Yürüyorum Lefkoşa’da...
Soruyorum, düşünüyorum...
Neden böyle?
Şehir sanki çağın bir yerlerinde unutulmuş gibi...
Kaldırım var, taşı yok.
Yol var, çizgisi yok.
Yaya var, geçit yok.
Trafik var, düzen yok.
Etrafta kah çöpler, kah yabani otlar...
Ya anlayışlar! Değerler...
Nasıl bir yönetim anlayışı var ki bir şehri, ülkeyi tatlı tatlı sözlerle geriye götürüyor?
Nasıl bir anlayış? Nasıl?
Lefkoşa Türk Belediye’sini önce iflas ettiriyorlar, sonra da “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.” söylemiyle “yönetime talibiz” diyorlar......
Belediye sadece mali yönden iflas etmemiştir, “yönetim anlayışı” yönünden de iflas etmiştir.
Şimdi aynı anlayışlar, isim değişikliğiyle yeniden Lefkoşalı’nın önünde. Siyaset böyle birşey mi? Siyasi ahlak böyle birşey mi? Demokrasi böyle mi?
Anlayışlarını değiştirseler anlardım, ama yok da böyle...
Anlayışlar değişmeli, aynı anlayışların temsilcileri değil.
İşte bir örnek...
Şimdi Lefkoşa’da önceki dönemlere göre daha sıklıkla Afrikalı, Asyalı, Türki Cumhuriyetlerinden gelen öğrencilere rastlanmaktadır.
Türkiye’den gelen öğrenci sayısı 2009’dan sonra azalma eğilimine girerken, üniversitelerin etkin gayretleriyle söz konusu ülkelerden gelecek öğrenci sayısında artma eğilimi yaratıldı.
Belli ki önümüzdeki dönemlerde Lefkoşa daha kozmopolit, çokkültürlü bir yapıya bürünecek.
Peki bu şehir buna hazır mı? Değil.
Yönetim anlayışı hazır mı? Değil.
Ülke hazır mı? Değil.
Ülke derken; devletin siyasi, eğitim, sağlık, ekonomik, bürokratik, güvenlik... kurumlarını kastediyorum. Fiziki yapılarından, yönetsel anlayışlara, etik değerlere kadar...
Bölgesel Terfi Müsabakalarında oynayan bir takımın, profesyonel liglere alınması gibi... Amatör anlayışlarla takımı yönetemezsiniz. Düzeyin altında kalırsınız. Gelenden gidenden dayak yersiniz.
Ülke kurumlarıyla çağın gerektirdiği düzeyin gerisinde kalmıştır.
Yani “Eğitim adası” derken müzeleriyle, bilim parklarıyla, kütüphaneleriyle, meydanlarıyla, tiyartosuyla, kültür sanat galerileriyle bezenmiş bir Lefkoşa beklerdim.
Üniversitelerle bütünleşmiş, içselleştirmiş, hizmet sunan Lefkoşa beklerim.
Bugün Lefkoşa’da beş yüksek öğretim kurumu vardır. Yaklaşık yirmi beş bin öğrenci öğrenim görüyor.
Geçtim tiyatroyu, müzeyi... öğrenciler güneşin, yağmurun altında duvarın dibinde, mezarlık kapılarında ötobüs bekliyorlar. Ne yeterli durak, ne de ulaşım hizmetleri var.
“Eğitim adası” demek, öğrencilere sadece eğitim hizmetleri satmak demek değildir. Öğrenci üniversite yaşamı boyunca bir ülkede, bir şehirde dört, beş yılını geçirecektir. Şehrin sosyal, kültürel yaşamını soluyacaktır. Yönetim anlayışlarını görecektir. Üniversitenin kendisine akademik olarak kattıklarının yanına şehir de kültürel, sosyal, yönetsel yaşantılar katacaktır.
Böyle mi oluyor? Hayır.
Artık Afrikalı öğrenciler de sarı ışıkta geçmeye başladılar.
Bu örneklerle anlatmak istediğim özelde Lefkoşa, genelde ülke kurumları yapısal ve yönetsel anlayışlar bakımından 21.yüzyıla hazırlıksız yakalandı.
Bu kısır döngüyü nasıl kırabiliriz?
Yok mu bir çıkış yolu?
Olmalı. Bir yol, bir çıkış olmalı...
Bu düşünce ve arayışlarla yoğrulurken zihnim, uzun süredir görmediğim sevgili hocam Prof.Dr. Vesel Sönmez ile karşılaştım.
Çaylarımızı içerken bu arayışlarımı onunla paylaştım.
Neden böyle oldu? Kıbrıs Türkü içinde bulunduğu üretmeyen, verimsiz bu kısır döngüden nasıl çıkabilecektir? diye sordum. Bakın ne dedi.
“Kıbrıs, bilim merkezi, eğitim adası olmalıdır.
Kültür sanat etkinliklerinin yapıldığı yer olmalıdır. Tiyatro festivallerinin yapıldığı, film çekimlerinin yapıldğı, güzel sanatlarla ilgili her türlü aktivitenin yapıldığı yer olmalıdır.
Felsefe, politika, yaratıcı düşünce ile ilgili etkinliklerin yapıldığı yer olmalıdır. Konferansların, panaellerin, açık oturumların yapıldığı yer olmalıdır. Düşüncelerin üretildiği merkez olmalıdır.
Turizm adası olmalıdır. Hoteller gelsin, kumarhaneler de olsun ama para Kıbrıs’ta kalmak koşluyla. Vizeler kaldırılsın giriş-çıkışlar kolaylaştırılsın ama suçlu adamları içeri sokmayın. Gümrükleri kaldırın. Ticareti kolaylaştırın.
Dünyanın en verimli toprakları var burada. Doğal meyve sebze yetiştirilsin, GDO’lu olmayacak. Türkiye bunları alsın kar elde etmeden dünyaya satsın. Bunların olması için de suyun gelmesi gerekir.”
Peki Hocam bu söylediklerinizi nasıl gerçekleştireceğiz? diye sormaktan kendimi alamadım.
“Eğitimle” yanıtını verdi.
“Eğitimin beş temel özelliği olmalıdır.
Birincisi, bilimsel yöntem kullanan insan yetiştirmelisiniz.
İkincisi, sürekli kendini yenileyen insan yetiştireceksiniz.
Üçüncüsü, yaratıcı insan yetiştireceksiniz. Yeni yol ve yöntem bulacak insana ihtiyacınız var.
Dördüncüsü, ailesini, yurdunu, ulusunu, insanlığı, doğayı... seven ve koruyan insan yetiştireceksiniz.
Beşincisi, etik değerleri benimseyen ve savunan insan yetiştireceksiniz.
Bir de tüm bunların üzerinde olan, tümünü kapsayan bir madde daha vardır. O da çağdaş bilim, sanat ve felsefe bilen ve savunan insan yetiştireceksiniz.”
Öncelikle bunları yapacak “yönetim anlayışına” sahip olmamız gerekmez mi? diye soracak oldum. Hemen “Düşünsel istikrar yok. Kendine güveniniz yok.
Türkiye’ye de de bunlar yok.” yanıtını verdi.
Lefkoşa özelinde yaşadığımız toplumsal sorunların bir boyutu mali olabilir ancak diğer boyutuyla istikrarsız çağın gerisinde kalan yönetim anlayışlardır. Toplumu bu döngüden çıkaracak olan eğitim de ne yazık ki çare olamıyor.
En azından bugün için...