Yol göründü.
Müzakere masasında eriyeceğiz.
* * *
Tatar “canının çektiğini” söyledi.
Canı çekiyor: İki ayrı devlet.
Samimiyetle bunu istiyor.
Çoğunun canı böyle çekiyor.
Peki “gerçekçi” mi?
Mümkün mü?
İnsanın hayatta canı neler çekmiyor.
* * *
“İki devlet, ayrı ayrı, yan yana” diyor Tatar.
Müzakere istiyor ki Birleşmiş Milletler’in huzuruna çıkıyor.
O “çerçeve” içine gidiyor.
“KKTC’yi tanıtma başvurusu” yapmıyor örneğin!
“Beşli Konferans” diyor.
İki ayrı devlet istiyor ama “tanınma” istemiyor.
Bu da ilginç değil mi?
* * *
Müzakere başlayacak yeniden!
O masada “iki ayrı devlet” yok.
Diyelim ki yine de bir “müzakere” olacak.
Toprak gelecek yine masaya…
Ve mülkiyet.
Garantörlük gelecek.
“Güç paylaşımı” demiyorum.
Çünkü Tatar “ortaklık” istemiyor.
O gücünü Türkiye’ye devretmiş.
Öyle de toprağı, mülkiyeti devredemiyor.
* * *
“Federasyon” müzakerelerin çatısı ya da formülüydü ama “sorunun” kendisi değildi!
Tam aksine çözümüydü!
Formülü değiştirseniz dahi soruna dair başlıklar ortadan kalkmıyor.
* * *
“İki ayrı devlet” mi diyeceksiniz?
O zaman soracaklar, “hangi toprak üzerinde...”
“Biz adanın kuzeyini fethettik” mi diyecek o durumda Ersin bey, bilmiyorum.
Demez, diyemez!
Öyle olsa “komisyon” kurulmaz takas, tazminat, iade önerisiyle...
* * *
Yeni bir “müzakere çıkmazı” başlayacak.
“Neyi görüşmeyeceğimizi görüşelim” diyor açıkça…
Kıbrıs’ın kuzeyi ve Kıbrıslı Türkler, “toplumsal hakları” anlamında tüm iddialarından vazgeçecek.
Türkiye’ye sığınacak.
“Vilayet” gibi yaşayacak ama ayrı bir bayrağı olacak, başka bir Meclisi...
“Talimat” alacak kişiyi seçecek.
Süreç budur!
Bu sürecin ucunda dünyaya kendi kimliğimiz, irademiz, söz hakkımızla yürümek yoktur.
* * *
Ne kadar manidar değil mi?
Tatar, Nikos’a ‘eşit egemen devlet’ hülyalarını anlatırken…
Bursa’dan Larnaka’ya uçan basketçiler ‘üçlük’ atıyordu.
Ersin bey gitse gözüyle görecekti, iki ayrı devleti…
Kim sahada, kim seyirci…