Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com
İnsan, bir an önce kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa, karanlığında yok olacaktır. (*)
“Zübük” filmini hemen herkes bilir. Film seksenli yılların başında, Aziz Nesin’in 1961 tarihinde yayınladığı romanındın esinlenerek yapılmıştı. Ancak Türkiye’de üretilen Zübük isimli eserler, film ve roman ile sınırlı değildir. Aynı zamanda, 1962 yılında Aziz Nesin’in çıkardığı mizah gazetesinin adı da Zübük’tü.
Bu yazının başlığı olan “Ne sağcıyız Ne Solcu Futbolcuyuz Futbolcu” sloganı da “Zübük” isimli haftalık mizah gazetesinin alt başlığında yer alıyordu. Bu slogan, Zübük karakterinin politik anlayışının özetiydi. Zübük dergi olarak uzun ömürlü olmadı, ancak “zübükvari” düşünce hâlâ var olmaya devam ediyor. Filmi görenler veya romanı okuyanlar hatırlar: Zübük karakteri verdiği sözleri tutmayan ama yine de halk tarafından desteklenen siyasetçiyi temsil eder. İşine geldiğinde milliyetçi, işine geldiğinde dindar olan Zübük, şark kurnazlığıyla cahil halkı kandırarak hep bir mevkiye sahip olmanın yolunu bulur.
Günümüzde, eski Zübük davranış biçimi o kadar da değer görmüyor. Bugün, “uzman bilgisiyle” kendini var eden, “her şeyi bilen adamlar” tarafından Zübük daha iyi temsil ediliyor. Zübükvari davranışlar hem sağda hem solda, hem “yenilerde” hem de “eskilerde” görülüyor. Zübükvari hâller, “her günün adamı” olmayı başaranlara, işini bilenlere, herkese eşit mesafede duran “dokunulmazlara”, tarafsızlara kadar uzanıyor.
Mesela, bugünün Zübükleri, yurtseverlikten bahsederken, milliyetçi yaygara koparabilir. Ekonomik akıl derken, aklının sadece hükümet maliyesindeki dengeden ibaret olduğunu ortaya koyar. Hiç çekinmeden “Güneyden alışveriş yapmayın” diyebilir mesela. İlkeli siyaset sözü verir, ancak siyaset bilimi uzmanı olsa da, siyasette ilkelerin ideolojilerden kaynaklandığını unutabilir. Dahası bu unutkanlığından hiçbir zaman rahatsızlık duymaz. İşine geldiğinde “mantığının” kimi zaman da “kalbinin” sesini dinler. Kalbini ya da mantığını dinlemesinde sorun yoktur, ancak “mantık” ve “kalp” arasındaki neyi dinleyeceğine dair seçimler her zaman gücün tarafında olur. Tercihlerinin sürer durumun perçinlenmesine yaradığını da kendine hiç sorun etmez.
“Ne Sağcıyız Ne Solcu Futbolcuyuz Futbolcu!” Zübük karakterinin siyaseti anlama biçimidir. Aziz Nesin’in dalgasını geçtiği “tarafsız taraf”, bugün üçüncü yol anlayışıyla ete kemiğe büründü. Teorik çerçevesini Giddens’in çizdiği “ne sağcıyız ne solcu üçüncü yolcuyuz” akımının, uygulaması İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair ile başlar. Bu yüzden özet olarak Blair ve Blair’in siyasalarını hatırlatmanın faydalı olacağına inanıyorum.
Tony Blair’in İşçi Partisi başkanlığına getirilmesiyle başlayan Üçüncü Yol serüveni, 2007 yılına kadar Tony Blair öncülüğünde devam eder. 2007 yılından 2010 yılına kadar ise aynı akım, Gordon Brown liderliğinde devam eder. Blair’in başlattığı üçüncü yol siyaseti George W. Bush ile kol kola girdiği Irak Savaşı ve Orta Doğu’daki birçok felaketin meşrulaştırmasında büyük rol oynadı. Blair’in ardından gelen ve üçüncü yol siyasetinin bir diğer lideri olan Gordon Brown’un ekonomideki tercihleri ise küresel kapitalizmin yarattığı ekonomik krize direnemedi. Sosyal devlet ilkelerinden taviz verirken, Brown Britanya tarihindeki en büyük kemer sıkma politikalarının mimarı oldu.
2010 yılında yapılan İşçi Partisi konferansında, üçüncü yol siyaseti üzerine ciddi tartışmalar yaşandı. Marxist teorisyen Ralph Milliband’ın iki oğlu Ed Milliband ve David Milliband arasında geçen liderlik yarışında, David Milliband üçüncü yol çizgisini temsil ederken, Ed Milliband, kendine yakıştırılan “red-Ed / kızıl Ed” lakabıyla, Blair çizgisinin solunda bir siyasi pozisyonu temsil etti.
Ancak, üçüncü yol siyasetine ilk darbe, İşçi Partisi tabanından geldi. Kıyasıya yarışı üçüncü yola karşı çıkan Ed Milliband kazandı. Geçtiğimiz aylarda ise yapılan genel seçimlerde Ed Milliband’ın seçimleri kazanamaması, yeni bir İşçi Partisi konferansının çağrılmasına neden oldu. Çok adaylı bir seçimde, en radikal aday olarak görünen ve demokratik sosyalist çizgide olduğunu iddia eden Jeremy Corbyn lider seçildi. Üçüncü yol ise tarihi yenilgisini aldı. Blair geleneğini temsil eden Liz Kendall, sadece %4.5 oy alarak İşçi Partisi içindeki liderlik yarışını son sırada tamamladı. Bunun en önemli sebeplerinden biri, üçüncü yol siyasetinin uygulandığı süre içinde Britanya’nın eşitsizliklerle mücadele konusunda sınıfta kalmış olmasıydı. Sosyal adaleti tesis etme iradesini gösteremeyen bu akım, muhafazakâr ve piyasa dostu birçok politikanın da uygulanmasına zemin oluşturdu.
Bize yeni uğrayan “üçüncü yol” siyaseti, başladığı yer olan Britanya’da terk edildi. Bu yüzden ‘üçüncü yol’ akımını yeni bir anlayışmış gibi ortaya koyanlar ya da bu anlayışın sol siyaseti temsil ettiği iddiasında olanlar, bana daha çok tarihi geçmiş bir ürünü pazarlayan satıcıları anımsatıyor. “Bunun tarihi geçti, bir sorun olmasın” dediğinizde, “Garantisi benim ağbi!” diyerek içinizi rahatlatan zübükvari anlayışın gündelik hayata yansımış hâli de diyebiliriz...
Siyasi vizyon olarak üçüncü yol Britanya’da yeni bir sol politika yaratamadı. Sadece yeni kapitalizm için atılacak olan adımları meşrulaştırma görevini yerine getirdi. İnsan maskeli kapitalizmin “tarafsızlık” hâli, sahicilikten uzaktır. Bu yüzden de uzun dönemi bir geleneği temsil etmemektedir. Üçüncü yol siyasetini, eşitlikçi boyutu olan bir özgürleşme projesi olarak görmek de mümkün değildir. Egemen bir görüş olma niteliği olmayan üçüncü yol siyasetinin, tek bir görevi var: Kapitalizmin dönüşmesindeki taşıyıcı rolü üstlenmek. Bu tıkanıklığı aşmakla ilgili görevi de başarıyla yerine getirdi. Irak Savaşı, Britanya ve Amerika’nın liderliğinde batı bloğunun soğuk savaş sonrasında ideolojik üstünlük kaygısından kaynaklanan sebeplerden değil, yeniden yayılmacı bir başlangıç denemesi olarak ortaya çıkmıştı. Yapılan; mülksüzleştirerek, işgal edilen ülkelerdeki zenginliğe dâhil olma hamlesiydi. Üçüncü Yol, dışarıda kapitalizmin ihtiyaçlarına yönelik hareket ediyordu. İçeride ise Gordon Brown, “Britanya’daki İşler Britanyalı Emekçiler İçindir” açıklaması ile bayat milliyetçi yaygaradan öteye gidemiyordu. Sonuç olarak, üçüncü yol siyaseti kapitalizm taşeronluğunu yapmayı hedefledi ve bunu başardı.
Kıbrıs’taki rolünün de benzeri bir nitelikte olacağı ortada. Zübükvari anlayışın bugünkü temsilcileri, kapitalizmin bugünkü tıkanıklığının aşılması için, yeni kapitalizmin koşullarını yaratacaklar. Üstelik bunu başaracaklarından da emin olduğumu söylemeliyim. Çünkü bu eğilime sahip olan tek bir parti veya gruptan bahsetmiyoruz. Aynı akla sahip olan, kimi yerde çok daha homojen ama iktidar amacı taşıyan her siyasi yapıda aynı anlayışı görmek mümkün.
Aziz Nesin romanının sonunda “Zübük Kime Denir?” diye bir bölüme yer verir. Oradaki bir iki satır, ne söylemek istediğimle paralellik taşır. Bu yüzden Aziz Nesin’in söylediklerine bakmakta yarar var:
“Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.”
Zübük, Nietzsche’nin bahsettiği üst-insanın (Übermensch) anti tezidir. Nietzsche, üst-insana vurgu yaparken, Hristiyan ahlakını aşmaktan bahsediyordu. Bugün baktığımızda Hristiyan ahlakı etkisiyle ortaya çıkan batılı modern insanı ve batılı modern aklı alt ettiği zaman insan, kendi varlığını da tamamlayabilecek. Bütüncül olarak insanın kendi varlığını tamamlayabilmesi, öncelikle etrafını kuşatan tahakküm mekanizmalarına karşı bir alan yaratması ve bu alan üzerinde var olmayı başarması ile mümkündür. Maalesef böyle bir alan ve anlayışın taşıyıcılığını yapacak bir örgüt şu an Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunmamaktadır. Ancak, henüz bulunmuyor olması, hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmemelidir.
* Nietzsche , F. (2011). Böyle Buyurdu Zerdüş. İstanbul: Türkiye İşbankası Yayınları.