“Nenemin gözyaşları…” 2

Sevgül Uludağ

MESARYA’DAN HATIRALAR…

 

Dr. Derviş ÖZER

Sonra köyün ismini de değiştirirler.
Ne demek “Abohor” ne Türkçe olduğu belli, ne Rumca. Ona güzel bir isim olmalıydı ve Celal Hordan söyler ismi,
- Cihangir olmalı, Cihangir!
Dünyayı fethetmeli. Bu köyün ismi eski Türkler’den bir isim almalı, gören ve duyan titremeli. Ve hep beraber köyün ismini değiştirirler. Yüzlerce yıl Abohor olan köy, modaya uyup Cihangir olur. Hemen köy girişine yazılır koca koca harflerle CİHANGİR.

Şimdi eskilere sorunca anlatırlar, zaman öyle bir zamandı ki kimin ne yaptığı belli değildi. Bir gecede isimler değişir, bir gecede köyler yakılır, yollar kesilir, ovada koyun bekleyen çoban ölü bulunur. Yapanlar bunu milliyetçilik adına yapıyor. İnsanlar da ölüyor. Evde bir avuç buğday, bir maşrapa süt bekleyen çocuklar, hem aç, hem de babasız kalır. Ama güzel şeylerde olurmuş köylerin ismi modernleşirken. Kahramanlık dolu isimlerle karnımız doymasa da ruhumuz doymuş. Ninelerimiz yıllarca giydikleri kara çarşaftan çıkmışlar.
Tekrardan dönelim Celal Hordan’a.

O kadar ateşli bir konuşma yapmış ki her şey değişmişti köyde. Yaşlı yaşlı kadınlar, evlerden toplanıp kahvenin önüne getirilmiş, hepsi korkuyla birbirine sokulmuş, ne olacağını bilmeksizin kahvenin önünde galeyana gelmiş kalabalığın arasında durup kalabalıktan birisi CELAL HORDAN’ın emri ile yaşlı, çarşaflı kadınlara yaklaşıp birisinin başından çarşafı alır ve yere atar. Bunun üzerine kalabalık kadınların başındaki çarşafları söküp atarlar. Ve çarşafları atılan kadınlar çıplak kalmış gibi hisseder kendilerini. Ve nenem ilk defa ağlar, gözlerinden yaşlar dökülür ve  “Gözyaşlarımı silecek çaput parçası bulamadım üstümde, sanki çırılçıplaktım kahvelerin önünde” der.

Büyük bir iş başarılmış, çarşaflar atılmış, köyün ismi değiştirilmiş, Rumca konuşmak cezaya bağlanmış. Şimdi sıra büyük bağışa gelmiş. Silah almak için yardım toplanacakmış. Herkes gönlünden ne koptuysa vermiş. Kimi iki şilin, kimi bir şilin, kimi bir tavuk, kimi iki kile buğday verir silah almak için. Silah için canlar bile verilirmiş. Tavuklar, buğdaylar satılmış ve Celal Hordan’a nakit para makbuz karşılığı teslim edilmiş. Zaten makbuz olsa ne yazar, olmasa ne... Para silah için… Silah için toplanan paranın makbuzu mu olur… Adam, ta Türkiyeler’den kalkıp gelmiş, işini gücünü bırakmış, vatan için, milliyetçilik için dolaşıp dururmuş, onun yaptığı bu gönüllü işten makbuz mu istenirmiş... Onu zaten herkes bilirmiş adada. Onu Denktaş getirtmiş. Onu Anavatan göndermiş. Öyle büyük bir adammış ki yedisinden yetmişine herkes tanırmış. Yüzlerce İngiliz lirası toplanmış ve Celal Hordan’ın eline teslim edilmiş.

Çarşaflar atılır, köyün ismi değişir, Rumca konuşma yasaklanır ve Celal Hordan yüzlerce İngiliz lirası ile yolcu edilir.
Celal Hordan köy köy gezip, çarşaf attırır, yüzlerce yaşlı kadını ağlatır ve tüyü bitmemiş yetimlerin ekmek parasını, süt parasını “Silah alacam” diye kandırıp toplar. Sonra bir gün ortadan kaybolur.

Celal Hordan ortadan kaybolurken yanında, kurmuş olduğu gençlik teşkilatından sarışın, uzun boylu güzel bir kadınla sarmaş dolaş görülür ve yine Abohorlu Kahveci Salih’in kahvede bir çanta makbuz koçanı bulunur Celal Hordan adına ve köylüler anlar ki Denktaş’ın getirdiği söylenen adam, Türkiye’nin gönderdiği söylenen adam, köylülerimizi dolandırmıştır.

Şimdi bu okuduğunuz hikâye, Celal Hordan’ın hikâyesidir. Bu benim nenemin ağlamasının, benim köyümün adının Abohor’dan Cihangir’e dönmesinin hikâyesidir. Silah alınması için bağışladıkları buğday ve tavuklarının hikâyesidir. Köylülerimin eşeğe İŞŞOOOO!!! yerine ne diyeceklerini bilememelerinin hikâyesidir.
İşte bu benim köylülerimin saflığının, yıllarca güvendikleri devletin getirdiği kişiler tarafından dolandırılmalarının hikâyesidir ve acı bir hikâyedir. Ve Kıbrıs’ın hikayesidir…

NOT : TMT’ciler köye haber salıp köyde ki TMT’cilerden  Celal Hordan’ın ne konuştuğunun raporunu istemişler.
 

(DR. DERVİŞ ÖZER – Ağustos 2014)