Bir Pazar sabahına uyanırken memleketin hali geldi aklıma birden…
‘Uyanırken’ dedim ama aslında ‘uyandırılırken’ demek daha doğru olur çünkü sabahın 5’inde odanın içinde okur gibi çıkan müezzinin sesi size yatağınızdan sektiriyor bir anda…
İlk defa değil bu şikayetim ama tekrarlamakta fayda var. Belki birileri duyar. O saatte camiye kaç kişi gider bilemem ama camiye gitmeyecekler için gerçekten de insan haklarına aykırı bir durum.
Ses çok yüksek, her yeri inletiyor… Eskiden ezan nasıl okunuyordu? Müezzin minarenin şerefesine çıkar, çıplak sesle camiye gideceklere çağrı yapardı. Yerleşim yerleri küçüktü, çıplak sesle herkes duyabiliyordu. “E o zaman yüksek ses gerekli oldu çünkü yerleşim yerleri büyüdü, nüfus çoğaldı” diyeceksiniz. E o zaman ne kadar çok nüfus, o kadar çok yüksek ses mi olmalıdır? Yaşanmaz artık.
Hayır, şimdi teknoloji var. Her yerde namaz saatlerine ulaşılabilir.
Camiye gidecek olan da, namazını evde kılacak olan da saatini ayarlar, alarmını kurar, dini vecibelerini yerine getirir.
Gerek var mı sabahın sessizliğinde o kadar yüksek sese… Veya günün herhangi bir saatinde… Ne konuştuğunuzu duyabilirsiniz, ne telefonda konuşabilirsiniz… Hasta olabilirsiniz, belki işten o saat geldiniz, dinlenmeye, uyumaya ihtiyacınız var ama aniden oldukça yüksek bir ses sizi camiye çağırıyor…
Sanki de Arabistan çöllerinde İslamiyet’in doğuşunu yaşıyoruz…
Oysa ki yine de camiden ezanın okunması gibi bir talep varsa, oradan çıkan bir ses duymak gerekli ise, sesin desibeli ayarlanır, kimseyi rahatsız etmeden, hatta güzel okunan bir ezanın vereceği huzurla kimsenin tepki vermeyeceği ve yeniden başlamasının bekleneceği huzurlu bir ortam yaratılabilir.
Şimdilerde sokağa çıkma yasağı yüzünden eğlence yerlerindeki ses yüksekliği çok geçerli olmasa da o yerlerdeki ses desibelinin ayarlanması gerektiği, yüksek seslere şikayetlerin geldiği ve sonrasında cezaların kesildiği biliniyor.
Dini bir uygulama olsa da örneğin sabahın beşinde köpeklerin ulumasına yol açan rahatsız edici yüksek ezan sesini hangi çerçevede değerlendirmek gerekir!
***
Öte yandan Müezzinin sesiyle birlikte ‘bam’ diye de avcıların silah sesleri geliyor yine sabahın o erken saatlerinde… Onlar da sanki odanın içinde çünkü neredeyse evlerin avlıyorlar. Ardı ardına… Bam da bam… Pat da pat… Vurulup düşerse kuşlar büyük bir keyif! Yok vurulmazsa bir hayal kırıklığı avcılarda… Neyse ki dünkü gün 2. ince av sezonunun son günüydü ama 31 Ekim’de maalesef ki büyük av sezonu başlıyor…
Avcılarla tartışırsanız kendilerine göre savunmaları vardır; “Biz spor yapıyoruz! Biz doğanın dengesini sağlıyoruz!.. Bilinçsiz avcılar olabilir ama avcıların çoğu bilinçlidir… Dünyanın her yerinde av vardır” gibi… Bunların her birine verilecek yanıtlar vardır ama şimdi burada tek taraflı değil, avcılarla ara sıra yaptığımız gibi yine karşılıklı yaparız tartışmamızı…
***
Neyse, memleketin haline benzettim dedim ya;
Memleket de böyle… Bir yerlerden yüksek sesler çıkar zaman zaman… Birileri dinler, o yüksek sese karşılık verir, birileri duyar ama sesini çıkarmaz, o yüksek sesi onaylar mı onaylamaz mı belli değil, belki de hiç umurunda değil, olsa da olur olmasa da olur ona göre… Birileri de dinler, rahatsız olur, tepkisini ortaya koyar, çözüm önerileri de verir ama onların de dinlenip dinlenilmediği belli değil. Belki duyuluyorlardır ama duyanlar tepkisiz kalır. Tepki verilirse bir şeyler yapmak durumunda kalabilirler korkusu olabilir…
Başka bir yerlerden birileri atar tutar… Kanunsuz bir memleket gibi… Olur olmadık yerde pat küt… ‘Dibelik azınlık atama hükümette her parti ayrı bir hükümet… Biri yapar, diğeri bakar… Çünkü biri diğerine tepki koyarsa diğerinin de tepki koyana vereceği tepki vardır. Onun için herkes kendi işine bakar… İstediği yerde istediği gibi atar tutar…
***
Her zaman değil ama bazı yüksek çıkan sesler rahatsız eder, olur olmadık yerde atanlar tutanlar can sıkar… Memleket, tuttukları makamlar kendi mallarıymış gibi hareket edenler bıktırır, kızdırır…
Tüm bunlara verilecek yanıtlar olmalıdır ama yanıtların toplu verilmesi çok önemlidir.
Ampuller söndü
KIB-TEK ile ilgili elektriğin pahalı olması, yönetim kurulundaki mide bulandırıcı işler, ihalesiz kaçak yakıt alımları, kötü yakıt, santraldaki cihazların zarar görmesi, bakanın kötü yakıt alımına, ihalesiz alımlara öncülük etmesi, çevrecileri ‘ruh hastaları’ diye seviyesiz tanımlaması vb. konular kep gündemde…
Onun için de halkın malı olan KIB-TEK’in zarar görmemesi, KTHY’nın kapanmasından sonra ayakta kalan önemli kurumumuz KIB-TEK’in de daha fazla zarar görmemesi için dikkatli davranıyor, bazı kişilerin emellerine yardımcı olmamak için gayret ediyoruz. Telefon Dairesi için de aynı şey geçerli.
Ancak yine de küçük bir eleştiri KIB-TEK’in çalışma biçimine;
Sokağımızdaki bir elektrik direğinin yanan ampulünün değiştirilmesi ve karanlık olan mahallemizin aydınlatılması için geçtiğimiz yıl kayıt yaptırmıştık Elektrik Kurumu’na… Talebimizi de birkaç kez tekrarlamak durumunda kaldık yapılmadığı için… Sonunda yıldık ve tekrar tekrar kayıt yaptırmaktan vazgeçtik. Ta ki geçtiğimiz günlerde Kurumdan bir telefon gelene kadar; “Geçtiğimiz yıldan bir başvurunuz vardı, direkteki ampul yapıldı mı?” diye sordular. “Henüz yapılmadı” dedik ama sevindik, bir yıl geçmiş olsa da talebimiz görüldü dedik. Üzerinden biraz geçti, bu kez tekrar aradık, “bu kez siz aradınız, sordunuz, yapılmadı dedik ama henüz yine bir şey yapılmadı” dedik. “Ama dosyanız kapatılmış” dediler bu kez… “Nasıl yani, yapıldı mı diye sordular, yapılmadı dedik. Başka bir yanıt mı vermemiz gerekiyordu?” “Yine kaydınızı yapıyorum o zaman” dedi telefondaki ses. “Bu kez o kadar beklemezsiniz herhalde” diye de ekledi. Bekliyoruz. Bu arada sokaktaki diğer direğin ampulü de söndü. Şimdi zifiri karanlıktayız.