Rum Yönetimi eski başkanlarından Hristofyas, Milliyet Gazetesi’nde dün yayınlanan röportajında, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar’ın, geçmişte birbirlerine verdikleri zararlardan dolayı karşılıklı olarak özür dilemesi gerektiğini söylüyor.
İlk kez olmuyor bu...
Toplumların, birbirlerine karşı işledikleri suçların sorumluluğunu üstlenerek özür dilemelerinin önemine ve toplumlar arası barışın sağlam temeller üzerine inşa edilebilmesinin, ileriye doğru yol alınabilmesinin böylesi bir adımla mümkün olabileceğine ilk vurgu yapışı değil bu, Rum liderin.
Hristofyas’ın geçmişte de benzeri bir çok açıklaması var.
Fakat ne yazık ki bu gereklilik, yaşamın pratiğinde hayat bulmuyor, bulamıyor.
Sadece Hristofyas nezdinde de değil üstelik.
Farklı zaman ve ortamlarda, özür mekanizmasının önemine işaret ettikleri halde, bu adımı nedense atmaktan geri duran tüm siyasi unsurların, ‘kocaman’ bir eksikliği bu.
Hatta ayıbı...
‘Özür dilemeliyiz’ aşamasında takılıp, nedense ‘özür diliyoruz’ aşamasına bir türlü geçemeyen herkesin.
Söylenen önemsizdir demiyorum.
Hastalığın teşhisi muhakkak önemlidir.
Ve hastalığın tedavi yönteminin saptanabilmesi...
Ama teşhisi yapıp, tedavi yöntemini saptayıp, sonra da uzaktan seyrederseniz, bunun vebali, sırtınızda asılı durmaz mı?
***
Kıbrıs sorununun tarihi, karşılıklı olarak işlenen insani suçlarla, karşılıklı olarak yapılan siyasi hatalarla dolu.
Ve sadece uzak geçmişi değil, yakın geçmişi de öyle...
Ama ne yazık ki, bunu bilmek yeterli değil.
Artık çok daha fazlasına ihtiyacımız var.
Bu konuda en büyük görev ise siyasilerin.
Hem Kıbrıslı Türk, hem de Kıbrıslı Rum siyasilerin.
Ve öncelikle de, ‘özür dilemeliyiz’ deyip de, bir türlü bunu hayata geçirmeyen, bu gerekliliği bir türlü yaşamın pratiğiyle buluşturup, gerçek anlamda bir ‘barışma’ ve ‘uzlaşma’ sürecinin yolundaki bu büyük engeli ortadan kaldırma cesaretini gösteremeyenlerin!
Madem ki özür dilenmesi gerektiğine inanıyorsunuz, neden dilemiyorsunuz o halde?
Neden?
Neyi bekliyorsunuz?
***
Geçmişle hesaplaşmak diyoruz ya hani...
Sadece 1950’ler, 1960’lar, 1970’lerle, sırf o dönemde yaşananlarla da sınırlı kalmamalı bu aslında.
Kıbrıs adası üzerinde siyaset yapan bütün unsurların, her bir siyasi partinin, her bir siyasi liderin, kendi yakın geçmişiyle de hesaplaşmaya ihtiyacı var.
Kendi siyasi geçmişlerinde yaptıkları hataları görmeleri...
Ve bunu samimiyetle, toplumlarıyla, seçmenleriyle paylaşmaları...
Bu öncelikle, benzer hataların yeniden tekrarlanmaması ve Kıbrıs sorununda gerçek anlamda bir ilerleme sağlanabilmesi ihtimalinden bahsedebilmenin ön koşullarından da biridir sanırım.
Ve de aynı zamanda, sürekli biriken hayal kırıklıklarının üzerine yeni umutlar inşa etmeye çalışmaktan yorulmuş, bıkmış insanlar topluluğuna dönüşmemiz öncesindeki, belki de bir son çıkış kavşağıdır.
Geçmişte, farklı zaman ve koşullarda yapmış oldukları hataların farkında olsalar bile...
İnsanların beklentilerini, hayal kırıklığı olarak onlara geri iade etmiş olmanın ağırlığını bütün yüküyle hissediyor olsalar bile...
Siyasi kaygılarının esaretinden kurtulamayıp, hatalarını dürüstçe, içtenlikle, toplumla paylaşmayı, siyasi bir intihar olarak gören siyasetçilerin, toplum liderlerinin de kendileriyle ve toplumlarıyla hesaplaşmasının zamanı gelmiştir artık.