Naftalin Kokulu Bir Ülke... MALTA...

Dr Filiz Besim


İtalyan Araplar...
MALTALILAR...

Minicik bir ülke Malta; 450 bin nüfus, sadece 316 kilometre kare...
Kuzey Kıbrıs’ın onda biri bile değil...
Aslında hemen yanı başımızda;
Akdeniz’de üçlü bir adacıklar devleti...
Malta, Gozo, Comino...
Arap, İtalyan ve İngiliz karışımı bir kültür.
Malta dilinin kökeni bile Arap ve İtalyan karışımı ama dinlerken sanki Arapça... Maltaca, Latin alfabesine sahip tek Sami diliymiş.
Trafik bizdeki gibi soldan, İngiliz sömürge yönetiminden miras...
İngiltere Malta’yı bizden sadece dört yıl sonra terk etmiş. 1964’de...
Malta Cumhuriyeti İngilizlerin ayrılışından on yıl sonra kurulmuş. 1974’de...
Akdeniz’in ortasında hani deyim yerindeyse kayaların üzerinde bir devlet kurmuş Maltalılar...
Ne Anavatanları, ne de baba vatanları var...
Sadece üzerine titredikleri pırıl pırıl bir ülkeleri var...
Tertemiz, mis gibi tarih kokan...
Zengin tarihlerinin değerini çok iyi biliyorlar.
Kimler geçmemiş ki bu Akdenizli kayalar ülkesinden...
Fenikeliler, Araplar, İtalyanlar, Normanlar, Şövalyeler...
Sanırım en çok şövalyeleri sevmiş onlar. Başkentleri de bir şövalyenin adı. Valetta...
Kanuni Sultan Süleyman çok istemiş burayı almayı...
1565’de 4 aylık  uzun bir Osmanlı kuşatması olsa da Şövalyeler yönetimindeki Malta adası Osmanlı donanmasına geçit vermemiş.
O günlerde Osmanlı İmparatorluğu ile Batı arasında çok stratejik bir yermiş Malta...
Sonra İngilizler gelmiş...

Malta’da her yer taş, her yer tarih...
Evler eski yeni hep taş, kiremit çatı hiç yok. Dümdüz Akdenizli damlar...
Maltalılar tarihi yapıyı bozmamak için yeni evlerini de taştan inşa ediyorlar.
Kasabalar birleşmiş, koca bir şehrin mahallesi gibi...

Başkent Valetta’da kale içi tam bir tarih şöleni...
Daracık sokaklar, cumbalı yan yana evler, özellikli kapılar, pencereler yüzyıllardır dimdik ayakta ve bakımlı...
Yılbaşı gecesi Valetta’daki tarihi meydanda on binlerce insan umutla kaldırdı bardağını yeni yıla...
Yüzlerce yıldır olduğu gibi; tarihin, sanatın, müziğin ve insanın buram buram kokusu tüttü her yana...

Malta’nın milli geliri gayet iyi. Turizm, dil okulları, liman hizmetleri, tersaneler, başlıca gelir kaynakları... Hiç evsiz insanları yok...

Eski başkentleri Mdina (sessiz şehir) Avrupa’nın en güzel antik sur kasabası olsa gerek. Yüksek bir tepede surlar içinde muhteşem bir ortaçağ ve barok mimari şaheseri... Dini merkezleri ve eski şatolarıyla hiç arabanın olmadığı bu kasabada 360 civarı Maltalı yaşar. Bu Maltalılar yüzyıllardır burada yaşayan soylu ailelerin torunlarıymış. Mdina’nın devamı Rabat kasabasıdır. Bu isimler Malta’da 200 yıl süren Arap etkisinin göstergeleridir.

Biz Malta’yı yerel halk otobüsleriyle gezdik. Her yer birbirine öylesine yakın ki; bir buçuk Euro ile birkaç değişik kasabaya gidebiliyor ve birçok köyü ziyaret edebiliyorsunuz. Dedim ya Malta’da her yer kaya ama her yer çok temiz. Bütün ülke baştan başa pırıl pırıl... Tarım arazisi yok denecek kadar az olan bu ülkede deniz ve kayalardan oluşmuş bir kültür var.

Üç günlük minicik gezimizde görülesi yerler arasına aldığımız bir başka sahil kasabası da Marsaxlokk’tu... Balık marketi ve Luzzo denilen mavi boyalı balıkçı tekneleriyle ünlü bu kasaba şirin mi şirin yine bir ortaçağ kasabası... Gün batımında sahilde yakaladığımız büyüleyici manzara yüzlerce mavi boyalı balıkçı sandalıydı.

Peki ama Malta’da ne mi yenir? Pizza ve makarna sanırım favori yemekleri. Tavşan geleneksel yemekleri olsa da; sadece Malta’da bulunduğunu iddia ettikleri Lumbuka adlı balık da, ille de denenmesi gereken bir lezzet. Tropikal ve sıcak denizlerde bulunan bu balığın bir diğer adı da Malta Palamutu... Biz, İstavrit familyasından olan bu balığı biraz palamut, biraz da Mineri’ye benzettik.
Şarap ve kendi yerel biraları yine tüm Avrupa’da olduğu gibi güzel ve kaliteli...

Gerek nüfus gerekse büyüklük olarak bize çok benzeyen bu minicik ülkeyi içimizde garip bir burukluk ve eziklikle gezdik. Hep neden biz yapamadık? Diye kendimize sorarak...
Neden başaramadık? Diye kahrolarak...
Malta; görülesi ve ders alınası kimlikli bir ülke...