Sanırım 2012 yılıydı ‘Toparlanıyoruz Hareketi’nin faaliyete geçtiği yıl… Başında Kudret Özersay vardı… Şimdi Halkın Partisi Genel Başkanı… 2013, 28 Temmuz Genel Seçimleri öncesi seçmenin hiçbir partiye mühür vurmaması, karma oy kullanması çağrısı yapıyordu.
Bu çağrının gerekçesi olarak siyasi partilerde yozlaşmanın olduğu belirtiliyordu… Gerekçesi doğru ama o zamanlar yaptığı karma oy kullanılması çağrısı hâlâ geçerli mi merak ediyorum. Kendi kadrosu için nasıl bir garanti verebilir? İlkesel değil de kişisel beklentilerin ön plana geçtiği kişilerin sürekli parti değiştirmesi gibi etik dışı, ilkesiz gelişmelerin kim tarafından, partisinin hangi organı tarafından belirlendiği belli olmayan milletvekili aday kadrosunda da yaşanmayacağının garantisi nedir?
Parti Meclisi’nde onaylandığı ve sıraların belirlendiği söylenen aday kadrosunun başından beri isimleri ve yerleri belliyken, parti meclisinden de aynı şekilde çıkması Özersay’ın çok önem verdiği ()! “demokrasi” ilkelerine bu durumun uygunluğu hakkında ne söylenebilir?
***
HP’de Kudret Özersay’ın diline pelesenk yaptığı değerlerin olmadığı bir gelişme yaşanırken şu da bir gerçek ki seçmenin karma oy kullanma istek ve talepleri de az değil. Yani Özersay’ın parti kurarak seçime girdiği bu durumda daha önce önerdiği şeyi onun da istemeyeceği bir gerçeklik duruyor ortada…
“Şu adamı seviyorum, bu adayı tanıyorum, şu düğünüme geldi, bu cenazemde beni yalnız bırakmadı” gibi değerlendirmeler her seçimde olduğu gibi bu seçimlerde de büyük rol oynayacak.
Partilerin bu karma oyu en aza indirebilecek çalışmaları ortaya koymasının büyük önemi var. Neden? Çünkü karma oylarla oluşacak bir mecliste herhangi bir politik, sosyal, kültürel anlamda ilerleme sağlanması, yasa çıkarılması çok mümkün olmayacaktır. “Şu aday tanıdığımdır” diye oy verilen ve meclise giren bir kişinin hangi niteliğinden dolayı mecliste olduğu hem kendi hem de oy veren kişi tarafından bilinmezken o kişinin mecliste halkın yararına bir varlık ortaya koyması da beklenmemelidir.
O ‘tanıdık’ kişi belki yine o konumunu kullanarak o kişinin oğluna iş arayacaktır, belki Kemal Dürüst gibi köylerde atıp tutacak, “yüzlerce kırsal kesim arsası vereceğim” diyecek ama toplum yararına bir faaliyeti olmayacaktır çünkü öyle bir kapasitesi yoktur.
***
Elbette ki 8 siyasi partinin ortaya koyduğu 400 milletvekili adayının hepsinin de mükemmel, nitelikli, meclise layık kişiler olduğunu söylemek olanağı yoktur. Seçmen de bu kişiler arasından seçim yapmak durumundadır. Ancak bu seçimi yaparken o seçmenin de kafasında “bunu seçersem belki o işçiğimi halleder” düşüncesinden ziyade “şu partiye oy verirsem toplumun isteklerine daha uygun bir süreç yaşayabiliriz” düşüncesinin ön planda olması gerekir. Bu toplumsal çıkarını hangi partide görürsünüz bilmiyorum ama karman, çorman, niteliksiz ve kişilerin özel işlerini takip edecek bir meclis yapısının yerine toplumu sağlıklı, nitelikli, demokrasi ve barışa götürecek bir organ haline getirmeyi başarabilmek gerekir.
KKTC’nin sığınma evi!
Kadına şiddete karşı başta kadınlar, sivil toplumları örgütleri yollara döküldü… Sığınma Evi talepleri var. Aslında hemen başta söylemek gerekiyor; Değişen toplumsal yapı bu gereksinimi çok acil duruma getiriyor… 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü, konuyu bir kez daha ön plana çıkardı. Dün de Yenidüzen’in manşetinde vardı; Bir yılda şiddet gören ve bunu deşifre eden kadın sayısı 250. Bir de korkup, duyurmayan, söyleyemeyen kadınları eklemek gerek bu sayıya ki çok büyük bir rakam olduğunu söylersek yanlış olmaz. Cinayete kurban giden kadın sayısı 16 yılda 36 kişi, Cezaevi’nde 21 kadın, LTB Sığınma Evi’nde 41 kadın, 21 çocuk var. Aslında bu sayılar istenmeyen, bir şekilde önlemeyen, eğitimsizliğin, kontrolsüzlüğün ortaya çıkardığı trajik durum… Peki ya devlet kontrolündeki, devlete vergi ödeyen gece kulüpleri!.. 37 gece kulübünde 334 konsomatris varmış. Bu kadınlar devletin kontrolü altında işlerini yapıyorlar… Belki de devlet, açmadığı sığınma evlerinin yerine bu evleri uygun görüyordur!..
Sevinçlerimizi de aldılar…
Mağusa’da Maraş’ta ‘Laguna’ olarak bilinen bölgenin bir kısmı askerden alınıp sivile, Turizm Bakanlığı’na verilmiş ama biz tepki gösteriyoruz… Tam tersi olması gerekmez mi! Sivilleşmenin ufacık bir göstergesi olarak değerlendirmemiz gerekmez mi? Öyle olmuyor ama… Neden? Çünkü bu gelişmenin, askerden halka devretmek için değil, birilerine orayı peşkeş çekmek için olduğunu biliyoruz da ondan… Gelişmelerin sevinçlerini de aldılar elimizden…
Programcılar rahatladı
Özellikle televizyon program yapımcıları en rahat dönemlerini yaşıyorlar… Bizim televizyon programları bir sunucu, karşısında bir konuk formatında gidiyor ya… Alın size 7 Ocak’a kadar dilediğinizce konuk… Bu sürede “kimi çağıracağım” derdi yok. Sanırım 8 parti, 50 milletvekili adayından 400 aday yapar… Alın önünüze aday listelerini, bir bir çağırın, çağırdıklarınızın üstünü çizin, diğerini çağırın… Oh ne âlâ… Bu dönemi de böyle atlattık!
"Hayatta bir gayesi olmayan insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmezler, ancak suyun akışına kapılırlar".
Senaca