Filiz Uzun
Amerika’da yapılan son araştırmalarda 3 kişiden birinin mutsuz olduğu yönünde. İlginç olan ise bu araştırmaya katılanların ekonomik seviyeleri yüksek. İş, ev, araba, aile gibi maddi-manevi olanaklara sahip kişiler arasından seçilmiş olmaları.
Son zamanlarda sıkça duyuyorsunuzdur. ”İç Huzur” diye bir tabir var. Neye sahip olursanız olun eğer iç huzurunuz yoksa mutlu sayılmazsınız. Hep bir huzursuzluk kemirir içinizi. Hayatınızda bazı şeyler kötü gidiyorsa eğer bu durum anlamlı görülüyor herkes tarafından. Mesela eşinizden ayrılmışsanız, hastalık varsa ailenizde, ekonomik zorluklar yaşıyorsanız mesela ya da uygun eşi bulamamış ve yalnızsanız... Ancak iyi bir eşiniz, eviniz, arabanız, iyi bir ekonomik geliriniz varsa ve iç huzurunuz yoksa kimseye anlatamazsınız derdinizi… Vay halinize o zaman. Türlü türlü tabirler konulur sizler için. “Şımarıklık”, “Buldu da bunadı”, “Arpası bol geldi” gibi...
İç huzurdan kasıt nedir sizce? Bana göre iç huzur: Yalnızken de, lüks içinde yaşamıyorsanız da, eşiniz, sevgiliniz yokken de, kendi başınıza da mutlu olmayı başarabilmektir. Mutluluğun birşeye ya da birine bağlı olmama durumu yani. Çağımızın hastalığı da bu değil mi? Şimdi sizler de düşününüz sizin mutluluğunuz neye bağlı? Peki çevrenizde kaç kişi mutlu?
İyi bir gözlemci olduğumu düşünüyorum ve çevremde gördüğüm kadarıyla kalabalıklar arasında o kadar yalnız insan var ki. Kalabalığın kargaşasında kaynatıyorlar iç huzursuzluklarını. En son ne zaman kahvenizi yapıp keyifle içtiniz yalnız başınıza? Evet, biliyorum çok ender yapıyoruz bunu. Çünkü yalnız kaldığımızda iç sesimizi dinlemeye başlarız ve duyacaklarımız pek hoşumuza gitmeyebilir. İç ses hep doğruları söyler, asla onu kandıramazsınız. Duymak istemediklerinizi, tokat gibi çarpar yüzünüze. “Sen hatalısın kabul et”, “Bunu yapmamalıydın”, “Senin korkuların var ve sen bu yüzden bunları yaşıyorsun”, “Bak yine yargılıyorsun insanları”. Bazen iç sesle ego karıştırılır. İç ses doğruları söyler, egolar ise sizi yıkmaya mahvetmeye çalışır. “Bak kaldın yine yalnız”, “Kahve içecek biri bile yok”. Kulak vermeyin ona. Yalnız kalın, iç sesinizi dinleyin, bakın bakalım ne diyor.
Bu haftaki konuğumla bu konuları konuştuk. Sohbet ettiğim kişi benim çocukluğumdan beri hep sohbetinden keyif aldığım, iyi ki de bu yola girmiş dediğim, sesiyle, bakış açısıyla birçok gence danışmanlık yapan şu anda yolunu kişisel gelişime açan bir ablam. Remziye İsmail Avare. Eminim sizler de bu sohbetten çok şeyi fark edeceksiniz. Bana sohbeti inanılmaz iyi geliyor size de iyi gelmesini umut ediyorum.
Sevgi her şeyin ilacıdır. Sevgide kalın…
Seni tanıyabilir miyiz?
Adım Remziye İsmail Avare. Baf’ın Evrettu köyünde dünyaya geldim. Evli ve bir erkek, bir kız çocuk annesiyim. Kocaman bir ailenin üyesiyim. Küçücük bir köyde dünyaya geldim ve doğayı orada keşfettim. Doğal yaşamayı, doğada olmayı, çevreyle olan iletişimi, ilişkiyi ve sevgiyi ben köyümde, Baf’ta öğrendim. Seneler sonra kendimle hesaplaştığım zaman anladım ki şu an hayatıma geçirdiğim yaşam koçluğu, enerji uzmanlığımın tohumunu köyümde Evrettu’da atmışım. Ancak arkasından yaşadığımız savaş, korkular, çaresizlikler, göç, ekonomik sorunlar, evlilik, çocuklar derken doğayı da kendimizi de unutuyoruz.
“KENDİ İÇİMDE YOLCULUK”
Hayatı sorgulamaya başladığında kendinde fark ettiğin en önemli şey neydi?
Her şeyi en doğrusunu yapmaya çalışıyormuşum. Mükemmeliyetçiliğin de ötesine geçmişim. Çocuklarımı en iyi şekilde yetiştirmek, doğru bir anne olmak, doğru bir evlat olmak, toplumun içinde doğru durmak gibi. Bütün bunlara rağmen hep içimde bir eksiklik vardı. İstediğim şeyleri yapamaz, istediğim şeyleri alamıyordum ve sonunda dibe vuruşlarım başladı. Her konuda, ekonomik yönden, eşimle, çocuklarımla ve çevremle ilişkilerimde dibe vuruşlarım başladı ve o zaman sorgulamaya başladım hayatımı. İşte o zaman kendi içimde bir yolculuğa çıktım. Bu yolculuk beni yaşam koçluğuna ve enerji uzmanlığına taşıdı. Daha önceleri de sürekli psikolojik kitaplar okuyan, sorgulayan biriydim ancak kendimi sorgulamam başladığında her şeyin bende olduğunu anladım.
Seni yaşam koçu olmaya iten. Bu misyonu edinmendeki esas neden neydi?
İş hayatımda ve sosyal çevremdeki insanlara şifa yeteneğimin olduğunu fark ettim ben. Kiminle konuşursam o insanın hayatı kolaylaşıyordu. Kimin elini tutsam o insanın hayatı güzelleşirdi.
Peki kendi hayatın?
Evet, sonra kendime sordum, benim içimde bu kadar travmalar varken nasıl olur da başkalarının hayatını güzelleştirebiliyorum, şifa dağıtabiliyorum diye. Aslında kendi hayatımda olmayanları, yapamadıklarımı, olmasını istediklerimi onlara aktarıp onların hayatlarına ışık olabiliyordum. Özellikle Yakın Doğu Üniversitesinde çalıştığım için etrafımda gençler hep bana “abla sen psikoloji bölümüne gir. İnanılmaz etkileyici konuşmaların var” derlerdi. Türkiye’den gelen hocalarına hep beni anlatırlardı çocuklar. Bir defasında üniversiteye Doğan Cüceloğlu gelmişti seminer için ve o seminere katılan öğrenciler benden bahsetmişler. Ve Doğan Cüceloğlu beni çağırttı. Tanıştık ve bana teşekkür etti. “Binlerce öğrenciye sen nasıl bu kadar etkili olabildin ve danışmanlık yapabildin, üstelik eğitim almadan” dedi. Doğan Cüceloğlu bana bu alanda eğitim almam gerektiğini söyledi. Bundan çok etkilendim ve psikoloji alanında eğitim alıp alamayacağımı araştırdım ancak ekonomik açıdan o dönemlerde bunu yapmam mümkün değildi. Kişisel gelişimi bu dönemde keşfettim. Fark ettim ki her şeyin sebebi benim. Parayı kendime çekemeyen de benim, ilişkilerimin böyle olmasının sebebi de benim ve bunu değiştirip dönüştürecek olan da benim. Yaşamımın direksiyonuna oturup bundan sonraki yaşamımı nasıl yaşayacağımı kendim yöneteceğim.
FARKETMEK
Ne yaptın bundan sonraki yaşamında?
O an bir karar aldım ve kişisel gelişimim için araştırmalar yapmaya başladım. Bu konuda eğitimler almaya başladım. Eğitimlere gitmeye başladığımda şunu fark ettim; aslında ben bunların hepsini biliyordum ancak farkında olmadan yaşıyordum. Yarattığım, yaşadığım her şeyin içimde barındırdığım korkularımdan kaynaklandığını anladım. Bunları fark etmek yolun yarısıdır aslında daha sonra ise bu korkuları bilinçaltından temizlediğimizde daha mutlu, daha başarılı, daha rahat, daha paralı ve daha coşkulu olabileceğiz.
Aslında önce kendinle çalıştın diyebiliriz değil mi?
Kesinlikle. Önce kendimi buldum kendi korkularımı, kendi mutsuzluklarımı, önce kendimi tanıdım. İnsanlar yaşam koçlarına gidip iki şey öğrenip tamam ben iyileştim zannedebiliyor. Ancak öyle değil. Her an kendinle çalışmalısın yılların getirdiği kirlenmeler var üzerimizde korkular var. Her olay bir başka çalışmayı kendinize dönmeyi, sorgulamayı gerektirir. Maalesef toplumumuz çok şekilci ve baskıcı bir toplumdur. Bizi egolarla büyüttü. Her zaman bizlere kalıplar sundu. Okul okursak para kazanabiliriz, evlenirsek, çocuk doğurursak, araba ev alırsak mutlu olacağımız öğretildi. Ama büyüdüğümüzde ve bunları elde ettiğimizde baktık ki bunlar mutlu olmamızı sağlamadı. Ve işte o zaman yıkılıyoruz. Sağlık sorunları huzursuzluklar başlıyor. Mutluluğun anahtarı bunlar değil. Ben bunları yaşayarak öğrendim. Mutluluk içimizdedir aslında içerde mutlu olursak dışarıya da taşar, etrafımıza da dağılır. Biz içsel huzurumuz, mutluluğumuz yoksa ne alırsak alalım nere gidersek gidelim kiminle olursak olalım mutlu olamayız. Bana her gelen bir danışanla ne kadar benzer şeyler yaşadığımızı görüyorum. Aslında sorun herkeste ortak.
GENÇ YAŞTA AŞIRI YÜK
Üniversitede birçok genç sana gelip danışıyor ve sohbet ediyorlar. Onlarda gördüğün en büyük sorun nedir?
Birçok genç var etrafımda her an onlarlayım. Onların içsel dünyalarını görüyorum ve o çocukların hayata bakışları, kırılma noktaları, ailelerinden getirdikleri baskılar, çaresizliklerini, yalnızlıklarını, özellikle kız çocuklarının taşıdığı eziklik duygularını hep gözlemliyorum. Çok fazla canları yanıyor. O gencecik yaşlarında ne kadar ağır yükler taşıyorlar, sorumluluklar, mutsuzluklar. İçlerindeki ışığı görmelerini sağlamak ve aslında kendi değerleri, başarılarını, kendileriyle mutlu olmalarını fark etmelerini sağlamak sadece benim ya da yaşam koçlarının sorumluluğu değil her bireyin sorumluluğudur aslında. Ne kadar sağlıklı ve mutlu çocuklar yetiştirirsek o kadar mutlu bir dünya oluştururuz.
İçsel dünyanı fark edip kendinle çalışmaya başladıktan sonra hayatında neler değişti?
Benim en çok gurur duyduğum değişimim çocuklarımla olan diyalogumdur. Çünkü ben de egoda olduğum zamanlar, toplumun dayattığı baskıcı kurallar çerçevesinin içinden çıkıp çocuklarıma dayatmamayı ve kendi başlarına bir birey olmalarını, kendi renklerinde, kendi ışıklarında büyümelerini sağladığımı düşünüyorum. Çocuklarımın ancak bu şekilde hayat içinde mutlu birer birey olabileceklerini biliyorum. Çocuklarımın ışığı beni daha da mutlu etti. Diğer değişimlerim ise paraydı. Hayatımda paranın da bir enerji olduğunu düşünüyorum ve kafamızdaki ve geçmişten getirdiğimiz kıtlık bilinciyle paranın akışını engellediğimi fark ettim. Parayla ilgili korkularım ve çaresizlik enerjisi olduğu için bende paranın bana akışı da engelleniyordu. Bunu fark ettikten sonra para ile ilgili sorunlarımın da düzeldiğini gördüm. Bolluk ve bereket enerjisi ile sadece parayı değil sağlık ve sevgide de bolluğu akıtıyorsunuz. Çok şükür bu yaşıma kadar hiç sağlık sorunu yaşamadım. Enerji sağlıklı aktığı sürece bedeninizde hasta olmanız da mümkün değil.
‘AN’DA KALMAK
Dengede olmak ne demek?
Bizler genelde hepimiz ya geçmişe takılıp kalırız ya da gelecekle ilgili sürekli endişe ve kaygı içindeyiz veya gelecekle ilgili sürekli plan yapma durumu var. Oysa ‘an’da kalmak önemli. Geçmiş geçti ve bitti demek gelecekle ilgili de güvenle bakabilmeyi başarmak gerekir dengede olmak için. Aksi takdirde hastalanırız. Anda kalamayan kişi mutlu olamaz çünkü enerjisini ya geçmişe ya da geleceğe kaptırır ve anda yaşamak için enerjisi kalmaz. Anda kalarak o an yaptığı neyse onun tadını çıkarmak o anda mutlu olmaktır dengede olmak.
Meditasyonun amacı budur değil mi? Medite olmak yani?
Evet. Meditasyon yaparak geveze zihni durdurarak geçmiş ve gelecekle ilgili düşünmeyi bırakarak anda kalmamızı sağlamamıza neden olur. Meditasyon zihni dinginleştirerek daha sağlıklı ve net düşünmemizi sağlar. İçsel rehberliğini de daha çok kullanabilirsin. Sezgilerin ve yaratıcılığı da artırırsın daha sağlıklı düşündüğün için.
MUTLULUK NEFESİ
Bir kişisel gelişim uzmanı olarak sen, anda kalabilmek için günlük çalışmaların nelerdir?
Her sabah mutlaka güne başlamadan önce 100 mutluluk nefesi, arkasından meditasyon yaparım. Yüz mutluluk nefesi bana çok iyi geldi asla onu ihmal etmem. Kendime zaman ayırırım. Bu şekilde güne başlarım. Bunun yanında daha doğal yaşamaya başladım. Benim gibi düşünen daha sade, daha çok doğa ile iç içe, var olan tüm hayvanlara daha duyarlıyım ve farkındalığı artmış insanlarla iletişim kurarım. Mutlaka günde bir saat kitap okurum ve kendimi geliştiririm.
Etrafına baktığın zaman bizim adamızdaki insanlarda en büyük sorun nedir?
Maalesef adamızdaki çoğu insan egosal bir hayat yaşıyor. Hep maddede. Genellikle dışsal yaşıyoruz. Bu da insanları duyarsızlaştırıyor. İçsel dünyaya bakmıyor kimse. Bu da bizi oluşturamamamıza sebep oluyor. Dış dünyaya yatırım yaparken iç dünyamıza da yatırım yapmamız gerekiyor. Neden her şeyimiz varken hala mutsuzuz buna bakmak lazım. Durup bir kendimizi dinlememiz gerekir. Neden hastayım?. Ama en önemlisi ise çocuklara yapılanlardır. Yarış atına döndürülüyor çocuklar. İlla mühendis, doktor olmalarını istiyoruz. Genellikle para getiren mesleklere yönlendiriyorlar. Kimse çocuğunu sanata yöneltmiyor. Yeteneklerine bakmıyor. Amacımız çocuklarımızın para kazanmasına yönelik olmamalı. Mutlu olacağı işi yapmaya yönlendirilmeli. Mutlu olacakları işi yaptıklarında para onlara akacaktır zaten. Tam tersi olduğu zaman ne kadar para kazanılsa da mutlu olamıyoruz. Farkındalıklı aileler olursak mutlu çocuklar yetiştirebiliriz.
Boşanmalar, alkol, uyuşturucu da ülkemizde artıyor bundan mı kaynaklanır sence?
Kesinlikle. Mutsuz olduğumuz işlerde çalışıyoruz, parayla, evle, lüks arabalarla mutlu olacağımızı sanıyoruz. Biz mutlu olmayı öğrenemeden mutsuz insanlarla birliktelik yaşayıp kısa vadeli ilişkiler kuruluyor. Dolayısı ile boşanmalar artıyor. Mutlu olmak için ya günübirlik ilişkiler kuruyoruz ya da alkol veya uyuşturucuyla anlık mutluluklar yaşamaya başlıyoruz. Sonra hasta oluyoruz ya da bağımlı. Birçok insan travmalar yaşıyor. Dibe vuruyor. Yine ısrarla içine bakmaz. Yine kendine dönmez, kendine, ruhuna yatırım yapmaz. Genellikle hep başkalarını suçlarız. Oysa işaret parmağını başkalarından çevirip kendine döndürmen gerekir. Aslında yaşadıklarını yaratan kendinsin. Kendini değiştirmezsen aynı şeyleri defalarca yaşayacaksın. Sen değişince hayatına giren herkes de değişecektir.
SAĞLIK, İLİŞKİLER, PARA
Bir insan kendi korkularını nasıl fark edebilir?
Bana gelen danışanlarım genellikle “her şeyim var ama yine de mutsuzum” der. Ben de ona soruyorum: “Yaşamının içinde senin en çok canını ne acıtıyor”. Bunun bilançosunu yapması lazım. Bunları yazmasını istiyorum. Geçmişe yolculuk yapıp yazdığında önüne inanılmaz bir tablo çıkıyor. Bunu incelediğimizde canını yakan olaylar birbirinin benzeridir. Bu benzer acıları neden yaşadığının sorusunu kendine sorduğunda cevap da çıkar. Bu hayatta aslında 3 sınavımız var. Bir sağlık, ikincisi ilişkiler ve üçüncüsü de para. Benim karşılaştığım ve etrafımda da gördüğüm en büyük problem ilişkiler üzerinedir. Eşinle, çocuklarınla, ailenle veya partnerinle. İlişkilerde sorunlar yaşadıkça zaten arkasından sağlık da bozulacaktır.
Neden ilişkiler?
İlişkilerde kaçabileceğimiz bir noktada değiliz. Doğduğumuz andan itibaren etrafımızla ilişki halindeyiz. Aileyle, arkadaşlarla, partnerlerimizle. Ve ilişkilerde ruh devreye girer, yüreğimiz devreye girer. Eğer bu alanda sorunumuz varsa çok net bir şekilde ortaya çıkar. Bütün hayatları boyunca ruhlarına hiç bakılmadığının en büyük ispatıdır bu. Toplumumuzda da bu çok nettir. “Mış” gibi ilişkiler yaşıyoruz. Ruh birlikteliği kurup coşkuyla yaşanmıyor. İlk yapılan şey ayrılıklar oluyor, boşanmalar. Daha sonra tekrar ilişki kuruyor bakıyor yine aynı şeyler yaşanıyor. 2-3 derken dibe vuruyor veya psikologlara ya da yaşam koçlarına başvuruyor. Çünkü birey bu şekilde yaşayamaz. Bu sorunla gelen bireylerde genellikle “çaresizlik” korkusu, “sevilmeme” korkusu, “aldatılma” korkusu, “terk edilme” korkusu. Bu korkuların temelinde ise “DEĞERSİZLİK” korkusu vardır.
BİREY OLMAK
Ne öneriyorsunuz?
En mühimi bir ilişkiye başlamadan önce bence herkes kendi ruhuna bakmak zorunda. Bu dünyada benim yaşam amacım nedir? Beni coşturan şeyler nelerdir? Her kişi önce bir birey olmak zorunda. Kişi kendi ruhu ve bedeni bir bütün olmadıkça, yarım kaldıkça yarım insanlarla karşılaşacaktır. Bütün olursa ancak bütün insanla ilişki yaşar. Bana göre birçok insan yarım bile değil urupken ilişki kurar ve evlilik yapar. Bu evlilik ya da ilişki mutlaka biter. Boşanmasa bile mutlu olamaz. Evli olmak için evlenmemek gerekir. Evlilik büyük sorumluluktur, çocuk yetiştirmek büyük sorumluluktur. Önce kendini sevmek gerekir ki başkalarını da sevebilesin ya da başkaları da sizi sevsin. Ayrıca ne korkunuz varsa onu evren sizin karşınıza çıkarır aslında size aynalık yapar. O sorununuzu bulun diye.
Önce insan kendine değer vermeli yani?
Kesinlikle. Kendinize dönün demekten kastımız bu zaten. Değer görmüyorsan kendine bak sen kendine değer veriyor musun diye sor kendine. Sevilmiyorsan kendine bak sen kendini seviyor musun. Saçınızı süpürge edip sonra şikayet etmeyiniz. Saçınızı kimse için süpürge etmeyin. Kendinizi sevin ve değer verin. Zaten bu olduğunda size değer verecek ve gerçekten sevecek insanlarla ilişkiler kuracaksınız. Başkalarından önce kendinize vereceksiniz. Bu bencillik değil, ‘ben’liktir. Bir de neden sürekli veriyorsunuz? Onu sorgulamak gerekir. Sizi sevsin, sizi bırakmasın, size değer versinler diye ise eğer burada sizin korkularınız çok nettir zaten. Siz kendinizi sevmiyorsunuz ki başkaları sevsin değer versin bekliyorsunuz. Başka biri sevmeden de mutlu olmayı başardıktan sonra ilişki kurmanız gerekir.
DOĞAL NEFES
Sağlıklı nefes almamak da etkiliyor enerji akımını değil mi?
Evet. Bebekler doğduğunda karından nefes alırlar. Bu doğal nefestir. Ancak çocuklar büyüdükçe bizler onları korkuttukça, kısıtladıkça. “Koşma düşersin” mesela, “bu işe girme başaramazsın”, gibi korku enerjisini aşılarız. Korkular hayatımıza girdikçe nefes alışımız değişir. Kısa ve hızlı. Nefesin kısıtlandığı ve akış engellendiği sürece hayatımızdaki her şey de kısıtlanır. Sevgi de, para da, sağlık da. Kıtlık bilinci ile büyüyenlerin mesela hep para ile sorunları olur, para ne kadar çalışsa da kısıtlanır hayatında. İnsan coştukça nefesi değişir her şey de ona akar. Her şeyi sevgiyle yapmak gerekir. Sevgiyle yapılan her şey çoğalır. Bu yüzden yaptığımız işimizi sevmemiz gerekir.
Son olarak söylemek istedikleriniz?
Benim bu işe gönül verme nedenim budur zaten. Böyle devam edemeyiz artık. Toplum olarak tıkandık. Sevgisizlik, maddecilik had safhada. Kimse işini severek yapmıyor. İşini aşkla yapmıyor. Dolayısı ile de sevgi akışı azaldı. Herkes parasızlıktan, borçlardan şikayet eder oldu. Benim bu hayattaki misyonum bu. Bunları insanlara aktarmak. Sevgiye dönmemiz gerekir, paylaşıma, doğaya, diğer canlılara saygı duymaya. Bunu öğrenmemiz gerekir. İnsanların kendine dönmesi ve kendini sorgulaması gerekir. Kendini sevmesi şart. Ben iki insanı değiştirsem iki insan da başka insanı değiştirecektir ve katlanarak çoğalacağız. Siz değişince etrafınızdaki herkes de değişecektir. Zaman sevgi zamanıdır. Sevgisizlikten doğayı da, hayvanları da, mutluluğumuzu da katlediyoruz. Durmak ve kendimize dönmemiz sevgide kalmamız gerekir. Suya bile seni seviyorum dediğinizde değişiyor. Biz de değişmeliyiz.