Hem toplumsal hem de bireysel kederler için geçmişe dönüp mutsuzlukların köklerini aradığımda insan olma serüveninin uçsuz bucaksız ayrıntıları içinde kayboluyorum. Gündelik hayatın dertleri, bugünün yakıcı gündemleri bu gibi ontolojik meseleleri düşünmeye pek izin vermiyor ama. Akıp giden hayatın beni sürükleyen girdaplarından kurtulmaya çalışırken sayısız soru beliriyor zihnimde kendimin ve başkalarının hikayelerine dair.
Geçmişe dair bu hikayeleri bilmek, onların ayrıntılarına hâkim olmak bugünü anlamaya ama en önemlisi oluşabilecek yeni trajedilere müdahale etmeye yardımcı oluyor. Neden böyle oldu ve neden böyle oluyor sorularının yanıtları kendimizi ve dünyayı iyileştirmek için gerekli.
Gidişata müdahale etmeye çalışan, sistemleri sorgulayan pek çok insan cezalandırılmış çağlar boyunca. Çeşitli çıkar koalisyonları yön vermiş tarihe. İçinde yaşarken göremediklerimizi sonradan retrospektif bir bakışla anlamlandırabilmişiz. Kıyımlarla, acılarla dolu insanlık tarihi, zamanında gidişata müdahale etmeye çalışmış pek çok güzel insana rağmen. Bir yenilgiler tarihi kadar bir zaferler tarihi de mevcut ama. Sonuçta insanlık çağlar öncesindeki noktada değil. Pek çok alanda iyiye, güzele doğru da yol alınmış.
Pek çok insan yaşadığı şehre, ülkeye, evrene dair sorularla pek ilgilenmiyor. Hayat buna izin de vermiyor zaten. Var olma, tutunma, kişisel hikayesini haz ve mutluluğa dönüştürme çabası içinde kayboluyor kimileri. Küçük dünyalar içinde yaşanan hayatları dışardaki dünyanın trendleri, sistemlerin verdiği yönler belirliyor ama. Kafalardaki düşünceler bile insanların kendi düşünceleri değil, bir yerlerden sinsice dikte edilmiş fikirlerden oluşmuş kanılara sahibiz pek çoğumuz.
Ortaya çıkan bazı krizler aynı gezegende yaşadığımızı anımsatıyor zaman zaman bize. Ölüm haberleriyle sarsılırken kendi geçiciliğimizin dehşetini de kavrıyoruz.
Herkes kendi karanlığı içinde ama pek az insan aydınlığı getirecek ışığı bulmanın peşinde.
Böylesi yakıcı global meseleler varken insanların birbirleriyle didişmelerini bir iç çekişle izliyorum. Bazı meselelerin birkaç zorba adamın iki dudağının arasında olması en ürkütücü olan. Bu hakikat sonrası çağında bize sunulan, manipülasyonu hedefleyen pek çok çarpıtılmış bilgi ile afallamış haldeyiz. Dünyanın gelecek on yılında hepimizi neler bekliyor kim bilir.
Bir halk sokağa çıkmayınca, büyük bir isyan gerçekleşmeyince dönüşüm olmuyor. Geçenlerde İran bunu gösterdi bize. Bir direniş bir günde oluşmuyor kuşkusuz ki. Ufacık bir dönüşüm için büyük acılar çekilmesi nasıl da trajik. Hepimiz dehşet içinde izledik ve izlemeye devam ediyoruz gelişmeleri.
Kıbrıs’ta olup biteni ise pasif bir kederle izliyorum ben de pek çok insan gibi. Geçmişin en iyimserleri bile havlu atmış durumda ne yazık ki. Barışseverler cephesinde yenildik, her şey bitti ruh hali egemen. Zaman hızla geçerken hayalleri de tüketmiş. Bu ruh halinde olan öyle çok insan var ki Kıbrıs’taki bütün kalbi kırıkları bir yerde toplasak bundan bile bir umut çıkabilir. Umutsuzluğu yeni bir heyecana dönüştürecek bir sihirli formül yok ama. Dipten gelecek bir dalga kimi zaman gerekli olan.
Denedik olmadı ve artık olmaz gerçekten doğru bir saptama mı? Manzara hiç de hoş değil ve sahnedeki politik aktörlerin başka bir senaryoya dahil olması da mümkün görünmüyor şu an. Neden böyleyi sorgulamak ve silkinip kendine gelmek belki de gerekli olan.
Herkes kendi sabahına, kendi karanlığına ya da aydınlığına uyanıyor. Bu bir anlamda hepimizin de sabahı ama. Kendi bacağımızdan asılsak da aynı mezbahadayız sonuçta.
Bütün bu acılar boşuna çekilmemiştir eminim buna. Değişimler yavaş gerçekleşir ama geçmişte konmuş her küçük tuğla ya da duvarda açılan her küçük delik yardımcı olur yapılacak ya da yıkılacak olana.
Öyle çok umutsuzluk, bezginlik anlatan cümle işitiyorum ki son sıralar. Benim içim kabul etmiyor bu durumu. Hep birlikte “ Ne yapılabilir?” diye sormanın ve bunun yanıtını bulmanın zamanı gelmiştir belki de.