Neden çocuk doğuruyoruz?

Derviş Barbaros: Çocuk doğurmanın bencillik olduğunu düşünüyorum kimi zaman. Neden diye sorarsanız şöyle açıklayabilirim cevabımı.

Derviş Barbaros

barbarosdervis@gmail.com

 

 

Çocuk doğurmanın bencillik olduğunu düşünüyorum kimi zaman. Neden diye sorarsanız şöyle açıklayabilirim cevabımı. Acaba hangimiz çocuk doğurayım da kendini bilsin, tanısın ve kendince mutlu yaşasın istiyoruz.  Ona mutlu bir hayat ve güzel bir gelecek sunayım diyoruz da, bunun yetmediğini görebiliyor muyuz? Çocuk yetiştirme anlayışımızda ve uygulamalarımızda ciddi problemler var bence. Gelin şimdi bunları düşünmeye başlayalım…

Çocuk doğrumak için belli sebeplerimiz vardır hep. İlginçtir, bazı kadınlar, bedenleri için doğum yapmaları gerektiğini kanıksamışlar ve bir bakmışınız ki doğum ertesinde boşanmayı tercih etmişlerdir. Erkeklerde durum daha farklıdır. Ailenin adını yaşatmak gibi hayati bir misyon taşır erkekler! Tabii bu devamlılık için bir erkek evlat şarttır. Aslında ne kadar boş bir amaç, değil mi?  Ailenin adı yaşadığı zaman ne olacak? Osmanlılardan mı geliyoruz yoksa İngiliz Kraliyeti’nden mi?  Neyi devam ettiriyoruz? Varsayalım ki, ailenin devamlılığını sürdürecek çocuk doğmuştur. Peki, o masum bebeğin bu yükten haberi var mıdır sizce? Her çocuk sırtında bir yük ve misyon ile doğar ne yazık ki. Ailenin beklentileri ve istekleri çocuğun kendini tanımasından, hayatı anlamlandırmasından çok daha önemlidir. Bu konunun bir de psikolojik tarafını düşünün... Çocuğunu bu yük altında ve geleneksel anlayışla yetiştiren bir ailenin (hatta doğumdan önce erkek çocuk istediğini söyleyen ancak kız çocuğa sahip olan bir ailenin) yaşayacağı/yaşatacağı travmayı düşünün... Bir de cinsel yönelimi farklı olup da bu yükün altında ezilmek zorunda olanlar vardır. Esas mesele de buradadır zaten! Çocuğumuz “toplum yargılarına” göre bir kusur işlediğinde, yine ilk düşündüğümüz “Aman! Elalem ne der?”dir. Kendimiz için yaşamayı bilmiyoruz ve  çok da masumuz bu mevzuda.  Çünkü az önce belirttiğim gibi kendi mutluluğumuz için doğmuyoruz ki! Öncelikle topluma yararlı bir evlat olmak için doğuyoruz...

Elbette her ebeveyn çocuğunun iyi bir geleceği olmasını ister ancak bizdeki durumun farklı olduğunu düşünüyorum. Komşunun oğlu şu okula gidiyor, bu dersi alıyor; bizimkinin neyi eksik?  Kısacası, bir gösteriş yarışı... Çocuğunun neyi ne kadar başarabileceğini hesaba katmıyor aileler. Kendi bildiği doğruları zorla da olsa çocuklarına dayatmak istiyorlar. Öğretmen olan arkadaşlarımın deneyimlerinden de biliyorum ki, öğrencilerinin durumunu anlatmaya çalıştıklarında dinleyen ve anlayan bir aile bulmaları gerçekten zor.

Ne şanslıymışım ki bizim dönemimizde özel okul yoktu ve dersten derse koşarak geçirdiğim çocukluk dönemim olmadı. Oysa artık çocuklar sabahın 6’sında otobüse yetişmek ve iyi eğitim verildiği tahmin edilen okullara koşmak durumundalar. Küçük yaşlardan hayatta bir yerlere gelmeyi mi öğreniyorlar yoksa anne babalarının hayallerini süsleyen başarılı evlat profilini gerçekleştirmek için yarıştırılıyorlar mı? Hatırlıyorum da bir zamanlar kolej sınavını kazanamadığımda çok üzülmüştüm. Bu üzüntümün boş olduğunu üniversiteye gidince anlamıştım. Kolej mezunu arkadaşlarımın İngilizcesi benimkinden çok da iyi değildi. Artık her şey bir isim ya da marka nedense. İçeriğine bakmıyoruz hiç. Denetlemiyoruz, sormuyoruz.

Eskiden bir öğretmen, öğrencisi hakkında olumsuz eleştiri yapsa aile bunu dikkate alırdı; ama şimdilerde ailelerde “evladımı öğretmene ezdirmem” gibi bir önyargı söz konusu.  Burada ciddi bir problem önümüze çıkıyor. Özel okullar, öğrenci için olumsuz eleştiri yapmıyor ve (sadece eğitimde ciddiyetle ün yapmış eğitim kurumları bu konuda farklı davranıyor) maddiyatı ön planda tutarak her şeyin güllük gülistanlık olduğu izlenimini yaratıyor.  Gözümüzü o kadar hırs bürümüş ki eleştiriyi kabul etmek ve çocuğumuzu eleştiren okulu dikkate almak yerine ALMAK eylemini başka bir amaç için kullanıyoruz.  Çocuğumuzu  “OKULDAN ALMAK” işimize geliyor! 

Her birey aynı yetenekle ve özellikle doğmuyor. Bu nedenle insanı yarış atı yapmak yani başkalarıyla yarıştırmak çok anlamsız bence. Aileler, bencilce davranıp çocuklarının elde edecekleri başarılarla övünebilmek derdinde. Kimi aileler çocuğunun hayatını tüketmek pahasına “param var alırım” diyerek en hızlı arabayı, en güzel motoru alıyor. Gezsin, dolaşsın, kendini eksik hissetmesin değil mi? Bir de kız tavladı mı, tam da “erkek”tir işte... Ve böylelikle küçük bedenleri tüketiyorlar, amaçsızlaştırıyorlar; çalışarak bir şeyler elde edebilmenin önemini kavrayamıyor çocuklar.  Sonra açarız gazeteyi ve “Acı Ölüm”, “Marazlı Hafta Sonu” gibi başlıklar görürüz. Nesi marazlı, neden acı? Aileler bu sonu kendi elleri ile hazırlamıyorlar mı sizce? Bu bir yarış ve onlar da yarışı kaybedenler. Diğer tarafta, hayata ebeveynlerini tatmin etmek için gelen çocuklar. İşte çocuklar açısından bu son çok ACI aslında.

Kıbrıs’ta kız çocuk doğuran aileler genellikle ilerde bize bakar ümidi taşırlar. Kimi kadın hayata tutunacak bir dalı olsun diye doğurur, kimi kadın benden bir parça kalsın diye… Çok daha vahimdir ki, kız çocuğun yurt dışında okuması tehlike olarak algılanır. Önüne set set engeller dizilir. Öte yandan, Avrupa’da yaşasaydınız yaşlanan ülke nüfusunu gençleştirmek için doğmuş olabilirdiniz mesela. Ehhh! Erdoğan, bize de demişti ya... “Hem azınlığız diyorsunuz hem de doğurmuyorsunuz.” İşte, sözün özü, mutlaka bir sebepten doğmuşuzdur. Ne kadar da bencilce değil mi?

Çocuğumuzun ilgi ve gereksinimlerini önemseyelim. Her şeyi okuldan beklemeyelim; eleştiriye açık bir kişiliğe sahip olsun çocuğumuz. “O, bizim canımız. Sakın üzülmesin, hevesi kırılmasın. Korkmasın, yılmasın. Ağlasın, bağırsın, etrafı rahatsız etsin ama yeter ki üzülmesin.” anlayışı çocuğumuza zarar verecektir. Bir de bunun tam tersi vardır; bundan ne köy olur, ne kasaba… Ailesinin böyle bir düşüncesi olan çocuk ne kadar sağlıklı olur tartışılır.  Dahası, evliliği kötü olan bir çiftin ilişkisinin iyileşme formülü olarak doğan çocuklar da vardır. Ne yazık ki böyle evlilikler ya biter ya da çocuk mutsuz bir aile ortamında yetişir gider. Kıbrıs’ta son dönemlerin modası olan Uzak Doğu’lu bakıcıları örnek verip yazımı sonlandırmak istiyorum. Hafta sonları daha rahat brunch yapabilmek için Filipinli bakıcıları vardır bazı ailelerin. Tıpkı filmlerdeki gibi! İlgilenemeyeceksek, bakamayacaksak neden doğuruyoruz? Yüzü asık bir Filipinli dadı ile hayatının belli bir yüzdesini geçirecek bir çocuğunuzun olduğunu göremiyor musunuz?

Beni neden dünyaya getirdiler diye bir düşünün lütfen. Belki yanıtı bulmakta zorlanabilirsiniz ama ben eminim ki kendiniz olmak ve hayatı kendi tercihlerinize göre yaşamak için doğmamışsınızdır. Bir yerlerde bilmediğiniz ya da bulamadığınız bir neden olabilir. Neden doğu(ru)yoruz?  Bir düşünün…

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri