BASINDAN GÜNCEL…
Ermenistan’ı ziyaret eden Türkiyeli müzik sanatçısı Duru Örs, duygularını paylaştı
Aykan Sever - Erivan
Duru Örs’le bir kaç ay önce Erivan’da tanıştım, memleketten arkadaşım olan ablası sağ olsun.
Buralara bir tanışın gelmesi bir yana, Türkiye’den burada birilerini görmek, gelenlerin buradaki insanlarla birlikte bir şeyler yapmaları, yakın gelecekte çok özlemeye başlayacağıma emin olduğum bu toprakları tanımaları her durumda benim için sevindirici. Bunun üstüne bir de neşeli bir yüzle karşılaşıyorsanız daha ne istersiniz.
Duru’nun bu şenlikli ama bir yanıyla da ciddi olan yüzünü sizinle paylaşayım istedim:
“Müziğimi anlamam, Ermeni’yi anlamadan tamamlanmayacak”
*** Seni buralara hangi rüzgar attı?
Aklımda iki tane kare var; bir tanesi Rio de Janeiro’daki odamda dışarda samba şehri yerken, benim Tamburi Cemil Bey’in Nikriz Longasını o ait olmadığı nemli tropikal sıcaklığın içinde, terli, sürekli, tekrar tekrar eden bir girdap gibi beni içine alan melodisini çalarken bulmak.
15 yıldır ısrarla çaldığım bu melodide saklı olan neydi ki, bulunduğum yeri unutturacak ya da daha iyi anlamamı sağlayacak? Israrla sanki söylemeye çalıştığı bir şey var da ben bir türlü anlayamıyormuşum gibi beni kendi müziği ile terbiye ederken Cemil Bey, Tateos Efendi ile dostluklarının birbirlerinin ve o dönemin müziğini nasıl etkilediğini düşündüm. Karnik Garmiryan’ın, Kemani Sebuh’un, Serkis’in...
İkinci kare; postayla bana gönderilen bir çocuk şarkıları nota kitabı. Kitabı açıyorum anlamadığım bir dilde koskoca 80 küsur şarkı ve bestecisi bir kadın. Sirvart Kalpakyan Karamanuk, İstanbullu bir Ermeni müzisyen, çocuklar için şarkılar yazmış bir kitap dolusu. Parçaları çalmaya başlıyorum, insanlara çalıyorum, herkesin gözünün içinde bir çocuk beliriyor, farklı farklı...
Bu sürekli birbirimizin içinde olma hali, kendi kültürümü, müziğimi anlamamın Ermeni’yi anlamadan tamamlanmayacağı kanısını oluşturdu. Cemil Bey’in Tateos Efendi’nin dostu olması, Sirvart’ın çocuk şarkılarının onu hiç dinlememiş birini duygulandırıyor olması, çok güçlü bir bağı ortaya koyuyor.
Bu bağa bağlanarak, inanarak ve beni dönüştürmesini isteyerek burada çalışma yapmak üzere Hrant Dink Vakfı’nın bursuyla geldim.
*** Daha önce başka ülkelerde de yaşadın ama yine de buraya gelmeden önce bir tedirginliğin var mıydı?
En ufak bir tedirginliğim olmadı. Bir şeye karşı tedirginlik duymanın o şehirle, ülkeyle, kültürle yaşanan ilişkiyi de tedirgin edeceğine inandığımdan genellikle hep güven, samimiyetle yaklaşmayı tercih ediyorum ve şu ana kadarki deneyimlerim de bunun çok işe yaradığını gösterdi.
“Kafamdaki Ermenistan farklıydı”
*** Gelmeden önce Ermeniler ve Ermenistan hakkında neler düşünüyordun, şimdi neler?
Gelmeden önceki bakış açım çok romantikti, başta da anlattığım gibi benim için müzikal, edebi bir anlatım ve içine girmeye değer bir kültür olması.
Geldikten sonra benim bildiğim ve tanıdığım Ermeni öğesinin buradakinden farklı olduğunu gördüm. Türkiyeli Ermeni ile Ermenistanlı ve Diasporalı Ermeni oldukça birbirinden farklı.
Benim ilham aldığım ve kültürümün bir parçası olarak gördüğüm Türkiye’de yaşayamaya devam eden, ısrar eden, direnen ve toprağını terk etmeyen bir halk. Türkiye’nin bütün halklarıyla, demokratik talepleriyle var olmaya devam eden bir kültürün parçası olduğumu düşünüyorum, etnik kimliğimden bağımsız olarak.
Bu aitlik duygusunu Ermenistan’da bulamadım açıkçası ama bu kötü anlamda değil, sadece farklı olması, daha Sovyet etkisinin olması ile ilgili belki de.
Yani mesela burada Tateos Efendinin ya da Zaven Biberyan’ın bendeki karşılığı yok. Bu bakımdan kafamdaki Ermeni ve Ermenistan gelmeden önce buradakinden farklıydı ancak bunu tanımak ve deneyimlemek de ayrıca önemli ve onun da kendi güzelliği var.
“Çalmak istediğim eserler tanınmıyor”
*** Burada neler yaptın, neler öğrendin? Hiç yakın arkadaşın oldu mu?
Burada Mkhitar Sebastatsi okulunda Türkçe derslerine katıldım, İngilizce konuşma dersleri düzenledim, çocuklarla Sirvart Karamanuk’un şarkılarını çaldım. Okuldaki öğrencilerden Ermeni folk müziğine dair bir çok şey öğrendim, onlarla dans ettim ve gezilerine katıldım.
Okul dışındaki kısmı biraz zor oldu açıkçası. Batı Ermeni bestecileri projemi gerçekleştirebilmek için iletişime geçtiğim bütün kurumlardan olumsuz cevap aldım. Türkiyeli bir müzisyen olarak yaşadığım zorluk diyebilirim, ayrıca çalmak istediğim eserler Ermeni bestecilere ait olmasına rağmen sonuçta Osmanlı veya bizim Türk Sanat Müziği dediğimiz kategoriye girdiği için burada karşılığı olmayan ve tanınmayan bir tür. En ilginci bu bestecilerin hiç biri sahiplenilmiyor ve bilinmiyor diyebilirim. Bu bestelerin Ermeni kilise müziği ile bağlantısı ya da etkileşimi de ayrı bir çalışma konusu, bu konuda çalışan müzikologların çabalarıyla belki farklı bir ilgi alanı yaratılabilir.
Bütün bu zorluklara rağmen projeyi gerçekleştirdim. Lucy Khanyan ve Mar Margalyan adında iki müzisyenle çalıştım. Piyano, kanun ve klarnet olarak Karnik Garmiryan’ın zeybeğini ve Tateos Efendinin “Bu akşam gün batarken gel” parçasını farklı bir düzenleme ile çaldık. Bir çok yerde dinletiler düzenledik.
Çok fazla insanla tanıştım, sadece sanatçı değil, toplumun her kesiminden insanla dil problemini aşabildiğim sürece iletişime geçtim. Güzel arkadaşlıklar kurduğumu düşünüyorum. Arada biraz Ermenice de öğrendim.
“İki toplumun da demokratikleşmesi gerekiyor”
*** Sence bu iki toplumun (Türkiye ve Ermenistan) ileriye taşınabilecek ortak değerleri ve ortaklaştırabilecek değerleri var mı? Bu iki toplum gelecekte birlikte yaşayabilir mi?
Her iki toplumun da demokratikleşme yolunda büyük adımlar atması gerekiyor. Ortak değerlerimiz ve kültürümüz çok büyük. Birbirimize çok benzeyen iki topluluğuz ancak yeni bir söylem oluşturamadığımız sürece geçmişte takılıp kalma ihtimalimiz çok yüksek.
Nefret söylemlerinin çok arttığı günümüz Türkiye’sinde demokratikleşme en temel ihtiyaç ve düşünce özgürlüğü olmadığı sürece birbirimizi anlama, saygı duyma yetilerimizi kaybedeceğiz. Bu iki toplumun gelecekte birlikte yaşayabileceğine inanıyorum.
“Ermenistan halkı gurur verici bir hareket gerçekleştiriyor”
*** Halen devam eden “ Kadife Devrim” le ilgili gözlemlerin neler?
“Kadife Devrim” cümlesini duyduğumda ilk beni düşündüren kadifenin rengi olmuştu, dokusundan çok. Ermeni halkı için bordo mu yoksa lacivert mi olabileceği üzerine düşünmüştüm, başka bir alternatif üretemeden. Daha sonra insanlarla konuştuğumda aslında bu eylemlerin herhangi bir “sosyalist devrim” ya da başka bir iddiadan çok sadece bir demokratikleşme talebi doğrultusunda ilerlediğini gözlemledim.
Burada herkesin tek bir milletten, dinden olması ve nüfusun az olmasından kaynaklı üç bağlantılı bir toplum olması; üç bağlantılı derken burada birine ulaşmak istediğinizde en fazla kuracağınız aradaki üç kişi bağlantısıdır, yani herkesin birbirini tanıması ve kolay ulaşılabilir olması, bu etkenlerin “Kadife Devrim”in başarısını sağladığını düşünüyorum.
Aslında başarı derken daha izlememiz ve ileriki zamanlarda gözlemleyeceğimiz gelişmelere göre şekil alacak bir hareketten bahsediyoruz. Şu ana kadar edinilmiş olan çok büyük bir kazanım ve başarı tabii ancak unutmamak gerekir ki bütün devletlerin yönetimleri mafyatik ilişkilerle belirlenir, yani bir yerden sonra halkın çok da dahil olamayacağı bir nokta olacaktır.
Ancak Ermenistan halkı gerçekten gurur verici ve tarihi bir hareket gerçekleştirmekte. Bütün doğuya Türklerden, Azerilerden, İranlılardan farklı olduklarını gösteriyorlar bir anlamda ve örnek oluyorlar.
“Daha fazla sanatçı gelmeli”
*** Döndüğünde neler yapacaksın, buradan oraya bir şeyler taşıyacak mısın?
Beni heyecanlandıran şeylerin peşinden gitmeye devam edeceğim. Burada öğrendiklerimin yeni projeleri ve çalışmaları doğuracağına inanıyorum. İstanbul’da daha fazla bulunmak ve bazı müzik projeleri yürütmek istiyorum.
Osmanlı müziğindeki Ermeni bestecilerin eserlerinin kendi formlarının dışında, tamamen farklı bir biçimde çalınacağı Ermeni ve Türklerden oluşan bir orkestra hayal ediyorum.
Buradan oraya taşıyacağım şeyler; aveluk, ev yapımı kayısı ve dut votkası.
*** Senin gibi gelecek gidecek olanlara önerilerin var mı?
Sabırlı olsunlar. Bazı şeyleri gerçekleştirmek ve anlamak zaman alabiliyor. Buraya gelen ve giden insanların yaptıkları bütün çalışmalar çok anlamlı ve değerli, daha fazla sanatçı çalışma yapmaya gelmeli.
“Bana devlet temsiliyetiyle yaklaşmaları ağır geldi”
*** Gördüğün en büyük zorluk neydi?
İnsanlar bana bir devlet temsiliyeti üzerinden yaklaştıkları an bu benim için çok ağır ve zordu. Hep farklı bir yerden konuşmaya ve yaşadığımız şeyleri onlara anlatmaya çalıştım.
Ayrıca karşındakinin öfke ve acısını kabul etme, anlamaya çalışma ve dinleme de çok zor. Karşımdakinin yüzyıllık yüküne biraz da olsa destek olabilmekten, en azından onu duyuyor olmaktan bile mutluyum çünkü biliyorum ki bu karınca işidir, böyle böyle değiştireceğiz...
“Zor koşullar bizi güçlü yapıyor”
*** Uzaktan Türkiye’ye bakmak nasıl…?
Uzaktan Türkiye’ye baktığımda, halkın çok mutsuz olduğunu, acı çektiğini, adaletsizlik ve yenilmişlik duygusunun hakim olduğunu görsem de bunun değişeceğine olan inancım da sonsuz.
En zor koşullarda yaşayan ülkelerden biriyiz, bunun tek bir avantajı var, zorluklarla mücadele etme yeteneğimiz gelişti ya da başka bir bakış açısından belki duyarsızlaştık ancak her halükarda bu bizi daha güçlü yapıyor.
(BİANET.ORG – Aykan SEVER – 28.4.2018)