Hiç düşünüyor muyuz yaşamımızı, o öylesine akıp giden, bize sadece bir kez sunulan bu çok değerli hediyeyi…
Yüzyıllık Kıbrıs sorunu, Annan planı, Sağlık sistemi, Eğitim sistemi derken, asıl olan hayatımızın ne kadarını yaşadığımızı.
Aldığımız maaş gibidir aslında yaşam. Kesintisiz maaş ve elimize geçen kesintili temiz maaş… Kesintisiz yaşadıklarımız ve kesintili bize ait gerçek yaşadıklarımız. Net ve Brüt yaşamımız...
Doğumdan ölüme kadar geçirdiğimiz yaşam süremizdir hayat.
Ve kesintili yaşam; bize, kendimize dair, kendimizle ve en sevdiklerimizle geçirdiğimiz, aslında gerçek yaşamımız değil midir?
Kimsenin normallerine uymadığımız, içimizdeki sesi dinlediğimiz ve kendi kanatlarımızla yükselip uzaklara ama çok uzaklara uçabildiğimiz süredir belki de…
Gelin sürekli yaşamdan vergi kaçıralım, yaşam vergileri, ve kesintili net yaşamımızda, kesintisiz brüt rakamımızı yakalamaya çalışalım.
Ne kadar çok yaklaşırsak, o kadar çok yaşayacağız kendi yaşamımızı.
Çoğumuz tüm yaşamını “büyük mutluluğu” ararken tüketir.
Hâlbuki büyük mutluluk, aslında yakalamak değil midir o minik, minicik mutlulukları…
Ve esaretimiz değil midir aslında sahip olduklarımız, kanatlarımızı açıp yükseklere, masmavi göğe değmemize engel olan.
Sapına kadar harcamak gerek kesintili net yaşamımızı. O çoğu zaman buzdolaplarında, bankalarda ya da sandıklarda unuttuğumuz…
Sakın ola ödünç vermeyelim, devretmeyelim ve asla ertelemeyelim o sadece bize ait olan net yaşamımızı…
Ve hiç düşünüyor muyuz hayatımızı; net ya da brüt ne kadar kaliteli yaşadığımızı. Bakın Dr. Erdal Atabek bir yazısında şöyle özetlemiş kendince kaliteli yaşamanın anlamını.
“Kalite”, tutarlı insan, bilinçli yaşam demektir. “Kaliteli yaşam” paranın elde ettikleriyle sağlanamaz. “Kaliteli yaşam”, duyguların açıklanmasının kalitesi demektir. “Kaliteli yaşam”, düşüncelerin kalitesi demektir. Düşünebilmek, düşüncelerini geliştirebilmek, düşüncelerini paylaşabilmek, düşüncelerini savunabilmek demektir. “Kaliteli yaşam”, kendi hayatını yönetebilmek demektir. Kendi iradesiyle, kendi seçimiyle, kendi yönlendirmesiyle yaşamı başarmak demektir.
Sıfır kilometre kanatlarımız, bomboş bir bordroyla, arkamızda bu denizleri, bulutları, ağaçları, müzikleri, aşkları, dostlukları, kavgaları, gözyaşlarını, o güzelim Akdeniz güneşini, kuşları, balıkları bırakarak gidivermeyelim.
Yeni doğmuş bir bebeğin kokusunu derin, derin içimize çekmeden,
başımızı sevdiğimizin göğsüne koyup, mutluluğun büyüsünde uyumadan, sakın ola terk etmeyelim bu tek seferlik misafirliği…
Bazen hayat kısa gelen bir battaniyedir belki de, hani yukarı çekersin ayak parmakların üşür, aşağı çekersin omuzların titrer.
Hâlbuki hayatı gerçekten yaşayanlar, dizlerini karınlarına çekerek rahat bir uyku uyumayı bilirler…
Başka cennet yok, cennet burada, içimizde, yanımızda, az ötemizde…
Hoparlörde, kâğıtta, golf sopasının ucunda, gezgin ruhumuzun bizi taşıdığı yerde, kahve fincanında, dostlarla paylaşımda…
Küt, küt ölünceye kadar atacak kalbimizin tam ortasında…