Ne Faktör ne de Aktör. Kıbrıslı Türklerin Hazin Serüveni

Kıbrıslı Türklerin bir “toplum” ve “halk” olarak anılmaları hiç de kolay olmadı. Adada Osmanlı hükümranlığının sona ermesi ile sıradan bir azınlığa dönüşen bir dönemin “Efendileri” uzun yıllar önemsenmeyen bir “ah

 

Kıbrıslı Türklerin bir “toplum” ve “halk” olarak anılmaları hiç de kolay olmadı. Adada Osmanlı hükümranlığının sona ermesi ile sıradan bir azınlığa dönüşen bir dönemin “Efendileri” uzun yıllar önemsenmeyen bir “ahali” görüntüsü çiziyor ve pek dikkate alınmıyordu. Ülkenin geleceğine dair söz söyleme hakkına sahip olmadığı düşünülüyor, kendi kendini yönetme imkanlarından yoksun bulunuyordu. Kıbrıslı Türklerin demografik cılızlığının yanı sıra, ekonomik ve siyasi alanlarda da “cılız” olması faktör ve aktör olarak görülmelerini ve öyle muamele görmelerini engelliyordu. Bu gidişat ancak 1940’lı yıllarda, özellikle de 1950’lilerde yön değiştirmeye başladı. Kıbrıslı Türklerin toparlanarak “iradi toplum” görüntüsü çizdiği bu yıllar “görünmeyen ahaliden” siyasi toplum olmaya doğru adım attıkları yıllar oldu. Gergin, kavgalı, vurdulu-kırdılı bu süreçte Kıbrıslı Türkler kaderlerinin başkaları tarafından belirlenmesine itiraz ederek seslerini yükselttiler ve güç gösterisinde bulunarak “biz de varız” dediler. Zaman zaman saldırgan eğilimler içine giren  ve şiddete başvuran Kıbrıslı Türkler sonunda siyasi bir topluma dönüştüler ve Kıbrıs ülkesinde kurulan devletin egemenliğini paylaşan kurucu unsur oldular. Tarihin bu aşamasında “ahali” siyasi bir topluma dönüşmüş, devletin üzerine bina edildiği iki toplumlu halk-egemenliğinin ayrılmaz bir unsuru olmuştu. Kıbrıslı Türkler artık hem özneydiler hem de dikkate alınması gereken bir faktördüler. Onların iradesine başvurmadan devlet organları çalıştırılamıyordu. Ne var ki, bu durum ve konum uzun süreli olamadı ve Kıbrıs Türk toplumu 1964 yılından itibaren statüsüz bir topluma dönüştü. Fakat her şeye rağmen ortaya irade koyan ve fedakarlıkta bulunan bir toplum olarak kaldığı için bu dönemde bile kuru bir “kalabalığa” dönüşmedi. Oysa 1974’ten sonra, özellikle son yıllarda ortaya irade koyan siyasi bir toplumdan çok, sandığa attığı oyun kifayetsiz sonuçlarını yaşayan bir kalabalık görüntüsü çiziyor. İradesi olmayan insan toplulukları siyasi bir toplum veya halk olarak değil, olsa olsa “kalabalık” veya “ahali” olarak tanımlanabilirler. Bu vahim tablonun bir nedeni Kıbrıs Sorununun çözülmemiş olması ise -ki bu durum Kıbrıs Türk toplumunun bir faktör olmasını engelliyor- diğer nedeni de Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumuna “hamilik” ve “vasilik” etmesidir. Bu da Kıbrıslı Türklerin aktör olmasının önünde bir engel teşkil ediyor. Türkiye’nin “koruyucu” ve “yönlendirici” yaklaşımı Kıbrıslı Türkleri “reşit olmayan ergenler” konumuna sabitliyor. Kuşkusuz, Türkiye bu rolü 1950’li ve 1960’lı yıllarda da oynuyordu. Fakat o zaman nüfuzunu Kıbrıslı Türklerin siyasi bir toplum olarak Kıbrıs ülkesinde ve devletinde tutunabilmesi yönünde kullanıyordu, çünkü Türkiye’nin stratejik çıkarları Kıbrıslı Türklerden geçiyordu. Oysa şimdilerde Türkiye’nin ağırlığı ters yönde işlev görüyor. Kıbrıslı Türkleri aktör olmaktan çıkaran ve kalabalığa dönüştüren bir içerik kazanıyor. Türkiye’nin adadaki demografik, ekonomik, siyasi ve askeri varlığı Kıbrıs Türk toplumunu 20. yüzyılın başındaki gibi demografik, ekonomik ve politik açıdan “cılız” bir topluma dönüştürüyor. Siyaset ise her gün biraz daha büyük oranda Ankara’dan icazet alan veya almaya çalışan bir takım insanların statü heveslerini tatmin eden bir araç olarak görülüyor. Durum böyle olduğu halde, marazi bir içe büzülme ile sessizleşmeye bütün hızıyla devam ediliyor. Siyaset hem bu durumu teşvik eden, hem de bu duruma tutsak olan bir görüntü çiziyor. Sonuç olarak da küçük hesaplar etrafında “büyük stratejiler” geliştirmek siyaset zannediliyor…

Tablonun karanlığı aklıma Bertol Brecht’in dizelerini düşürdü: “Her şey olduğu gibi kalırsa, kaybolup gideceksiniz/Değişimdir sizin dostunuz, müttefikiniz çelişki…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri