“O kadar uzun yol geldik ki seninle
Şimdi sen ayrı ben ayrı olan o yolu
Nasıl yürüyeceğiz?”
Derin bir mana saklıdır Birhan Keskin’in sorusunda. Upuzun bir yol birlikte yürünmüş, yürürken fırtınalarla, kasırgalarla karşılaşılmış, yürüyenler her defasında biraz daha birbirlerine sokularak, kol kola girerek, omuz omuza vererek direnmişlerdir deli rüzgara.
Yeterince uzunsa yürünen yol, yol kazalarıyla karşılaşmamak imkansızdır. O uzun yolda yol kazaları yaşanmış, kazalarda düşenler, kaybedilenler olmuş, ayakta kalanlar yitenlerin acısını yüreklerinin en nadide köşelerine yerleştirmiş, onların sayesinde kabaran göğüsleriyle daha bir korkusuz, daha bir cesur, artık her birinin bir değil birkaç kişi olduğunun bilinciyle yürümeye devam etmişlerdir.
Bir de yol yorgunluğu vardır. O upuzun yolu durmaksızın yürümek kolay değildir. Arada yorulanlar, “ben biraz duruyorum sen devam et” diyenler çıkar, çıkmıştır elbette. Bazen hala dermanı olanlar onları yüklenip omuzlarına alarak yürümeye devam etmiş, bazen yorulan biraz geride kalıp dinlenmiş, ötekilere sonradan, tekrar yetişmiştir.
Ne olduysa olmuş, o uzun, upuzun yol birlikte yürünmüştür sonuçta. O kadar uzun yürünmüştür ki, birlikte yürüyenler, yol arkadaşları, yoldaşları olmaksızın yürümeyi dahi unutmuşlardır. “Şimdi sen ayrı ben ayrı olan o yolu nasıl yürüyeceğiz” diye sormak, soru soruyormuş gibi yapıp, aslında yanından ayrılmaya kalkışana, “sen olmazsan yürüyemem; hem ben olmazsam sen de yürüyemezsin” demek bu yüzden anlamlıdır.
Sert esen rüzgara tek başına değil, yanındakiyle birlikte, onun dost sıcağıyla direnmiştir her bir yolcu. O uzun yolda her daim sert esmektedir rüzgar. Ne kadar sağlam olursa olsun, tek kişinin ayakta kalması mümkün değildir. “Nasıl yürürüz” sorusu, bu nedenle, “yürüyemeyiz” demektir aslında. O sert rüzgarlar estiğinde, birbirimizden uzak yakalarlarsa bizi, her birimizi bir tarafa savurur, bunca zaman yorulmayanlarımızı yorar, düşmeyenlerimizi düşürür, yitmeyenleri ortadan kaldırır, rüsva eder mealindedir.
Uzun, upuzun bir yolu birlikte yürümüş olanlar, aynı yolda yürümeye devam etmek niyetindeyseler gerçekten, “ben artık senden/sizden ayrı yürüyeceğim bu yolu” derken aslında başka bir yolda yürümek değilse hakiki niyetleri, bunca yıllık yoldaşlarına yaslanmadan asla yürüyemeyeceklerini de bilmelidirler. Öyle yiğitlik taslamanın, böbürlenmenin, “ben, sen olmadan da var olurum, hem sensiz daha hızlı yürürüm” diye efelenmenin manası yoktur.
İnsanı insan yapan tevazudur. Onca yıl yanında kendisiyle birlikte yürümüş, yeri geldiğinde kendisine omuz vermiş olana “nasıl yürürüm ki sensiz” diye sormak insanı alçaltmaz, yüceltir; hakiki insan seviyesine yükseltir.
Eğer kendi dilimizle konuşmayı, “nasıl yürürüm ki sensiz” diye sormayı beceremiyorsak, utanıp sıkılıyorsak hala duygularımızı karşımızdakine söylemeye, Birhan Keskin’in dizelerini ödünç alıp, yanımızdakine öyle seslenebiliriz:
“O kadar uzun yol geldik ki seninle
Şimdi sen ayrı ben ayrı olan o yolu
Nasıl yürüyeceğiz?”