Bir yakınım, gencecik bir kız ağlayarak gelmişti eve. Bir belge almak için uğradığı devlet dairesinde maruz kaldığı muameleye inanamıyordu. “Herkesten nefret eden bir memurdu. Bana nefretle baktı; bana bağırdı” derken gözyaşları durmuyordu. Bedenindeki toksini dışa atmaya çalışıyordu.
Arada bir uğramamız gereken yerler devlet dairleri. Benim için bir kabustur bu. Oysa hem adanın kuzeyinde hem de güneyinde nereye gitsem bir öğrencim, bir okurum çıkıyor karşıma. İşim genelde çabucak halloluyor. Hep böyle olacağının garantisi yok tabii ki. Asık suratlı bir memur, buyurgan bir tavır, pozisyonun verdiği güçle gelen bir azarlama insanın dengesini bozabiliyor.
Sorun şu ki mesele sadece bana yönelik davranışla ilgili değil. Ben tanıdıklar sayesinde yırtmışken sıradaki birine yönelik davranış da bozabiliyor dengemi. Eskiden daha çok olurdu sanki bu. Şimdilerde dijital teknoloji sayesinde işlemler daha hızlı. Bunun getirdiği bir soğukluk, spesifik durumlar oluşturan katı kurallar da var bir yardan. Tek bir yanlış harfin yaratabileceği kargaşa örneğin.
Kamusal alandaki, toplu taşımalardaki gerginliklerin ne kadar sınıfsal olduğunu diğer gözlemlemişsinizdir. “Ye kürküm ye” durumudur çoğu zaman yaşanan. Kılık kıyafet, sosyal statünün yüksek olduğunun bazı göstergeleri baskı kurmaya çalışan, makamın hükümdarı bazı Murtazaları durdurur genelde. Gerginlik, beden dili, yüz ifadesi de durumu köreltecek özellikler. Bunlar mikro iktidarını kurmak isteyenin iştahını kabartan şeyler.
Sadece tek bebek arabası kabul eden bir otobüste şoför bebeğiyle bekleyen ikinci kadını bırakmıştı bir keresinde. Diğer otobüs ise yarım saat sonraydı. Bebekli diğer kadın iki bebek arabası sığacak şekilde durabileceğini söylemesine rağmen. Arabalar kapatılıp bebekleri kucağa almak da bir çözümdü bu arada. Şoförün ırkçı olduğunu bile düşünmüştüm. Bıraktığı kadın siyah bir kadındı çünkü. Yol boyunca kadın ve bebeği için kaygılanmıştım. Bebekler söz konusu olunca daha da hassaslaşıyor insan.
Kurallara sımsıkı bağlı, onları duruma göre esnetmekten kaçınan insanlar çok gerer beni. Biraz da iyi insan olmakla ilgili belki de bu. Ödevini geç teslim etti diye bir gencin, bir öğrencinin hayatını yakabilirsin. Elinde olan bir esnekliği göstermediğin için birilerini çok zor durumlara sürükleyebilirsin.
Hayatta birisine yardımcı olmaktan daha büyük mutluluk yok oysa. Kalıcı bir mutluluk bu; her hatırladığında insana iyi gelecek bir şey. Serotonin etkisi yaratan bir şey. Bir yanda da kötülükten, mikro iktidarını kurmaktan aldığı haz var birilerinin. Burada bir dopamin etkisi söz konusuymuş. Bu kötülüğü yaşayan unutmuyor en çok da. Dopamin tiryakilik yaratıyor ya. Kötüler de öyle bir bağımlılık yaşıyorlar galiba. Birilerini üzmedilerse iyi geçmiyor günleri.
Bilmem başkaları da öyle midir? Kötülüklere, işitilen kötü sözlere dair güçlü bir belleğim var benim. Kötülüğün gerçekleştiği mekanlar örneğin. Sonraları oralardan her geçişimde aklıma gelir geçmişte yaşanan. Birden yüzüm düşer. İnsanın yüzünün düşmesi, dalgın ve gergin durması kötüleri kışkırtan bir şeydir bir yandan da. Kötü göründüğünü söyleyerek duyacakları hazzı verirsin onlara.
Camdan kalpleri nedeniyle kendilerini yalnızlığa mahkûm eden pek çok insan tanıyorum. Ben bir zamanlar saflıkla bana yapılan kötü bir imayı bile yanlış anlayıp bir iyiliğe çevirirdim. Sonra bir başkası bunun aslında düşmanca bir tavır olduğunu söylediğinde de şaşırırdım. Öyle çok gelmiştir ki bu başıma. Birileri beni kıskanıyormuş, dalga geçiyormuş, nefretle bakıyormuş da ben hiç fark etmemişim, üstüme alınmamışım bunları.
Belki sevenleri de fark etmiyorumdur diye avutabilir insan kendini.
Birisine güzel sözler söyleyip yardımcı olduğunda en çok da senin içini ışıtıyor bu. Her insanın karanlıkları ışıtacak bir güce sahip olduğunun farkında değil kimileri. Saçtığı zehirle kendisini de zehirlediğinin ayırımında bile değil pek çok insan.
Her şey bu mikro kozmosta başlıyor. Dünyanın bugünkü hali biraz da bu bireysel toksinlerle ilişkili. Küçük birimlerde ötekine duyulan nefret savaşın ve kıyımların müsebbibi aslında.