NAFİLE MELEK

Neşe Yaşın


Kötülüğü, başkalarına zarar vermekten ötürü duyulan bir hazzı bilir misiniz? Burada sözünü ettiğim tasarlanmış bir kötülük. ‘Amelie’ filmindeki gibi adalet duygusu içinde planlanan hınzır bir kötülükten, ya da lokantalarda tuzluk ve karabiberlikleri gevşetip, banyolarda sıcak ve soğuk su musluklarının yerini değiştiren bir çeteden filan söz etmiyorum. Panait İstrati'nin ‘Kodin’ anlatısında uyurken oğlunun ağzına kızgın yağ döken zalim annenin patolojik kötülüğü de değil anlatmak istediğim. İşittiğim kadarıyla, kendilerine şiddet uygulayan, hayatı zehir eden kocaları için kadınların bazı intikam planları varmış. Uyurken adamın üstüne bir kazan kaynar suyu boşaltmak gibi. Burada gözü dönmüş bir durum söz konusu tabii.  Küçük çaplı bir Medea cinneti. Bütün bunlar kriminal durumlar.

Benim sözünü ettiğim daha sinsice kurgulanmış, izini belli etmeyen küçük kötülükler... Birisini en çok üzecek cümleyi bulup söyleyenler vardır örneğin. Bazen yüzüne karşı bile değil. Bir kafede yan masaya söylenip hedef kişiye duyurulan bir söz diyelim. Ya da birisi hakkında inandırıcılık da taşıyacak biçimde bir yalanı yaymak. Böyle tasarlanmış bir kötülükte hedef kişiye karşı bir öfke, nefret ya da kıskançlık söz konusu olabilir. Bunu planlayanın karşılığında alacağı bir haz ya da kendince bir adalet duygusu vardır herhalde. İntikamın bir çeşit adalet anlayışı gibi algılandığını biliyoruz. Hedef kişinin kulağına gidecek biçimde ortaya dökülen sözlerin bir cinayet aletinden pek de farkı yok. Öldürücü darbeler vurmak üzere planlanmıştır sözcükler. Burada bazen önemli bir yetenek bile söz konusu olabilir. Dâhice bir plan, muhteşem sözcük becerisi filan…  Zanlı, maktulü ne ölçüde tanıyorsa plan da o derece başarılı olabilecektir. En yaralayacak, en derinden kıracak cümleyi bulmak kolay değil.

Böylesi kötülüklerle karşı karşıya geldiğinde insan şöyle düşünür: “Bunu hak etmek, bunu kışkırtmak için ne yaptım? Bendeki hata ne? ” Belirgin bir kışkırtan olması gerekmez tabii. Hayatta “gıcık kapma” diye bir şey var. Engel olunamaz, izah edilemez bir durum.  Belki de çevreye bir korku saldıklarından kötülerin genelde kalabalıktır çevreleri. Hedef olmaktansa arkadaş olup idare etmek daha kolay gelir pek çok insana. Kötünün yarattığı korkuyla oluşan otorite, çevreden itaati kışkırtır.

Kötüler genelde iktidara yatkındırlar. Burada sözünü ettiğim yakın çevrelerde kurulan mikro-iktidarlar. Kötülük, yıkıcılık o kadar da zor değildir aslında. Pek çok kötülük tahayyülü olabilir. Şimdi otursak şu “iyi” halimizle bile sayısız kötülük hayal edebiliriz. Bunların çoğunun gerçekleştirilmesi ise oldukça basittir. Ama kötülüğün de bir şanı vardır herhalde. Ortadoğu ve Balkanlar’ın en muazzam kötülüğünü yapmak da var.

Hayatta savaş gibi örgütlenmiş büyük kötülükler dururken bireysel küçük kötülüklerin ne önemi var demeyin. “Faşizm iki kişi arasında başlar” malumumuz.

Kötü ve iyi diye bir kutup var mıdır peki? Kesinlikle hayır. “İyideki kötü” ve “kötüdeki iyi”den söz edebiliriz pekâlâ.

Hem ‘Harflerin Arkeolojisi’ şiirimde de söylediğim gibi: “İyilerdir en kötü yaralayan”...
İnsan “kötüler”den çok “iyiler”den çekinmeli belki de.

Bir pazar sabahı yazarımız niye kötülükten söz edip duruyor, bir “kötü”nün gadrine filan mı uğradı yoksa diye soruyorsanız, vallahi öyle bir şey yok. Sadece kafayı takmış diyelim.

Aslında hayatımdaki “kötü” diye niteleyebileceğim insanların benim için ne denli önemli olduklarını fark ettim geçen gün. Belleğimde çarpıcı bir yere sahip olduklarını. Düşüncelerinin bile yoğun bir enerji yarattığını.
Melekler yumuşacıktırlar, varlıklarını bile hissettirmeden geçip giderler. Beyaz bir uçuculukları vardır. Ama şeytan öyle mi? Şeytan heyecan vericidir ve zaferden zafere koşmaya hazırlanmaktadır.

Kötüler ürkütücü oldukları oranda çekicidirler de… Bir görünürlükleri vardır. Hayatta iyilerden daha fazla iz bırakırlar.

Hayatımdaki kötüleri, bana yaptıklarını sık sık düşünürüm. Nedense onları bağışlayabilmek isterim hep ve saf psikoloji öğrencileri gibi her birine bir acıklı hikâye uydururum. Belki de varlıklarına katlanamadığım için kafamda dönüştürmeye çalışırım onları. Buna bir çeşit “Nafile Melek” tavrı  da denilebilir belki.