Kurban Bayramı’nın ikinci günündeyiz ancak zamlar, işten çıkarmalar, satılan kurumlar bayramı bayram olmaktan çıkardı… Öte yandan müzakere sürecinde gerçekleştirilen New York zirvesinden de yine umutlar geleceğe taşındı… Bu karmaşa arasında eğitim sistemimizi çok yanından ilgilendiren bir haber yer aldı basında: “Kıbrıs'ta olası bir anlaşma sonrasında oluşacak federasyonda görev alacak tüm memurların İngilizce bilmesi şart olacak. İngilizce bilmeyen bireyler memur olamayacak...” Böylesi bir durum olur mu belli değil ama ekonomik, sosyal, eğitim-öğrenim, bilim ve teknolojide alanlarında başat dil olan İngilizcenin önemli bir dünya dili olduğu aşikar…
Peki, ama okullarımızda İngilizceyi öğretebiliyor muyuz? İngilizce dilinde eğitim-öğretim yapan devlet kolejlerimiz, özel kolejlerimiz, üniversitelerimizden mezun olan geçlerimizin etkin bir İngilizceye sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyor muyuz?
İlköğretim sıralarında “- What is your name? - My name is...” ile başlayan İngilizce maceramız, lisede de fazla ötesine gitmeden sonlanıveriyor. Genellikle 40-50 kelime olup kalıyor hafızamızda öğrendiklerimiz. Ne derdimizi anlatıyoruz, ne de İngilizce konuşan birinin derdini anlayabiliyoruz… Liseden sonra ülkemizdeki üniversitelere devam eden öğrencilerimiz için sonuç bu durumdan çok da ileride olmuyor…
Güney komşumuz ortaöğretimde haftada 4 saat yabancı dil eğitimi yaparken biz tam iki katını; 8 saat yapıyoruz… Ancak ne hikmettir bilinmez, öğrencilerimizin, İngilizce dilini onlar kadar etkin kullanamıyor… Ne yazık ki eğitimdeki maksimum süreyi yabancı dil eğitimine kullanıyor olmamız, İngilizce öğrenmemize yetmiyor... Şunu açıkça belirteyim ki özellikle ortaöğretim kademesinde çok nitelikli İngilizce öğretmenlerimiz var… O zaman, “Sorun nerede? Neden İngilizce öğretemiyoruz?”
Hiç kuşku yok ki bu soruların ilk akla gelen yanıtı gramere dayalı bir yabancı dil anlayışının eğitim sistemimize hakim olmasıdır. Bir diğeri de etkin bir yabancı dil eğitimi yerine, yabancı dilde eğitimi tercih etmemizdir. Bütün dersleri İngilizce okumak, İngilizceyi öğrenmek için yeterli olduğunu düşünüyoruz. Oysa yabancı dil öğretimi kendi başına özel ve önemli unsurlar taşıyan ayrıcalıklı bir disiplindir. Dolayısıyla kendi içinde bir dinamiği olan dil, karşımıza sonsuz yeni malzemeyle çıkar. Bunun hızı kendi dilimizde daha yavaş olabilir, ancak yabancı dil öğrenmede sürprizlerle karşılaşma hızı çok yüksektir.
Öte yandan yabancı dil öğretiminde önemli bir yer tutan 4 beceriye dayalı ölçme-değerlendirme uygulaması bir türlü eğitim sistemimize entegre edememiş olmamız ciddi sıkıntılar doğurmaktadır. Çünkü bir dili nasıl öğretirseniz öyle de ölçmeniz gerekir. Eğer herhangi bir dil için; okuma, yazma, dinleme ve anlama becerilerinden yoksun bir ölçme-değerlendirme hâlâ daha eğitim yapılanmamızda yoksa o dili öğretmede de bu becerileri dikkate almıyorsunuz demektir…
İşte bütün bunlar şu sonucu doğuyor gibi; yabancı dil öğretemiyoruz, öğretiyormuşuz gibi yapıyoruz...
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Öğrenme Güçlüğü ve Dikkat Eksikliği
“Öğrenme güçlüğü”, “dikkat eksikliği” gibi kavramlar günlük hayatta çok kullanılmasına rağmen bu kavramların tam olarak ne olduğu, bu özelliklere sahip çocuklara nasıl yardım edileceği konusunda anne-babaların ve pek çok eğitimcinin aklı hâla karışıktır… Ne yazık ki bu akıl karışıklığı “öğrenme güçlüğü” ya da “dikkat eksikliği” olan çocukların okul eğitiminden yararlanmalarını engelleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Anne - babanın ders çalışma ya da ödev yapmadaki yaklaşımları, çocuğun sınıf içindeki performansını arttırmada çok etkilidir. Bu detaylar kısaca şu şekilde sıralanabilir:
· Ev ödevi çocuğun sorumluluğudur. Çocuk henüz bu sorumluluğu kazanamadıysa bir süre anne - babanın kararlılıkla destek olması gerekir.
· Ödevlerin her gün aynı yerde yapılması önemlidir. Bir gün salonda bir gün mutfakta gibi her gün yer değişikliği önerilmez.
· Çocuğun ihtiyacına ve ev düzenine uyan plan çocukla birlikte yapılmalıdır. Planlamada dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar; ödev yapılma zamanının günün sonuna bırakılmaması ve çocuğun çok sevdiği bir faaliyetle çakışmamasıdır. Her çocuğun planı farklıdır.
ANLAYANA
Yabancı Dil
İki erkek arkadaş, şehir meydanında bir banka oturmuş, sohbet ediyorlarken, Yanlarına yaklaşan iki turist kız, adres sormak bahanesiyle yanlarına yaklaşır. Önce İngilizce sormuş bizimkilerden tık yok… Sonra Fransızca sormuş, yine kapı duvar… Almancayı denemiş, bizimkiler duvara bakar gibi bakıyor… İtalyanca tekrarlamış, hala aval aval bakıyorlar… Sonunda kızlar pes ederek geldikleri gibi oradan uzaklaşırken erklerden biri, diğerine dönerek:
- "Hiç olmazsa bir yancı dil bilseydik şimdiye kızları tavlamış olurduk..."
Diğeri gülümseyerek yanıt verir:
- “Yok ya… Yabancı dil hiçbir işe yaramaz. Bak kız dört dil biliyor, işini halledebiliyor mu?”
Buraya Dikkat
Çocuklarımızı Kurban Ediyoruz…
Kurban Bayramı’nın ikinci gününde, mecazi anlamda verdiğimiz başka kurbanlardan bahsetmek istiyorum… En değerli varlıklarımızdan; çocuklarımızdan…
Oysa bu testlerden elde ettiklerin puanlar onların; ne öz güvenlerini, ne yeni şeyler düşünmelerini, ne de bir şeyler üretme isteklerini desteklemiyor. Bu testlerden başarılı ya da başarısız olmaları onların istenen standart ya da niteliklerde olup olmadıklarını göstermiyor.
Bu testlerden yüksek puan almalı diye hem çocuklarımızda hem de biz de stres yüklü baskılar yaratılmıyor mu? Gençlerimizde ve bizde dağ gibi büyüyen sıkıntılar yok mu? Psikolojik tedavi görme ihtiyacı duyan öğrenci sayısının gün geçtikçe artması büyük bir sorun değil mi? Ve bütün bu sorular çocuklarımızı bu testlere kurban ettiğimizin kanıtı değil mi?