İspanya bütün Akdeniz ülkeleri gibi güzel bir ülkedir. Fakat Endülüs bölgesinin ayrı bir çekiciliği var. İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin kaynaştığı bir coğrafyadır burası. Bu karışım özellikle Kordoba ve Granada’da bütün ihtişamı ile görülebilir. Müslümanların bıraktığı eserler gerçekten göz kamaştırıcıdır. Örneğin Granada’da “Alambra Kalesi” (Kızıl Kale) ile Kordoba’da aynı zamanda Cami ve Katedral olarak korunan “Mezquita-Catedral” muhteşem eserlerdir. Mimari, müzik ve gastronomi de İslam-Arap ve Katolik-Batı’nın karışımını yansıtıyor. Endülüs, bu medeniyetleri bünyesinde tam bir uyum içinde barındırıyor.
Fakat bugün amacım bir seyahat yazısı yazmak değildir. İspanya, son derece önemli siyasi sorunlarla boğuşmaktadır ve bunların başında da Katalonya’nın ayrılıp, varlığını bağımsız devlet olarak sürdürmek istemesi gelmektedir.
Aslında Katalonya halkı ikiye bölünmüştür. Nüfusun yarısı ayrılmayı savunurken, öbür yarısı sessiz dursa da İspanya’nın otonom bir bölgesi olarak kalmayı istemektedir. Bu yüzden de bölge halkı arasında yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Konuştuğum bazı kişiler, ailelerin bölündüğünü, farklı görüşleri savunan aile bireylerinin birbirlerine küstüklerini söylediler.
28 otonom bölgeden oluşan İspanya’da her bölge kendi hükümeti ve parlamentosuna sahiptir ve geniş otonom yetkilerle kendi kendisini yönetmektedir.
Durum böyle olduğu halde Katalonya’da siyasi ve ekonomik elitlerin başını çektiği güçlü bir ayrılıkçı akım var. Katalonya bölgesi hiçbir baskıya maruz değilken ayrılmayı gündeme getiren elitleri harekete geçiren temel nedenin ekonomik ve popülist milliyetçik olduğu anlaşılıyor. Görece daha zengin olan Katalonyalıların bir kesimi gelirini İspanya ile paylaşmak istemiyor.
Hatırlayanlar bilir, Kıbrıs’ta 2004 referandumlarında Kıbrıs Rum tarafı da ekonomik milliyetçilik virüsüne kapılmış, servetini Kıbrıslı Türklerle paylaşmak istemediğini söylüyordu. Dangalaklığıyla ünlü Başpiskopos II. Hrisostomos o zamanlar Baf Metropoliti idi ve Annan Planına karşı ateşli nutuklar atıyordu. Söylemlerinde sık sık bir cümleyi tekrarlıyordu: “Rumlar fakir Türkleri beslemek zorunda değildir!”
Katalonya’da buna benzer bir söylemi dillendirenlerin sayısı az değil. Bu ekonomik-milliyetçiliğin yanı sıra, ayrılıkçı siyasi elitler popülist milliyetçi tavırlar sergiliyorlar. Şu anda Almanya’da yargı sürecinin tamamlanmasını bekleyen Carles Puigdomont bunların başında geliyor. Elli beş yaşındaki ayrılıkçı Katalan siyaset adamını İspanya hükümeti “devlete karşı isyan etmek ve kamu kaynaklarını usulsüzce harcamakla” suçluyor ve İspanya’ya iadesini istiyor. Almanya’da Schleswig Holstein’de görülen ilk davada Alman mahkemesi “isyan” suçlamasını kabul etmedi ama kamu maliyesinin usulsüz harcanması konusunda Puigdomont’un yargılanması için İspanya’ya iadesine açık kapı bıraktı.
Ayrılıkçı lider, Katalonya’nın ayrılmasını “self determinasyon hakkı” ile meşrulaştırmak istiyor ama İspanya anayasasının yasaklarını deldiğini kabul etmek istemiyor. Biraz bizim Enosisçi ve Taksimciler gibi yani. Hani, Kıbrıs Anayasası’nın yasakladığı Enosis ve Taksimi hayata geçirmeyi “self determinasyon hakkına” bağlamak istiyorlardı ya... Öyle. Veya günümüzün “bağımsız KKTC’cileri” gibi...
Puigdomont’un Avrupa Birliği’nden destek gördüğü söylenemez. AB, soruna diyalog yoluyla siyasi bir çözüm bulunmasını istiyor. Sanırım, bölgesel özyönetime dayanan İspanya, federal bir devlete doğru evirilebilir. Böylece hem bölgeler daha geniş yetkilere sahip olabilir hem de İspanya siyasi birliğini koruyabilir. Yani, bazılarımızın Kıbrıs için savunduğu model gibi...
Fakat dikkatlerden kaçmayan bir durum var: AB karşıtı aşırı sağcılar ile bazı sol çevreler, Puigdomont’a destek çıkıyor. Örneğin Almanya’da tutuklu iken ziyaretine ilk giden, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif partisinin kurucusu oldu. Bazı solcu Almanlar da ayrılıkçı siyasetçiyi desteklediklerini açıkladılar...
İspanya’da tartışmaya açık bir konu da Cebelitarık bölgesidir. Akdeniz’in giriş kapısında konumlanmış bu stratejik yer, 1713 yılında Büyük Britanya’nın eline geçti. Günümüzde de Birleşik Krallığın “deniz aşırı toprağıdır.” İngiliz egemenliği altında bulunan Cebelitarık bir tür özyönetimle yönetilmektedir. Dışişleri ve savunma doğrudan Büyük Britanya’ya bağlıdır. İçişlerinde ise otonomdur. Hükümetin başındaki kişiye “başbakan” değil, “Chief Minister” yani, bakanların-başı denilmektedir (başbakan sadece Birleşik Krallığın başbakanına deniyor). Cebelitarık hükümeti Kraliçenin temsilcisi sayılmaktadır. Sözün kısası, Cebelitarık Büyük Britanya’nın “alt-yönetimi” gibidir. Nitekim AB Parlamento seçimlerine İngiltere’nin bir seçim bölgesi olarak girer, ayrı ülke olarak değil.
Nüfusun büyük çoğunluğu adaya yerleşik olarak gelen İngilizlerden ve İspanyollardan oluşuyor. Başka etnik gruplar da vardır. Hatırı sayılır İtalyan ve Portekizli de Cebelitarık’ta yaşıyor.
İspanya’nın en azında İngiltere ile egemenliğe ortak olma talebi vardır ama nüfusun büyük çoğunluğu buna kaşı çıkıyor.
Bu verileri Kıbrıs’ın kuzeyi ile karşılaştırırsak, benzer noktalar saptayabiliriz. Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin de-facto Cebelitarık’ı gibidir. Türkiye’nin alt-yönetimi olarak adlandırılan düzende savunma ve dış ilişkiler zaten Türkiye’ye bağlıdır. Kıbrıslı Türkler daha çok, iç işlerinde otonomdurlar. Yıllar önce Bülent Ecevit, Kuzey Kıbrıs için Cebelitarık modeline benzer bir model önermişti ve adanın kuzeyinin savunma ve dış politika konularında Türkiye’ye bağlanmasını istemişti. Sanırım, geçen süre içinde filen bu modele gelmiş bulunuyoruz.
Ada federal bir devlet çatısı altında birleşmezse, öyle anlaşılıyor ki, Cebelitarık modeli kalıcı olacaktır...