Bayrak Televizyonu önündeki “mutlu son” fotoğrafı siyaset tarihimizdeki çürümenin de çerçevesi gibiydi. Büyük bir “çiftlik”in siyasi failleri birer “kahraman” rolünde onurlandırılıyordu.
* * *
Öylesine bir kurum yarattılar, yüzlerce insan, hiçbir “statüsü” olmadan yıllarca çalışıyor.
Ne “kadro” var ortada ne de “iş tanımı.”
Ne “liyakat” var ortada ne de “planlama.”
Yasası, özerkliği, özgürlüğü, niteliği, yapısı tümüyle siyasetçinin iki dudağı arasında kokuşmuş bir organizasyondan “övünç” çıkartıyorlar.
“Söz verdik, tuttuk” diyorlar.
* * *
Toplu İş Sözleşmesi’nden tüm personelin hak eşitliğiyle yararlanması önemlidir ve bunu elde etmek üzere ortaya konan örgütlü mücadele de bir başarıdır.
Ama “örgütlü” zihniyetin “hak” elde ederken, işe alım süreçlerindeki “eşitsizliği” meşrulaştırıcı etkisini de konuşmak şarttır.
Çünkü bunu konuşmazsak yarım porsiyon aydınlığa razı oluruz.
Bunu konuşmazsak eğer “arka kapıdan istihdamı” onaylarız.
* * *
Özellikle altını çizmek istiyorum, bugün pek çok kamu kurumunda iş yükünü sırtlananların çoğu en az güvenceye sahip sözleşmeli ya da kadrosuz insanlardır.
Bu büyük haksızlıktır.
Ama “hak” denen kavramı yalnızca “çalışma hayatı” içinde dillendirmek yetmez.
İstihdam aşamalarında da bunu aramak şarttır.
Fırsat eşitliği nerededir?
Her çalışan için şu soruları da unutmayacağız.
İşe alım süreci kamuya açık ve eşitlik içinde mi oldu?
Bir ihtiyaç temelinde ve bütçe planlaması sonrası mı kamusal bir göreve başlandı?
Bu işe sahip olunurken, aynı görevi yapabilecek, aynı özelliğe sahip başka insanlarla birlikte eşit şartlarda mı yarışıldı?
* * *
Yeniden söylüyorum.
Meseleye “kişiler” üzerinden baktığınız zaman bir haksızlığın telafisi son derece önemlidir ve örgütlü mücadele, iş hayatının vazgeçilmezidir.
Yine herkesin, kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı vardır ve bu en temel insan haklarından biridir.
Çalışırken kimse sizin hakkınızı yemesin, işe girerken de siz başkalarının…