Genel Ortaöğretim kademesinde öğretmenlerin hak mücadelesi yaparken ortaya koyduğu eylem sürecinin eğitim uygulamalarını aksatacağı ve pedagojik yaklaşımlara olumsuz yansımalara neden olacağı zaten beklenen bir şeydi. Adı üstünde eylem dediğiniz şey, o işten sorumlu olanların dikkatini çekmelerini sağlamaktır. Dahası “bak eğer biz olmazsak işin esası yapılmamış demektir bu yüzden bizim önemimizi anla, yaptığımız işin hayati olduğunu kavra” demektir.
Önemli olan eğitimi yönetenlerin bu tür pedagojik olumsuzlukları giderecek tedbirleri almasıdır. Yaşanan olumsuzlukları giderecek programları hayata geçirmektir. Oysa yapılanlar bunun çık dışında bir şey. Sonuç olarak, ortaöğretimde dönem sonu sınavları yapılmıyor…
Bu sayfası takip edenler bilirler. Sınav odaklı bir eğitim anlayışının sistemimize verdiği zararların ne kadar büyük olduğunu sıklıkla vurgulamaya çalışıyorum.
Ne var ki sistemdeki birçok konuda olduğu gibi bu konuda da tüm tartışmalar yine “sınav notlar” üzerinden yapılıyor. Oysa esas tartışılması gereken şey öğrencilerin sahip oldukları becerileri gerçekten ölçme-değerlendirme ilkelerine göre ölçülüp-ölçülmediği konusudur.
Ölçme, herhangi bir varlıktaki bir özelliğin gözlenip, gözlem sonuçlarının bir sayı ya da sembolle ifade edilmesidir. Yani öğrencilerimiz kazandırmak istediğimiz özellikler gerçekten kazandırılıp-kazandırılmadığıdır.
Ölçme ve değerlendirme:
- Hedef ve davranışların ne düzeyde gerçekleştirildiğini belirler.
- Gerçekleştirilemeyen hedef ve davranışların gerçekleştirilememe nedenlerini belirler.
- Öğrenme sürecinin etkililiğinin arttırılmasını sağlar.
- Öğrencinin gelişimi hakkında bilgi verir.
- Değerlendirme, öğrenciye davranışını nasıl değiştireceği, nasıl geliştireceği hakkında bilgi verir.
- Değerlendirme, yeterince başarılı olan öğrenciyi motive eder.
- Değerlendirme öğrenci hakkında verilecek kararlara dayanak oluşturur.
- Değerlendirme öğretmenin kendi öğretiminin ne derece etkili olduğunu kestirmesine yardım eder.
- Değerlendirme yöneticilere ve diğer ilgililere bilgi verir.
Ölçme ve değerlendirme:
- Öğretimle ilgili kararlar,
- Öğrencilerin gelişim düzeyini, ilgilerini ve yeteneklerini teşhis etmeye yönelik kararlar,
- Rehberlik ve yönlendirme ile ilgili kararlar,
- Öğretim programıyla ilgili kararlar,
- Yönetimle ilgili kararlar için olmazsa olmazdır…
Kısacası yukarıdakiler, eğitim sistemiz için önemli olmadığına göre, nitelikli bir ölçme-değerlendirme yapmaya da gerek yok diye düşünülmüş olmalı.
Ne kadar bilimsel ve pedagojik bir eğitim sistemine sahibiz değil mi? Ne kadar gurur duysak azdır!
O Sırada Dünyada
Yapay Duygusal Zeka
Bilgisayarlar; yüz ifadeleri, jestler, ses tonu, tuş vuruşlarının gücü ve daha fazlası gibi verileri analiz ederek bir kişinin duygusal durumunu belirlemek ve daha sonra buna tepki vermek için duyguları okuyabilmesine yapay duygusal zekâ deniyor. Bilim insanları bu yeteneğin; insanların ve makinelerin çok daha doğal bir şekilde etkileşime girmesini ve insandan insana etkileşimin nasıl çalıştığına çok benzer olmasını sağlayacağını söylüyor.
Duygusal hesaplama, kameralar, mikrofonlar ve fizyolojik sensörlerin duyguları tanımlamak için duygusal tepkiler topladığı ve daha sonra makinelerin bu duygulara cevap verdiği Çalışmalar MIT laboratuvarlarında başladı. Bilgisayar sensörler ve kameralar aracılığıyla gerçek dünyadaki verilerden ses tonu, korku ve neşe mimiklerini algılayarak derin öğrenme algoritmalarının bir araya gelmesiyle, yapay duygusal zeka sistemleriyle elde ettiği verileri işleyip karşılaştırır. Kısacası artık bir makinenin verileri değerlendirme konusundaki ustalığı, bazı insanların kaçıracağı ince duygusal nüansları yakalamasına yardımcı olabileceği düşünülüyor.
Okumuş muydunuz?
"Köhne fikirler paslı çivilere benzer. Kolay kolay yerlerinden sökülmez."
Cenap Şahabettin