*** 1964 yılında Gaziveran köyündeki çarpışmalarda eşini kaybeden Nevcihan Oluşum’un olağanüstü bir fotoğrafını çekerek 1964 Dünya Basın Fotoğrafı Ödülü’nü kazanan dünyaca ünlü İngiliz savaş muhabiri Don McCullin’in fotoğraflarının, Londra’da sergilendiğini sayfamızdan öğrenen Begüm Oluşum Zaifoğlu, sergiyi ziyaret etti…
1964 yılında Gaziveran köyündeki çarpışmalarda eşini kaybeden Nevcihan Oluşum’un olağanüstü bir fotoğrafını çekerek 1964 Dünya Basın Fotoğrafı Ödülü’nü kazanan dünyaca ünlü İngiliz savaş muhabiri Don McCullin’in fotoğraflarının, Londra’da sergilendiğini sayfamızdan öğrenen Begüm Oluşum Zaifoğlu, sergiyi ziyaret ederek o ünlü fotoğrafı ve Don McCullin’in diğer fotoğraflarını görme fırsatı buldu.
Nevcihan Oluşum’un torunu, ünlü fotoğrafta anneciğine sarılan Kubilay Oluşum’un kızı olan Begüm Oluşum Zaifoğlu, bize göndermiş olduğu notta şöyle yazdı:
“Merhaba Sevgül Hanım,
Ben Nevcihan Oluşum'un torunu, ve fotoğrafta yer alan oğlu Kubilay Oluşum'un kızıyım. Eğitimim için bulunduğum Londra'da nenemin fotografının sergilendiğini sayenizde öğrendim. Köşe yazınızı okur okumaz Tate Britain’e gittim… Size teşekkür etmek istedim.
Çok teşekkür ederim, haberinizi görmesem bu fırsatı kaçıracaktım. Nenem benim için çok değerliydi, çok özeldi.”
Sergiyi izledikten sonra buradan çektiği fotoğrafları bir notla sosyal medya sayfasında paylaşan Begüm Oluşum Zaifoğlu, şöyle yazdı:
“Londra’nın Tate Britain Galerisi’nde, ünlü savaş fotoğrafçısı Don McCullin’in sergilenmekte olan eserleri arasındaki ödüllü O fotoğraf.. Neneciğimin ve babacığım Kubilay Oluşum’un acılarının yer aldığı O fotoğraf.. Seni hiçbir zaman unutmayacağım neneciğim, HER ZAMAN KALBİMDE VE AKLIMDASIN…”
BASINDAN GÜNCEL…
“Baf’ta 1963-64 ve 1967 olayları…”
Ulus Irkad
Cuma günü (15 Şubat 2019) güney Kıbrıs’ta Baf Hloreka sanat ve kültür derneğinin davetlisiydim. 1930’lu, 1940’lı yıllarla, 1963-64 ve 1967 olayları konuşuldu
Sağolsun hemşehrim Baflılar beni üç yıldır Baf’ın sanat ve kültürünü konuşmak için devamlı davet ediyorlar. Cuma günü yani 15 Şubat 2019 tarihinde annem Aysel Irkad, oğlum Doruk Irkad ve ve ikinci ziyaretimden beri benimle birlikte Baf’ta olan, bana yol arkadaşlarığı yapıp engin katkılarda bulunan, Kıbrıs’ın yetiştirdiği en devrimci demokratlardan, büyük aydınlardan, büyük şair ve yazarlardan biri olan, Rumcası çok güzel olan, İbrahim Aziz abi ile birlikte Baf’a gidiyorum. O da gene 60-70 yıldır sürdürdüğü mücadelesinin bir parçası ve sorumluluğu olarak gördüğü bu ziyaretlere katkıda bulunmak için, benimle Baf’a geliyor ve o akıcı ve güzel Rumcasıyla konuşmalara katkıda bulunuyor. Bu defaki konuşup inceleyeceğimiz konu, Baf’ın son 60-70 yılı olduğu için, annemin de bu ziyarete katkıda bulunmasını istedim ve annem de oğlumla birlikte benimle geldiler. Tabi onu da söyleyeyim, annemin aileden gelen arkadaş ve dostları çok olduğu için, sabahleyin erkenden yola çıkıp , erkenden ziyaretlerimizi bitirmek ve ertesi gün de erkenden Baf’tan ayrılmaya karar verdik. Mağusa’dan erken ayrılarak Baf’a gitmeye koyulduk. Şansımıza o gün hava bayağı bozuktu ama bereket oğlum Doruk, arabayı çok dikkatli ve çok soğuk kanlı kullandı. Gideceğimiz yere bayağı güvenli bir şekilde gittik. Yol boyunca yağmur ve fırtına çok etkili bir şekilde devam etti, hatta oğlum bazı yerlerde çok yavaş ve duraklayarak yola devam etti. Gene de bu engellere ve hava muhalefetine rağmen Baf’a güvenli ve erken bir şekilde vardık. İlk molamızı herkesin de bildiği, Afrodit’in de köpüklerinden doğduğuna inanılan mitolojik Rum Taşı’nda verdik. Orada öğle yemeğimizi alıp kahvelerimizi içtik ve Rum Taşı’na tırmanmaya gittik. Bu arada oradaki Rus turistlerin çoğunun kayaya yanlış yerlerden tırmanmaya başladığını, yanlış tehlikeli dik yamaçlara saptıklarını gözlemledim. O dik yerlerden kayaya tırmanmak aslında ölüm tehlikesi de barındırmaktaydı ki nitekim bazı turistler ve çocukların korkarak tırmandıkları yerde beklediklerini gördüm. Oraya varınca turistleri uyararak beni oğlumla birlikte takip etmelerini istedim. Çünkü ben bu kayaya nasıl çıkılacağını biliyordum. Daha çok küçükken, rahmetli babam bizi öğleden sonraları bu koskocaman yüksek kayaya getirir ,kendinin bayağı dolambaçlı ama kayaya çok kolay çıkılan, kendi bulduğu bir patikayı bize göstererek, bu taşa çıkmamızı sağladığını da hatırlıyordum. Bu patika beni üç yaşımdan beri bir işaretim olmuştu, zaten babam bizim bu patikayı çok iyi ezberlememiz için herşeyi yapmıştı. Hatta bazen bizi denemişti bile… Herneyse, oradaki turistleri de yanıma alarak bu yolu takip etmelerini ve benim arkamdan gelmelerini istedim. Akıbet babamın bana 60 yıl once gösterdiği o patikayı takip ederek Rum Taşı’na tırmandık. Turistler de bundan memnun oldular ve bana teşekkür ettiler. Taş’a çıktığımızda, 12 yaşlarında bir Rus kızının da ağlayacak durumda olduğunu ,aşağıya inmekte zorlandığını görünce ona da yolu gösterip, yolu aşağıya kadar takip etmesini istedim ve sağsalim aşağıya inmesini sağladım. Taş’ın doruklarında oğlumla da birer fotoğraf çekerek tekrar aşağıya indik , yolumuza koyularak Baf’a vardık. Elbette önce, 1974 öncesi Kıbrıslıtürk tarafı olarak bilinen bölgeye geçtik ve orada dolaşıp fotoğraflar da çektik. Bu arada anılarımızı da tazeledik. Gerek Mutallo, gerekse eski İlkokul, daha sonra da Ortaokul ve lise olarak kullanılan binayı ziyaret ettik. Orada Güzelyurt’tan gelen Gurbet vatandaşlarla da karşılaşıp, sohbet ettikten sonra, onlarla da fotoğraf çektirdik. Daha sonra Hloreka Köyü’ne geçerek oradaki dostlarımızı ziyaret ettik. Oradaki ziyaretleri bitirdikten sonra, Baf’taki tanıdık ve dostlarımızı ziyaret ederek, otelimize geçip, tabi öncesinde de İbrahim Aziz abi ile buluşup otele geçtik, daha sonra da İbrahim abinin arabasıyla konuşma yapacağımız Hloreka Sanat ve Kültür Merkezi’ne vardık. Orada bizi kalabalık bir dernek üyesi yaklaşık 30-40 kişi karşıladı. Önce konuşmaya ben ve İbrahim abi başladık ,onlara ben Baf’ın Konya Mahallesi’ndeki yaşantımız, Yunanistan- Atinalı komşumuz Bayan Dulla, Bayan Dulla’nın camların üstüne düşen, damarları çok tehlikeli kesilen benim hayatımı nasıl kurtardığından bahsettim. Tabi bu arada Baflı arkadaşlarım bana Bayan Dulla’nın yaşlılıktan ötürü çoktan öldüğünü de söylediler. Ona rahmetle diyerek, 1963-64 yıllarındaki olaylara ve 7 Mart 1964 çarşı olaylarına değindim. Onlara aslında Kıbrıslıların bu olaylarda da çok yanlışları olduğunu, dıştaki güçlerin hatta Türkiye ve Yunanistan’ın, Kıbrıslıların psikolojilerini, karakterlerini, yakından bildiklerini, en zayıf taraflarının neler olduğunu bildiklerinden, iki toplumu da birbirine düşürmek için bu zayıf taraflardan faydalandıklarını, bu psikolojik savaşın adının Asimetrik Savaş olduğunu, bu savaşta, insan sevgisi, hukuk, insan hakları nın gözetilmediğini, hatta 1959 yılında bazı Kıbrıslıtürk liderlerin “Bize ölüler de lazımdır” diyerek Kıbrıslıtürk toplumunun değil de önemli olanın kendi taksimci amaçları olduğunu belli ettiklerini söyledim. Onlara EOKA kurulurken aslında Kıbrıslıtürklerin ve Türkiye’nin de uyumadığını, EOKA kurulduğunda, aslında Türkiyeli subayların da soğuk savaş başlangıcından itibaren çalışmakta olduklarını, EOKA’dan sonra onların harekete geçtiğini, Baf çarpışmalarında da bu anlayış veya Psikolojik Savaş tekniklerinin eksiksiz kullanıldığını, Kıbrıslılarda misilleme ve öç alma davranışı olduğundan dolayı, bu zayıf taraflardan yararlandıklarını, 7 Mart 1964 ve 1967 olaylarının bu konsept içinden de görüldüğünde, olayın daha iyi değerlendirilebileceğini söyledim.
Bu arada bu düzenleme sırasında emeği geçen tüm Kıbrıslırum dostlara da teşekkürlerimi bir borç biliyorum.
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 17.2.2019)
“Arkadaşına ağıt yakan Anthulla Teyze…”
Cuma sabahı rahmetli dedem ve rahmetli ninemin en az 70-80 sene arkadaşları, bugün Baf’ın Hloreka köyünde yaşayan Anthulla teyze ve kocasını, annem ve oğlumla ziyaret ettik. Anthulla teyze anneme aynen şunları söyledi: “Tanrıma çok şükür ki seni görebildim… Artık ölsem bile gam yemem…”
(Bu arada Anthulla Teyzeme benim bu üçüncü ziyaretimdi. Annemi görünce, rahmetli dedem Hamza Erdoğan ve ninem Ayşe Beyaz Erdoğan için ağlayarak gene ağıt yakmaya başladı… Aynen şöyle:" Ah, Ayşem, da öldün gittin, Cennete gittin. Sen bize 1930'lu, 40'lı yıllarda güzel telli kadeyifler, ekmek kadayifleri yapardın, arkadaşım, canım, seni çok özledim. Yakında senin yanına geleceğim, orada buluşacağız sevgili arkadaşım…” Beni de gene ağlattın be teyze… Her zamanki gibi, yanından gözü yaşlı ayrıldım…”