gelecekten ayıran nedir? Eğer kavramlarla yönetilmeyi bir kenara bırakabilseydik ne çevremizden ne de zamandan bizi ayıran hiçbir şeyin olmadığını görürdük, yaşardık. Olayları böyle görmek hiç de kolay değil. Ve bu söylediğim tam bir deli saçması gibi görünebilir. Ancak eğer cesaretle kendimizi adayabilirsek zihnimizi bütün kısıtlayıcı düşüncelerden özgürleştirip evrenle bir olduğumuzu bizzat kendimiz görebilirdik. Bunu tutarlı ve akla uygun bir şekilde açıklamak olanaksız.
Bahsettiğim şey şu, elbette ki şu sınırlı algı ve aklımızla geçmişte olan ya da evrende olan herşeyi bilip anlamamıza ve onlarla bir olmamıza olanak yok. Ancak tek bir şeyle bütün olma olanağımız var ve o da yeterlidir. Bu şey de bizzat kendimiziz. Dünyadaki gelmiş geçmiş bütün varlıklar "kendileri"dirler. Her bir cisim canlı ya da cansız olsun aynı kökenden gelmektedir. Aralarındaki farklılıklar sadece biçimseldir. Her biri kendine özgü bir yapıya sahip olsa da onlar bu yapıya bürünmeden önce Oradaydılar. Yani oluşmamıştılar. Her varlık hatta güneş ve yıldızlar bile birer oluşum olduklarına göre, onlar oluşmadan önce yoktular, ancak aslında gene de vardılar. Yani kendilerini oluşturan şeyin içindeydiler, ama sonradan oluştukları şeyin biçimini almamışlardı. İşte bu olmamış, oluşmamış halleriyle bütün varlıklar birdirler, aynı kaynaşmış bütünlüğün içindedirler. Hatta oluştuktan sonra bile gene de aynı kaynaşmış bütünün bir parçasıdırlar, ama sadece insanlar öyle olduklarını unutmuşlardır. Yaptıkları, oldukları şeyler onlara biçimsiz kaostaki varlıklarını unutturmuştur. Bir örnekle anlatmak gerekirse, diyelim ki bir aileniz vardı, anneniz babanız, kardeşleriniz vs. Ve bu ailede çok mutluydunuz, anneniz ve babanız tarafından korunmanın rahatlığı içinde neşe ve sevgiyle geçerdi günleriniz. Sonra yıllar geçer ve herkes bir tarafa dağılır, yaşamın yükü üzerinize biner ve eski çocukluk günlerinizdeki keyfiniz kalmaz. O zaman yalnızlığın ve yalıtılmışlığın acısı başlar. Bir süre sonra ailenizi, geçmişinizi bile unutur, hayal meyal hatırlarsınız. Evrende aynı şekilde ailemizdi, mutlu bir bütünlük içindeydik, sonra birey olma arzumuz ve toplumun birey olma anlayışına uymamızdan dolayı bu bütünlükten koparıldık.
Bizi mutsuzluğa hapseden bu algımız zihnimizin alışkanlıklarından, kalıp ve yargılarından oluşan bir kafestir. Bu kafesten çıkmanın tek yolu zihinden çıkmaktır. Zihinden çıkmanın yolu onunla kendimiz arasındaki efendi-köle ilişkisini tersine çevirmektir. Başlangıçta zihnimiz bize yaşamla baş etmemizi sağlayacak ve onun tadını çıkarmamız için gerekli muazzam güçte bir araçtı. Ancak zamanla programlanmış bir bilgisayar gibi gerçeği sadece belli bir biçimde bize göstermeye başladı. Onun kölesi haline geldik, yani onun bir zihin olduğunu bile unuttuk. Zihinden çıkmak için yani onun tek yönlü bir biçimde dünyayı algılamamıza neden olmasından kurtulmamız için, onun işleyişini görebilmeliyiz. Onun nasıl varsayımlarla hareket ettiğini, nasıl herşeyi ele geçirip duygularımızı boğduğunu inceleyebilmeliyiz. Bu bir içgörü, azim ve sezgi meselesidir. Kendimizi tam anlamıyla adamadan asla başaramayacağımız bir şey. Ne yazık ki zihinlerini göremeyen insanlar asla kendileri olmanın sınırsız mutluluğunu yaşayamayacaklardır. Yabancılaşma duygularıyla boğulacaklardır.
Zihnimizin kısıtlayıcı etkinliğini ortadan kaldırmak için onu bütün gücünü harcamaya teşvik etmeliyiz. Zihnin arınıp tam anlamıyla temizlenmesiyle "gerçek" yani evrenle olan bütünlüğümüz ve onun "boşluğu" zihnimize yansımaya hazır hale gelecektir. Bu bir iki haftadan bir kaç yıla kadar sürebilecek bir uğraştır. Bu süre içerisinde çok fazla yemek yenmemeli, çok uyumamalı, yaşamak için en gerekli olan şeyler dışında hiçbir şeyle ilgilenilmemelidir. Kişi an ben an sadeleşip yüklerini attığını hissetmeli, ancak bir yandan da azimle zihnini bir noktaya yönelterek onun bütün gücünü tüketmelidir. Böylece arınan ve tükenen zihin dinlenmek için geri çekildiği anda ZİHİNSİZ varlık ortaya çıkıp, güneş battığında ortaya çıkan yıldızlar gibi ışıldayacaktır.
Zihinsizlik denince insanın aptal gibi gezinmesi anlaşılmamalı. Tam tersine zihinsizlik, gerçek büyük zihnin etkinliğidir. Zaten her yerde ve her zaman süren bu Büyük Etkinlik küçük zihnimiz tarafından görülmez hale getirilmişti. Biz bu nedenle olaylar ve nesneler arasında bulunan ayrılmaz sevgi ilişkisini göremez olmuştuk. Herkes bize düşmandı, herkes de aynı algı oluşunca da artık düzeltilmesi imkânsız hale gelen kronik sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Bu siyasi, toplumsal ve insanlar arası ilişkilerde sürekli bir çatışma ve huzursuzluk demektir.
Bu yüzden zihinsizlik öğretisi ve uygulaması sadece içsel barış için değil, toplumsal barış içinde en derin psikolojik yoldur. Zihinsizlik sadece bir isim, burda önemli olan bizim cahilliğimiz alt etmemiz için koşullanmış zihnimizi açıp çözmemiz ve onun yerine doğal ve yaratıcı kendiliğinden akan aklımızı koyabilmemiz.
Öncelikle şu basit gerçeği görmüyoruz: Beni yaratan evren, doğa ya da tanrı (ona ne isim verirseniz verin)benim dışımdaki diğer bütün varlıkları da yaratır. Onları besleyen de odur. Ve onlarla ortak noktalarım farklılıklarımdan çok daha büyük ve gerçektir. Bizi düşmanlığa, ayırımcılığa koşullayan zihin yapımız sürekli nefret üretmektedir. Nefret içimizde birikip kalıcılaşır ve çevremizi gitgide daha da ayrı görmemize neden olur. Enerjimiz onlarla işbirliği yapıp mutlu olmak yerine, onlara karşı kalkan oluşturup savunmaya harcanır. Tıpkı devletlerin eğitim, işbirliği ve ekonomik bütünleşme için para harcamak yerine komşularına karşı savunma harcamalarına paralarının yatırmaları gibi.