15 Eylül’de başlayan BM 78. Genel Kurul görüşmelerine 150'den fazla devlet ve hükümet başkanı ile yüzlerce bakan, binlerce diplomat, katılım göstermiş… Geleneksel olarak katılımcı tüm devlet ve hükümet başkanları sırayla genel kurula hitap eder; konuşmaları ise yoğunlukla kendi iç politikaları üzerinde olur ve uluslararası arenadan ülkelerinin siyasi tribünlerine seslenirler, gösteriş yaparlar…
TC Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan, konular itibarıyla geniş kapsamlı bir konuşma yaptı; içerik olarak ise genel geçer söylemlerinin tekrarı idi… Dolayısıyla, Kıbrıs sorunu konusuna da değindi ve KKTC’nin tanınmasını üye ülkelerden istedi. Geçen yıl yaptığı gibi… Ama o günden bugüne ne üye devletlere ne de BM’ye KKTC’nin tanınması için fiili bir müracaat yapmadı. Şimdilerde BM Ölçütleri olarak anılan “Federal çözüm” modeli TC’nin BM’ye önerisi idi ve 1977’de taraflara kabul ettirmişti… Taraflar derken 1958’den beri ve hayatı boyunca taksim politikası güden Denktaş da vardı, 1974 öncesi Enosis, 1974 sonrası üniter devlet diyen Rum tarafı da vardı; Kıbrıs Rum siyaseti buna halen “Acı taviz” diyor… O zaman bunu yapan Türkiye, bu zaman niye KKTC’nin tanınmasına dayanan iki devletli çözüm için uluslararası toplum ve siyaset nezdinde ciddi girişimler yapmıyor? Hep söyledik, hep yazdık, Türkiye’nin bu yeni dediği ama Denktaş’tan miras önerisi aslında Türkiye’nin kendine dair başka vizyonunu gerçekleştirmek sürecine zaman kazanmak için ortaya atılmıştır. Bu vizyona bir başlangıç vuruşu yapabilmek için Kıbrıs sorununu BM Ölçütleri olarak anılan ama aslında Türkiye önerisi olan federal çözüm için de başlangıç vuruşu yapmak zorunluğu vardır.
New York’ta neler oluyor?! Kıbrıs sorunu ile ilgili taraflar “Nerede kalmıştık?” diyor, uluslararası toplum da “İlerleyelim” diyor… Uluslararası siyaset ise, çatışmalı ve kargaşalı bölgesinde önemli bir güç olan Türkiye ile, tüm sorunlarına rağmen, iyi ilişkiler içinde olmaya çalışıyor. Örneğin, AB gelecek 10 yılın genişleme sürecine aldığı on ülke arasında Türkiye’yi halen saymaktadır. CB Erdoğan da işi sağlama bağlamak için AB’nin Türkiye’yi elli yıldır oyaladığını söyleyerek, bu oyunun artık mutlu sonla bitmesini istemektedir.
Aslında AB üyeliği CB Erdoğan’ın ikincil vizyonudur, birincil vizyonu ise Türkiye’nin doğusunda üretilen hidrokarbon türevlerinin depolandığı ve Türkiye’nin batısındaki tüketici ülkelere dağıtıldığı bir enerji merkezi olmaktır. Bu vizyonuna ulaşması için bir stratejik eylem planı hazırlamış ve uygulamaya koymuştur. Planın uygulama sürecinde de ana stratejik plandan sapmadan, gelişen durumlara karşın taktik değişiklikler yapılmaktadır. Planda önemli unsur ise AB üyelik sürecinin acilen canlanması ve hep canlı kalmasıdır. Kıbrıs konusu da işte bu süreç içinde ihtiyaç duyacağı manevralar ve taktik değişiklikler için kullanabileceği çok değerli ve etkili bir enstrümandır. Dolayısıyla, Kıbrıs sorunu BM Ölçütlerinde çözüm sürecine girmeli ki AB üyelik sürecine başlangıç vuruşu yapılabilsin ve böylece Türkiye’nin enerji merkezi olma vizyonu da tetiklenebilsin.
CB Erdoğan BM’deki konuşmasında KKTC’nin tanınmasını isterken iki amaç güdüyor. Birincisi kendi iç siyasetinin tribünlerine genel geçer hitabını yapmak ve onları bu konuda sakin tutmak; ikincisi de başlatılacak olan Kıbrıs sorunu çözüm sürecinde çıtayı yüksek tutmak. Bu nedenle de üye ülkelere “KKTC’yi tanıyın” dedi. Benzer şekilde, Kıbrıslı Rum lider de çıtayı yüksek tutup, Crans-Montana’da kalınan yerden devam edilsin, Guterres çerçevesini kabul etmeden sadece tartışılsın, sürecin ucu açık olsun, görüşmeler takvimsiz olsun, görüşme masasında AB de olsun diyor. Belli ki kamuya açık söylemler büyüklere masallar babında devam ediyor, kapalı kapılar arkasında da BM çatısı ve BM Ölçütleri ile yeni bir görüşme sürecinin başlangıcı ciddi ciddi vardır ve taraflar güreşe tutuşan yağlı güreşçiler gibi birbirlerine el-ense çekip izleyicileri heyecanlandırıyor.
Bu arada, New York’ta CB Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’in görüştüğü ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde yeniden kurgulanan olumlu iklimi ve ilişkileri korumak kararlılıklarını teyit ettiği de unutulmamalı… Görüşmede Yunan tarafı Kıbrıs sorununda çıkmazın kırılması ve sürecin ilerlemesine CB Erdoğan’ın da katılımcı ve katkı koyucu olmasını istedi. Biliyorlar ki Türkiye “Hade” derse, Hristodulidis almak zorunda kalacağı kararlar nedeniyle iç siyasette kendisini destekleyenlerin ağır baskılarına maruz kalacak ama Kıbrıslı Rumlar çözüm planını gene reddederse, Kıbrıslı Türklerin kendi kaderlerini tayin etme ve geleceklerine dair karar verme haklarının kullanmalarını uluslararası siyaset de engelleyemeyecek. Erdoğan-Mitçotakis görüşmesini olumlu bulan Yunanistan muhalefet partileri, ilginç ve tuhaf bir de eleştiride buluncu: Kıbrıs konusuna hiç değinilmemiş olması… Buradan da anlaşılacağı gibi, Yunanistan kamuoyuna genel geçer sözler söylendi ve, yukarda da yazdığımız gibi, Kıbrıs sorunu konusu kapalı kapılar arkasında ısıtılıp servise hazır ediliyor. Yoksa, Yunan heyeti Erdoğan ile görüşmede niye Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözüm sürecine katılımını v e katkısını istesindi ki?!
Evet, nerede kalmıştık?! Kıbrıs sorunu tarihi boyunca aşama aşama sorulan bu soruyu uluslararası toplum ve siyaset yeniden soruyor. BM Genel Sekreteri (GS) Guterres Kıbrıslı liderlerle ayrı ayrı görüşecek ve çözüm sürecinin ilerletilmesinin adımlarını belirlemek üzere konuşacak. Guterres’in Kıbrıslı liderlerle birlikte görüşmesi ve/veya Kıbrıs Özel temsilcisini ataması kararını alması sürpriz bir gelişme olmayacak. Görüşmelerin Crans-Montana’da kalınan yerden başlaması olası değil; taraflar Crans-Montana’ya kadar varılan uzlaşmaların ve uzlaşmazlıkların envanterini çıkarıp, uzlaşılan konuları ilkesel olarak onaylayıp, uzlaşılmamış konuların görüşülmesini kurgulayıp, programlayıp, Guterres’in beri ısrarla söylediği gibi masadan bir anlaşma ile kalkmak üzere masaya oturacak…
Bu aşamada da Türkiye “Evet, nereden kalmıştık?” diye soracak AB’ye… Ve ayrıca Doğu Akdeniz’in Münhasır Ekonomik Bölge Haritasını yeniden ve Türkiye’nin de katılımcılığı ile çizilmesi gündeme gelecek. Hiç de sürpriz sayılmasın eğer İsrail ve/veya Mısır bu konuyu “Nerede kalmıştık?” deyip Rumların önüne koyarsa… Yunan diplomatlar kabul ve itiraf ediyorlar ki Kıbrıs Rum tarafının çözümsüzlüğü sürdürecek herhangi bir davranışı karşısında uluslararası toplum ve siyaset kendilerini mahkûm edecek... Ve biliyorlar ki Erdoğan da bunu biliyor ve Türkiye özelinde bir “Kazan-kazan” oyunu olduğu için Kıbrıs sorunu çözüm sürecine katkı ve katılım yapacak…
Şimdi, Kuzey Kıbrıs’ın milliyetçileri, yani statükocuları; “Nerede kalmıştınız? Pile’de mi, Apostolos Andreas Manastırına mescit yapmak ve papazını tacizde mi?