“Natali/Hıfsiye’nin barış dileği…”

Sevgül Uludağ

Arda ARIKAN

(Henüz 14 yaşındaki barışsever Arda Arıkan, Ayhan Hikmet’in kızı Natali/Hıfsiye’nin yaşadıklarını anlatıyor… Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz… S.U.)

Derslerden vakit bulmuşken, bir memur olarak görünen ancak geçmişi hassas geçen birinin hikayesini kaleme almak istedim;

NATALİ’NİN BARIŞ DİLEĞİ - Η ΕΥΧΗ ΤΗΣ ΝΑΤΑΛΙ ΓΙΑ ΕΙΡΗΝΗ

Hıfsiye Hikmet, Ayhan Hikmet’in kızıydı… Babası, Kıbrıs Türk toplumunda önemli bir hukukçuydu ve her zaman barış için çalışan, adaletin yanında yer alan bir insandı… Nisan 1962’de, siyasi karışıklıkların ortasında, yakın arkadaşı ve de meslektaşı Ahmet Muzaffer Gürkan ile aynı gece acımasızca katledildi... Hıfsiye, o günden sonra her şeyi bir gecede kaybettiğini düşündü… Babasının kaybı, ruhunda derin yaralar açtı, ama o yaralar onu daha güçlü bir kadına dönüştürdü…

Ayhan Hikmet öldürüldükten sonra da çok şey yaşadı ailesiyle... Güney’e göç ettirdiler, kapılarına dayandılar, annesini (Sabiha) sürekli taciz ettiler, ne Kuzey’de ne de Güney’de rahat bırakmadılar ama kardeşi (Emin) ile direnmeyi bildiler... Onlar için hayat, ayrımcılığın olmadığı, barışın hüküm sürdüğü bir dünya kurma hayaliydi.

Hıfsiye, sadece babasının mirasını değil, aynı zamanda insanca yaşamanın ne demek olduğunu da unutmayan bir kadındı… Toplumların bölündüğü, insanların sadece kimliklerinden dolayı yargılandığı bir dönemde, o, herkesin eşit olduğuna inandı… Kimseyi Türk ya da Rum diye ayırmadı... Çünkü onun gözünde insan, dilden, dinden ve kimlikten öteydi…

Kısa bir süre sonra Hıfsiye, belki de bu inançla hayatında radikal bir değişiklik yaptı... Natali oldu... Kıbrıslırum bir adamla evlenip, çocuklarını Rumca büyüttü... Yeni ismiyle Natali, geçmişi geride bırakmaya çalışıyordu belki de... Ama geçmiş, her zaman yanı başındaydı... O, Ayhan Hikmet’in kızıydı... O, iki toplum arasında köprüler kurmaya çalışırken, kalbindeki çatışmayı da çözmeye çalıştı... Bir dönem Türkçeyi bile unutacak kadar Rumcayla iç içe yaşadı... Ama kimliğiyle barıştı; ne tamamen Türk ne de tamamen Rum... O, sadece bir barış insanıydı...

Kıbrıs’ın ikiye bölünmüş yapısı, ona hiçbir zaman yabancı olmadı... Ama o, hep sınırları aşmaya çalıştı... Natali Simillidu, şu anda Lefkoşa Kaymakamlığı’nda çalışıyor, hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlarla birlikte... Eskisi kadar tacize mağruz kalmıyor belki da... O, kendi hikayesini yazdı... Babasının trajik ölümüne rağmen, her iki toplumda da barışa inanan iki dilli bir Kıbrıslı olarak hayatına devam ediyor...

Natali, aynı zamanda güçlü kadınların simgesi haline geldi... Yakın tarihte, iki toplumlu bir kadın grubu olan "Sınırı Aşan Eller – Hands Across the Divide" ile birlikte çalıştı... O dönemde toplumdaki kadınların sesi olmak, barışa inanan insanların ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha göstermek için mücadele etti... Onun inancı, bu adanın kaderinin savaştan ibaret olmadığını, barışın ve dostluğun mümkün olduğunu herkese göstermeye yönelikti...

Belki de en zoru, kendisine uzatılan o elleri her zaman sımsıkı tutmaktı... Çünkü Natali/Hıfsiye, her defasında geçmişin acılarıyla yüzleşiyordu... Her dostlukta, her bir araya gelişte, kendisinde kötü anılar kalan geçmişini de hatırlıyordu belki... Ama o, buna rağmen vazgeçmedi... Yüreğinde taşıdığı o ağır yükle, sınırları tek başına aştı... Barışı hayal eden biri olmak, onun en büyük gücüydü... Herkesin yüreğinde açılan yaralar kapanmazken, o, bu yaraların üzerinden köprüler kurdu... Her iki tarafında anlayabilmesi için...

Natali ve Emin’in yaşadıkları, yalnızca iki kardeşin değil, bu adanın barışa inanan tüm insanların yaşadıklarıdır. Keşke barış için savaşan her insan, tarihin untulmazları arasına girseler... Natali, bu adada barışın imkansız bir şey olmadığına inanarak yaşamaya devam ediyor...”

Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan'ın cenaze töreni. Foto Tuncer Bağışkan arşivinden...

Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan'ın cenaze töreninden...


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Teslim ol ya da açlıktan öl: Gazze’nin kuzeyindeki İsrail yeni bir planı hayata mı geçirdi?”

Jeremy Bowen/BBC

Filistinliler ve yardım kuruluşları İsrail'in Gazze'nin kuzeyinde yeni bir taktik benimsediği görüşünde…

Cumartesi sabahı, İsrail ordusunun sözcüsü tarafından sosyal medyada, Gazze'nin kuzeyindeki 'D5' bölgesinde yaşayan insanları güneye doğru hareket etmeleri konusunda uyaran Arapça bir mesaj yayınlandı. D5, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından Gazze haritalarının üzerinde belirlenmiş kare şeklinde bir bölge. Daha küçük birkaç düzine bölgeden oluşuyor.

Yayınlanan bu son mesajda şöyle deniyordu:

"IDF, terör örgütlerine karşı büyük bir operasyon yürütüyor ve bu uzun süre devam edecek. İçerisindeki barınaklar da dahil olmak üzere bu alan savaş bölgesi olarak kabul ediliyor. Selahaddin yolu üzerinden insani bölgeye giderek, alanı derhal boşaltın."

Mesaja, D5 bloğundan Gazze'nin güneyine doğru işaret eden büyük bir sarı okun bulunduğu harita da eklenmişti. Selahaddin yolu kuzey ve güneyi bağlayan ana güzergahtır.

Mesaj, insanların, bir yıldır süren İsrail saldırılarıyla un ufak olmuş bölgeye kısa sürede dönebileceklerine dair bir işareti de içermiyor. Mesajın özü, İsrail ordusunun "uzun bir süre boyunca büyük güç kullanacağı.” Başka bir deyişle, yakın zamanda geri dönmeyi beklemeyin.

İsrail'in mesajda belirttiği insani bölge, daha önce Rafah yakınlarında tarım alanı olarak kullanılan kıyıdaki El Mavazi. Çok kalabalık ve Gazze'nin diğer birçok bölgesinden daha güvenli değil. BBC Doğrulama Servisi, bölgeye en az 18 hava saldırısı yapıldığını tespit etti.

Hamas, bir zamanlar 1,4 milyonluk nüfusuyla Gazze Şeridi’nin merkezi olan kuzeyde halen yaşayan 400.000 kişiye kendi mesajını gönderdi. Hamas onlara yerlerinden ayrılmamalarını söylüyor. Güneyin de en az kuzey kadar tehlikeli olduğu belirtiliyor, geri dönmelerine izin verilmeyeceği konusunda da uyarı yapılıyor.

İsrail’in hava saldırılarına ve topçu bombardımanlarına rağmen birçok kişi yaşadıkları bölgeyi terk etmiyor gibi görünüyor. Gazze’nin kuzeyine bakan bir bölgeye gittiğimde patlamaları duyabiliyor ve yükselen dumanları görebiliyordum. Çatışmanın yoğunluğu bana savaşın ilk aylarını hatırlattı.

Pek çok kişi Gazze’nin kuzeyinden güneyine kaçtı. Kuzeyde kalan insanların bir kısmı bunu hareket kabiliyeti olmayan akrabalarının yanında kalmak için yapıyor. Diğerleri Hamas'la bağlantıları olan ailelerden geliyor fakat savaş kurallarına göre bu onları savaşçı yapmaz.

Gazze'nin aşırı kalabalık ve tehlikeli güneyine gitmeden İsrail ordusunun operasyonlarından kaçmak isteyen siviller son bir yıldır bir taktik geliştirdi. Ordu evlerinin veya sığınaklarının yakınında operasyon yürütürken kuzeydeki başka bir yere, örneğin Beyt Hanun'dan Gazze Şehri’ne, taşınıyorlar. Ordu bölgeden ayrıldığında, evlerine geri dönüyorlar.

Gazze'deki Filistinlilerle günlük temas halinde olan diğer BBC muhabirlerine göre, IDF bunun engellemeye çalışıyor. Aileleri sadece güneye giden ana yol olan Selahaddin'e yönlendiriyorlar.

İsrail gazetecilerin Gazze'ye girmesine izin vermiyor, nadiren ordunun denetiminde kısa ziyaretlere olanak sağlıyor.

7 Ekim'de orada yaşamakta olan Filistinli gazetecilerse hala cesurca görevlerini yapıyor. Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), savaş başladığından beri Gazze'de en az 128 Filistinli basın çalışanının öldürüldüğünü söylüyor.

İsrail'in tekrar saldırıya geçmesinden bu yana, Gazze’nin kuzeyinde çoğunlukla küçük çocukların boylarından büyük sırt çantalarını taşıyarak yardım ettiği panik içindeki ailelerin kaçışlarını görüntülüyorlar.

Yolculuk zor. Gazze'deki Filistinliler, bazen İsrail ordusunun hareket halindeki insanlara ateş açtığını söylüyor. İsrail, askerlerinin uluslararası insancıl hukuka saygılı bir şekilde sıkı angajman kurallarına uyduğu konusunda ısrarcı.

Ancak İngiltere merkezli sivil toplum kuruluşu Filistinliler İçin Tıbbi Yardım’ın (MAP) koruma birimi başkanı Liz Allcock, yaralı sivillerin sunduğu kanıtların hedef alındıklarını gösterdiğini söylüyor.

"Hastanelere kabul edilen kadınların, çocukların, ya da savaştırılmayacak yaştaki insanların çoğunun başlarına, omurgalarına, uzuvlarına doğrudan ateş açılmış oluyor, bunlar da doğrudan hedef alındıklarına işaret ediyor.”

Gazze'de çalışan BM ve diğer insani yardım kuruluşları, İsrail askeri baskısının bir kez daha zaten halihazırda yaşanan insani felaketi daha da derinleştirdiğini söylüyor.

Gazze’nin kuzeyinde geriye kalan hastanelerden, hastaneleri çalışır durumda ve ağır yaralı hastaları hayatta tutan jeneratörleri çalıştırmak için yakıtlarının azaldığına dair çaresizce mesajlar iletiliyor. Bazı hastaneler, binalarının İsrailliler tarafından saldırıya uğradığını bildiriyor.

GENERALLER PLANI…

Filistinliler, BM ve yardım kuruluşları İsrail ordusunun Gazze’nin kuzeyinden Hamas’ı çıkarmak için ‘Generaller Planı’ olarak bilinen yeni bir taktiği kısmen ya da tamamen kademeli olarak uygulamaya koyduğunu düşünüyor. Bu taktik, eski ulusal güvenlik danışmanı Tümgeneral Giora Eiland tarafından görevlendirilen emekli kıdemli subaylardan oluşan bir grup tarafından önerildi.

Çoğu İsrailli gibi, İsrail'in bir yıldır savaşmasına rağmen Hamas'ı yok etme ve rehineleri serbest bırakma hedeflerine hala ulaşamamış olmasından dolayı kızgın ve hüsrana uğramış durumdalar. İsrail ‘Generaller Planı’ ile bu açmazı çözebileceğine inanıyor.

Özünde, İsrail'in kuzeydeki tüm nüfus üzerinde baskıyı artırarak Hamas'ı ve lideri Yahya Sinvar'ı teslim olmaya zorlayabileceği fikri yatıyor.

İlk adım, sivillere, geçen yıl Ekim ayındaki İsrail işgalinden bu yana Gazze’yi doğu-batı yönünde ayıran bir sınır haline gelen Gazze Vadisi’nin güneyine doğru tahliye emri vermek.

Giora Eiland başlangıçta, İsrail'in rehineleri geri almak için hemen bir anlaşma yapması gerektiğine inanıyordu, bu Gazze'den tamamen çekilmek anlamına gelse bile. Bir yıl sonra, başka yöntemlerin gerekli olduğunu söylüyor.

Merkezi İsrail'deki ofisinde, planının özünü anlattı.

"Gazze'nin kuzeyini son 9 veya 10 ayda kuşattığımızdan, yapmamız gereken şey, Gazze'nin kuzey kesiminde yaşayan 300.000 sakine (BM'nin tahminine göre 400.000) bu bölgeyi terk etmeleri gerektiğini söylemek ve güvenli koridorlar aracılığıyla bölgeden ayrılmaları için onlara 10 gün süre vermek.

“Ondan sonra, tüm bu alan askeri bölge haline gelecek. Ve bazıları savaşçı, bazıları sivil olsun, tüm Hamas halkı teslim olmak veya açlıktan ölmek arasındaki iki seçenekle karşı karşıya olacak.”

Eiland, tahliye tamamlandığında İsrail'in bölgeleri kapatmasını istiyor. Geride kalan herkes düşman askeri olarak muamele görecek. Bölge kuşatma altına alınacak ve ordu tüm yiyecek, su veya diğer hayati ihtiyaçların içeri girmesini engelleyecek. Baskının dayanılmaz hale geleceğine ve Hamas'tan geriye kalanın hızla çökeceğine, hayatta kalan rehinelerin serbest bırakılacağına ve İsrail'e özlem duyduğu zaferi vereceğine inanıyor.

BM Dünya Gıda Programı, Gazze'deki mevcut saldırının “binlerce Filistinli ailenin gıda güvenliği üzerinde feci bir etkisi" olduğunu söylüyor. Gazze’nin kuzeyine giden ana geçişlerin kapatıldığını ve 1 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi’ne hiçbir gıda yardımının girmediğini söylüyor. Mobil mutfaklar ve fırınlar hava saldırıları nedeniyle çalışmayı bırakmak zorunda kaldı. BM Dünya Gıda Programı tarafından desteklenen kuzeydeki tek işleyen fırın, patlayıcı bir mühimmatla vurulduktan sonra yandı. Güneydeki durum da neredeyse aynı derecede vahim.

IDF'nin Generaller Planı'nı kısmen mi yoksa tamamen mi benimsediği net değil, ancak Gazze'de yaşananlar, bunun en azından nüfusa karşı kullanılan taktikler üzerinde güçlü bir etkisi olduğu yönünde. IDF, BBC’nin sorularını yanıtsız bıraktı.

Binyamin Netanyahu'nun kabinesindeki aşırı milliyetçi aşırılıkçılar, Filistinlilerin yerine Gazze’nin kuzeyine Yahudi yerleşimcileri getirmek istiyor. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich açıklamalarından birinde, "Kahraman savaşçılarımız ve askerlerimiz Hamas'ın kötülüğünü yok ediyor ve Gazze Şeridi'ni işgal edeceğiz... doğruyu söylemek gerekirse, yerleşimcilerin olmadığı yerde güvenlik de yoktur" dedi.

(BBC – Jeremy BOWEN – 12.10.2024)