Dün Nazım Hikmet’in 60. ölüm yıldönümü idi. Büyük şair 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova’da kalp yetmezliğinden yaşamını yitirdi. Fakat nefesi hiç tükenmedi, insanlığa mal oldu, giderek daha da büyüdü...
Çünkü, insanı her şeyin üstünde tutuyordu ve Jean Paul Sartre’ın dediği gibi, “insan düşmanlarının amansız düşmanı” idi. Ve “her yerde insana hizmet etmek ama hiçbir şeye karşı kayıtsız kalmak istemiyordu.”
“İnsana has şeyin şiirime de has olmasını istiyorum” diyen Nazım, insanı sevdiği için yaşamı seviyordu. Fakat Onun yaşama sevinci, aynı zamanda mücadele ve angajman anlamına geliyordu. Çünkü, yine Sartre’ın dediği gibi, Nazım Hikmet “bilirdi ki, insan yaratılmış bir mahluktur ve asla dünyaya hazır gelmiyor. İnsanın durmadan düşmanla savaşarak kendi kendisini yaratması gerekmektedir.”
İnsanın angajman yoluyla kendi kendisini yaratması varoluşsal bir süreçtir. Çünkü, varoluş felsefesinde Jean Paul Sartre’ın öncülü, bir bakıma da fikir babası sayılan Martin Heidegger’in deyisiyle, insan doğuşuyla birlikte “dünyaya fırlatılmış̧” bir varlıktır. Öleceğinin bilincindedir ve tutunabilmek için tutkular geliştirmesi kaçınılmazdır. Tutkuyla bağlanarak hayatını anlamlı kılmaya çalışır. Bir davaya, aşka, bir fikre, bir tahayyüle, ütopyaya, yaşam projelerine, dine, ideolojiye ve küçük-büyük bir sürü̈ şeye daha...
Nazım, bizi yaşamı ciddiye almaya davet eder. Çünkü bilir ki, ancak yaşamı sahiplenirsek, angaje olursak anlamlı bir hayat yaşayabiliriz. Ve anlamlı bir hayat, ölüme karşı en iyi cevaptır... 9
Ateşi bizi yaksa bile bir hülyamızın olması tutkusuz bir yaşam sürmekten daha iyidir.
Nazım şöyle der:
“Yetmişinde bile zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yani yaşamak ağır bastığından...”
Nazım Hikmet, Sol dünya görüşünü benimsemiş bir şairdir. Onun solculuk anlayışının insan sevgisiyle ele ele gittiğini söyleyebiliriz. Kapitalizmin yarattığı sömürü düzenine ve eşitsizliklere itirazı vardır. Sağ dünya görüşünden farklı olarak, eşitsizlikleri “doğal” değil, sömürünün sonucu sayar ve eşitlik mücadelesini ön plana çıkarır.
Fakat Nazım’ın eşitlik mücadelesi, reel Sosyalizmde olduğu gibi veya bazı Sol akımlarda gördüğümüz biçimde bireysel özgürlükleri görmezlikten gelmesine yol açmaz. Tam tersine, eşitlik ve kardeşlik kadar, bireysel özgürlükleri de önemser. Bu anlayışını da mısralara en güzel şekilde döker:
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine...”
Nazım’ın bu mısralara yansıyan yaşam felsefesi aynı zamanda “hasreti” idi.
İnsanlığın ortak hasreti...