Cumhurbaşkanı Akıncı’nın müzakerecilik görevine Dışişleri Bakanı Nami’yi ataması üzerine alevlenen tartışma, ilk günlerdeki hararetini kaybetse de, sürüyor.
Ama artık sanırım, bir nihayete ermesinde fayda var.
Karşı çıkanlar, karşı çıkış gerekçelerini çok net bir biçimde ortaya koydular.
Nami isminden neden rahatsız olduklarını, bu görevlendirmeyle ilgili hangi ‘olası senaryoların’ kendilerini tedirgin ettiğini net bir biçimde hem liderlikle, hem de kamuoyuyla paylaştılar.
Fakat bu aşamadan sonra bu tartışmanın tırmandırılması, farklı birtakım olumsuzluklara yol açabilir, kimsenin böylesi gelişmeler yaşanmasını arzulayabileceğini sanmıyorum.
Öncelikle, federal çözüm ülküsüyle yola çıkan ve önünde zorlu bir müzakere süreci bulunan Cumhurbaşkanı’nın, arkasındaki toplumsal desteğin devamına her zamankinden çok ihtiyacı var.
Elbette, her hâl ve şartta, sorgusuz sualsiz sürdürülmesi gereken bir destekten bahsetmiyorum.
Liderliğin bu süreci, toplumun beklentileriyle çatışan yöntemlerle yürümeye çalışması halinde, gerekli uyarıların yapılması kaçınılmazdır.
Ancak daha sürecin çok başındayız ve sonsuz ve koşulsuz olmamakla birlikte, Akıncı’ya bir ‘tolerans’ hakkı tanınabilmelidir.
Bu desteğin, daha masa dahi kurulmadan Özdil Nami ismi üzerinden güç kaybetmesi, hem Akıncı’nın motivasyonu adına bir olumsuzluktur hem de çözüm beklentisi içerisinde olan toplum adına bir handikaptır.
Akıncı’nın müzakere sürecine tam kapasite yoğunlaşmasının gerekliliği ortadayken, dikkatinin müzakerecisiyle ilgili ‘tartışmalara’ kayması da ayrıca sıkıntı yaratabilir.
Nami ile ilgili tartışmaların sürdürülmesinin taşıdığı bir diğer ve bana sorarsanız en büyük risk ise meselenin CTP ile diğer SOL güçler arasındaki ayrışmayı körüklüyor olmasıdır.
Müzakereciyle ilgili yükselen muhalefetin ana ekseninde, Nami’nin CTP’li oluşu yok.
Tam aksine, sürecin CTP ile birlikte, CTP ile işbirliği içerisinde yürütülmesinin gerekliliği, akl-ı selim herkesin ortak düşüncesi, ortak arzusu.
TDP’lisinin de, BKP’lisinin de, Akıncı’ya destek veren herkesin de...
Dolayısıyla meseleyi maksadını aşan bir boyutta tartışmaya açıp, Nami’ye yönelik tepkileri, CTP’ye yönelik tepkiler olarak lanse etmeye çalışmanın, günün sonunda kimseye faydası yok.
Nami ismini gerçekten de CTP’yi dövmek için kullanmaya çalışan bir azınlık olabilir elbette.
Ancak bunun etik zafiyetiyle, Nami ismine muhalefet edenleri ‘CTP düşmanlığıyla’ suçlamaya yeltenenlerin etik zafiyeti arasında, sonuç itibarıyla çok da büyük bir fark yok bana sorarsanız.
Unutmayalım, iki yanlıştan bir doğru elde etmek mümkün değil.
Bu ‘çarpık’ sesler birbirlerini değil, olsa olsa, ikinci tur öncesinde bir araya gelerek ortak bir hedef için el ele veren çözüm güçlerini, Annan Planı sürecinden sonra ilk kez yakalanan bu ortak bilinci bölüp parçalarlar.
Bu nedenle şimdi sürece konsantre olmakta, Akıncı ile ekibinin ne yapacağına bakmakta fayda var.
Ve bu noktada Sevgili Cenk’in dünkü yazısında altını çizdiği bir hususa, Özdil Nami’nin bu tepkilerden dersler çıkarmasının gerekliliğine, aynen katılıyorum.
Son birkaç gündür yaşanan bu tartışmalar, Özdil Nami’nin bundan sonra atacağı her adımda, yapacağı her açıklama öncesinde hatırlaması gereken önemli bir mesaj olarak, aklının bir köşesinde durmak zorundadır.
Tabii, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da...
Çünkü verdikleri oyun takipçisi olmak, insanların en doğal hakkıdır.
Haktan öteye, bu çözüm sürecinin salahiyeti açısından da bir zorunluluktur.