Nejat Konuk’tan ‘Son Söz...’

Dr Filiz Besim

 

2010 yazının başında tanımıştım onu...
Yıllardır yaptığım her röportajda onun adı vardı. Öyle ya bu adanın yakın geçmişindeki tarihinin her adımında o vardı. Cemaat Meclisi, Otonom Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti...
Hep en üst kademelerde...
O çocukluğumun politikacısıydı. Kah Meclis Başkanı, kah başbakan, kah parti başkanı...
Ve bir anda sanki hiç olmamış gibi ortadan kaybolan biri...
Hala yaşıyor muydu? Buralarda mıydı?..
Yaşıyordu ve buralardaydı. Alsancakta, bir sitede mütevazi evinde tek başına...
Bir zamanlar basın danışmanlığını da yapan Sevgili Ahmet Tolgay aracılığı ile ulaştım ona...
‘Tamam’ dedi, çok mutlu oldu. ‘Ama sabah gelmeyin, denize yüzmeye gidiyorum’.

Nejat Konuk, 82 yaşındaydı. Çevresinde yardımcıları, bakıcıları olabilecekken evinde tek başına olabildiğince mütevazi bir yaşam sürüyordu. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi koyu bir sohbet, bir röportaj başladı aramızda. Ne çok anlatacak şeyi vardı. Hepsi yazılsın istiyordu. Herşey kayıt altına alınsın, geleceğe geçmişten notlar düşülsün...

Ta en baştan başladık. Çocukluk, fakirlik, eğitim hayatı ve sadece politika...
Hiç evlenmemişti Nejat Konuk. Onun yaşamına hukuktan mezun olduktan sonra Bursa’da 1951’de Cumhuriyet Halk Partisiyle politika girmiş ve 1961’de Kıbrıs’ta da hep görevi politikayla devam etmişti.

O ilklerin adamıydı. Zoru seviyordu. Çok çalışıyordu. Cemaat Meclisinde, meclis sekreteri olarak meclis binasını o toparlamıştı. Meclisin arşivini o kurmuştu. İlk KTFD başbakanı... Kurucu mecliste Anayasa’mızın hazırlanması, seçim sistemimiz, siyasi partiler yasası, Ulusal Birlik Partisi’nin kurulması hep onun hukuk insanı kimliği ile başardığı işlerdi. O hep ilklerin adamı olsa da aslında hep ikinci adam pozisyonundaydı. 1961’de tanıştığı ve hep sadık kaldığı lider Rauf Raif Denktaş’tı...

Nejat Konuk’un beyefendi tavırları ve demokrat kimliği beni büyülemişti. Nejat Konuk, hüzünlüydü. Vefasızlıktan yakınıyordu. Halbuki beni ona hayran bırakan özelliği, görevi bitttiği zaman gidebilmesiydi. Sıradan insanların arasına karışıp halk plajında yüzebilmesi...

Günler süren bir röportajı paylaştık. O anlattı, ben yazdım. Önce YeniDüzen gazetesinde, sonra da ‘Tarihe Sözüm Var’ adlı kitabımda...

Onu tanımak benim için hem müthiş bir mutluluk, hem de muhteşem bir ayrıcalıktı. Röpörtajın sonunda ise tamamen kendi kaleminden yazdığı aşağıdaki yazıyı bana teslim etmişti. Politikada, Kıbrıs’ın yakın geçmişine baktığı zaman sanki bir özet yapmıştı. Ben bugün tamamen kendi kaleminden olan aşağıdaki özeti sizlerle yeniden paylaşmayı bir görev biliyorum.

‘’İnsanlık tarihi güç sahibi olmak için yapılan mücadelelerle doludur. Bu mücadeleler bazen her yolu mubah sayan bir zihniyetle yapılır; bazen de meşru zeminde kalmak kaydıyla icra edilir.
Osmanlı tarihine bakarsak “Padişah” ın mutlak gücünü bölmemek için, kardeşlerini öldürtmesi bile meşru sayılmıştır. Yine bu yüzden, belki de sudan sebeplerle de olsa, katledilen sadrazamlarla doludur Osmanlı tarihi…
İnsanlar sosyalleştikleri günden itibaren gerek aile içinde, gerekse cemiyetlerde, ve de rejimi ne olursa olsun devletlerde, iktidar mücadelesi hep olagelmiştir. Bundan sonra da olmaya devam edecektir.
Kıbrıs Türk halkını inceleyecek olursak sömürge idaresinden çıkmak ve “Enosis”i engellemek için organize olmak zorunda kalınca, iktidar gücünün büyük ölçüde ve onun başkanında olduğunu görürüz.
1960 Cumhuriyetinin ilanından ve seçilmiş siyasal kişilerin anayasadaki görevlerine başladıkları günden sonra da, iktidar güçlerine müdahaleler olmuştur. Bir taraftan TMT başkanı, diğer yandan T.C Büyükelçiliği ve TC Alay Komutanlığı; siyasal kişilere ait bazı yetkileri kullanmak istemişler ve bu yüzden de bazı tartışmalara neden olmuşlardır.
Okul duhuliye ücretlerine yapılan ufak bir zam bahane edilerek, Türk Cemaat Meclisi Başkanı’nın Mağusa’da yuhulanması, yine başkanın avukat yazıhanesine bomba atılması, iktidar mücadelesinde su üstüne çıkan örneklerden biri olarak kabul edilebilir. 1963 olaylarından önceki son Bayraktar’ın basiretli tutumunun sayesinde, seçilmişlerle diğer yetki sahiplerinin uyum içerisinde çalışması, toplum için büyük bir şans olmuştur.
21 Aralık 1963 olaylarından hemen sonra, toplum tam bir kaosa sürüklenmiştir. O günlerde bir devlet düzeninden mümkün değildir. TMT yer üstüne çıkmış; en organize kuruluş olarak, direnişi sürdürme görevini üstlenmiştir. Ayrıca topluma çekidüzen vermek yetki ve sorumluluğu da, ilk günlerde, kendiliğinden TMT ve başkanına kalmıştır.
TMT Başkanı ileri görüşlü biridir. Her şeyin altüst olduğu; can ve mal kaygısından başka bir şeyin düşünülmediği o sıcak günlerde yetki ve sorumluluğun tek elde toplanmasının, görevini kolaylaştıracağı kanısındadır sanırım. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Muavini ve Türk Cemaat Meclisi Başkanı karargaha çağrılır. Uçakların Lefkoşa üzerinden uçması ile geçici olarak “ateşkes” sağlanmıştır. Kendilerine durumun çok ciddi olduğu; silah ve malzeme bakımından son noktaya gelindiği, izah edilerek; Ankara’ya gitmeleri ve adaya müdahale için Başbakan İnönü’yü ikna etmeleri gerektiği ifade edilir. Dr. Küçük bu teklifi ret eder; Denktaş ise, nasıl olsa Londra Konferansına gidecektir; teklifi kabul eder.
1963 olaylarından sonraki ilk günler ve aylarda, toplum içerisindeki ‘iktidar’ın mutlak sahibi Bayraktar’dır. Bazı köyler ve kasabalar işgal edilir. Türkler öldürülür; Türkiye’nin adaya müdahalesine ramak kalır. Araya giren büyük devletler, bu müdahale girişimlerini engeller.
Bu arada Bayraktar’ın mutlak gücünü paylaşmak isteyen, başta Cumhurbaşkanı Muavini olmak üzere seçilmişler vardır. Bir formül bulunur. Cumhurbaşkanı Muavininin başkanlığında, Kıbrıs Cumhuriyetinin Bakanlar Kurulunda görev yapan üç bakan; Türk Cemaat Meclisi icra heyetinde görev yapan üyeler ve bazı hâkim ve kamu görevlilerinden oluşan “Genel Komite” isimli bir organ oluşturulur. Genel Komite’nin görevi bir ölçüde yasama erkini kullanmaktır. Bu durumda, yürütme erki Bayraktar tarafından kullanılır.
Rumların arka arkaya başlattığı olayların bir ölçüde toparlanması, toplumun belirli bir düzen kazanması ile belli belirsiz iktidar ve güç mücadelesi başlar. 1965 yılının 29 Ekim’inde mücahit komutanları ile Türk Silahlı Kuvvetleri Alay Komutanı arasında sert tartışmalar olur. Artık taraflar kendi pozisyonlarını almışlardır.Bir tarafta,Cumhurbaşkanı Muavini, T.C Büyükelçisi, T.S.K Alay komutanı, diğer tarafta iktidar gücünü elinde bulunduran mücahitler ve Bayraktar ile Türk Cemaat Meclisi Bakan vekili vardır.Ankara’ya Bayraktar’ı ve mücahitleri şikayet eden raporlar gider.Bu arada Geçitkale olayları patlak verdi.Kriz, Grivas’ın ada’da ayaklanması ile sona erer.Ankara için bu bulunmaz bir fırsattır.T.C dışişleri Bakanlığı genel sekreteri Zeki Konuralp adaya gelir. Otonom Türk Yönetiminin anayasası sayılan bir metin taraflarca kabul edilir. Buna göre, Cumhurbaşkanı Muavini başkanlığında; sürgünde bulunan Türk Cemaat Meclisi Başkanı’nın Başkan Yardımcılığında yürütme erkini kullanacak olan bir yürütme kurulu oluşturulur. Kıbrıs Cumhuriyetinin Temsilciler Meclisinde bulunan Türk üyeler ile Türk Cemaat Meclisinin seçilmiş üyeleri bir araya getirilerek yasama görevini yapmaları sağlanır. Böylelikle Bayraktar’ın yetkilerini sadece kendi teşkilatındaki mücahitlerin durumunu düzenlemekle sınırlandırılır.
Bu durumda toplum; olanakların elverdiği ölçüde bir devlet düzenine kavuşur. Böylelikle taraflar sakinleştirilir. Bu arada o güne kadar basiretli bir yönetim tarzı gösteren Bayraktarın, hatalı ve ölçüsüz davranışları görülür. Ankara’ya geri çağrılır. Bu arada Denktaş’ın adaya geri dönüşü sağlanır. Toplumlar arası görüşmeler maratonu 1968 yılının ilkbaharında başlar. Belirli ölçüde siyasal durum sakindir.
1970 yılında, 1960 anayasasına göre temsilciler meclisinde Türklere ayrılan üyelikler ve Türk Cemaat Meclisi üyelikleri için seçim yapılır. Seçilen üyeler, bir arada, yasama meclisini oluşturur.
1974 Barış Harekatından sonra Şubat 1975’de Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilir. Kurucu Meclisce hazırlanan ve halkoylaması sonucu onaylanan Anayasa uyarınca; yeni yürürlüğe giren seçim yasası kurallarına göre Temmuz 1976’da genel seçim yapılır. Böylelikle Kıbrıs Türk Halkı bir “Devlet Düzeni”ne kavuşur. Yürütme, yasama ve yargı erkleri; kendi organlarınca birbirlerini tamamlayacak şekilde, icra edilmeye başlar. Anayasamıza göre, Federe Devletimiz, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler bakımından örnek sayılacak bir düzeydedir.
Yürütme erki, Devlet Başkanı ile birlikte Bakanlar Kurulu’na aittir. En önemli siyasal güç ve iktidar Başbakan’a tanınır.
Böyle olunca da siyasal gücü ve iktidarı ele geçirmek veya paylaşmak için, bazı mücadelelerin başlaması kaçınılmaz olur. Benim Başbakanlığım görevimde Sayın Filiz Besim’e anlattığım mücadele ve müdahale örnekleri, insanlık tarihindeki birçok örneklere ve benden sonra ortaya çıkan müdahalelere göre “çok masumane örnekler” olarak mütalaa edilmelidir diye düşünmek yanlış olmaz kanısındayım. ‘’

Ruhun Şad Olsun Nejat Konuk...