NEVE ŞALOM’DAN SURUÇ’A, DİYARBAKIR’DAN YENİ ZELANDA’YA…

Sinan Dirlik

Christchurch kentindeki ırkçı saldırıda 50 Müslüman’ın camide ibadetleri sırasında katledilmeleri Yeni Zelanda toplumunda ağır bir deprem etkisi yarattı. En üst kademeden toplumun en alt katlarına kadar Yeni Zelandalıların ırkçı saldırı karşısında sergiledikleri tutum, empati konusunda başta bizim coğrafyamız olmak üzere tüm dünyaya ders verir nitelikte.

Saldırganın derhal yakalanması ve tutuklanarak cezaevine konması bir yana, Yeni Zelanda hükümetinin bizim coğrafyamızda alışkın olduğumuz üzere “taziye mesajı” yayınlayıp, “saldırgan (lar) en ağır şekilde cezalandırılacaktır” ın ötesine geçmeyen savuşturma yöntemi yerine proaktif bir tutum alması, toplumun sergilediği olağanüstü empati ile birlikte üzerinde düşünmemiz, tartışmamız ve kesinlikle ders çıkarmamız gereken bir durum…

Çok da uzağa gitmeden hatırlayalım:

6 Eylül 1986’da İstanbul’da Neve Şalom Sinagog’una bombalı bir saldırı yapılmış, o sırada ibadet etmekte olan 22 kişi hayatını kaybetmişti…

15 Kasım 2003’te yine İstanbul’da, yine Neve Şalom Sinagog’una bomba yüklü araçla bir saldırı düzenlenmiş, saldırıda 18 kişi hayatını kaybetmişti… Aynı gün, sadece birkaç dakika sonra Şişli’deki Beth İsrael Sinagogu saldırıların hedefi olmuş, burada da 23 kişi hayatını kaybetmişti.

Bunlar sadece Türkiye’deki küçücük Yahudi toplumunun uğradığı alçakça saldırılardı… Bu katliamları yabancı kurum ve kuruluşlara saldırılar izledi.

20 Kasım 2003’te Beyoğlu’nda bulunan Birleşik Krallık Konsolosluğuna ve aynı saatlerde Zincirlikuyu’daki HSBC binasına yapılan bombalı saldırıda toplam 31 kişi hayatını kaybetti.

Türkiye’deki devlet yetkilileri bu saldırılar karşısında elbette taziye mesajları yayınladılar ve saldırganların bulunup cezalandırılacağını açıkladılar.

Kurumsal düzeyde “nefretle kınanan” bu saldırılara Türkiye toplumunun reaksiyonu ile Christchurch olayında Yeni Zelanda toplumunun reaksiyonunu karşılaştırmak, şiddete ve katliamlara karşı bizim coğrafyamızdaki yaklaşım farklılığını anlamak açısından büyük önem taşıyor.

Christchurch katliamı gerçekleştiği andan itibaren Yeni Zelanda hükümeti ve toplumu bir bütün olarak refleks verdi. Saldırganın katliamı canlı olarak yayınlamasına ve bu kaydın erişilebilir olmasına rağmen Yeni Zelanda hükümeti “yayın yasağı” koymadı. Bilakis tüm toplumun olaydan bütün detaylarıyla haberdar olmasına, katliamın vahşetini hissetmesine olanak verdi Yeni Zelanda hükümeti…

Her yaştan insan, bulundukları yerlerdeki camilere koşarak, her bir camiyi çiçek bahçesine çevirdi ve her bir caminin etrafından acıyı paylaşan insanlardan oluşan bir koruma ve şefkat kalkanı oluşturuldu.

Hristiyan bir ülkede kamuya açık alanlarda, yetmedi devletin resmi radyo ve televizyonundan dayanışma amaçlı ezan yayını yapıldı. Toplum, Müslümanlarla dayanışma amaçlı, sembolik olarak başörtüsü takmaya davet edildi. Yeni Zelanda Başbakanı görkemli cenaze töreninde yaptığı konuşmada, İslam Peygamberinden sözlere yer verdi.

Bütün bu insani hoşluklara sığınıp, asıl yapması gerekenden kaçmayı tercih etmedi Yeni Zelanda Hükümeti… Ve daha katliamda hayatını kaybedenlerin kanları kurumadan, 72 saat içerisinde ülkedeki bireysel silahlanma yasası parlamentoya sunuldu ve yasa 6 gün içerisinde geçirildi… Bu yasaya göre, bireysel olarak bulundurulan yarı otomatik silahlar tamamen yasaklanırken, tüm bireysel silah bulunduranlar, ellerindeki silahları devlete bildirmek ve askeri- yarı otomatik silahları devlete teslim etmekle yükümlü tutuldu.

Yeni Zelanda devleti de toplumu da bu insanlık dışı ırkçı saldırı karşısında bütünlüklü bir refleks sergilerken bizde, benzer saldırılara nasıl bir reaksiyon verildi?

Hatırlayalım:

Müslüman Türkiye toplumu, Sinagoglara, yabancı kuruluşlara yapılan saldırılar sonrasında ne saldırıya uğrayan Yahudi ibadethanelerine ne de yabancı kuruluşların önüne koşup buraları çiçeklerle donatıp, empati duygusunu gösterecek bir tepki oluşturmadı… Hayatını kaybeden onlarca kişi için birer toplu cenaze töreni düzenlenmedi.

Sadece bu saldırılarda değil… Ankara, Suruç, Diyarbakır saldırılarında hayatını kaybeden, bu coğrafyanın “öz çocukları” için de toplum benzer bir empatiyi, duygusal tepkiyi göstermedi… Toplum, hayatını kaybeden evlatlarının yasını güçlü biçimde tutamadı. Devlet çoğu olayda 1 günlük olsun ulusal yas ilan etme gereği duymadı…

Failler ya yakalanamadı ya da açılan davalarda kamu vicdanını rahatlatacak cezalandırmalar yapılmadı. Hatta bombalı saldırı hazırlığında bulunduğu iddiasıyla göz altına alınan El Kaide, IŞİD gibi örgütlerle bağlantılı isimler denetimli serbestlikten yararlanarak bırakıldılar. Çığ gibi büyüyen bireysel silahlanma karşısında sınırlandırıcı, denetleyici düzenlemeler yapılmadı.

Hatırlayabileceğimiz en güçlü toplumsal tepki, Hrant Dink’in katledilmesi sırasında ortaya çıktı. Dink’in cenazesine katılan onbinlerce insan “Hepimiz Hrant’ız! Hepimiz Ermeni’yiz!” sloganı atabilecek empatiyi gösterebildiler. Fakat hemen ardından Tarihimizin belki de en temiz, en güçlü, en insani çığlığı, “Hepimiz Ermeni’yiz” haykırışı toplumun ağzına tıkıldı. Hrant’ın katilinin sonradan ortaya çıkan o küstah sırıtışlı görüntüleri, yıllardır süren sözde yargılamalar sonunda bir türlü adaletin yerini bulamayışı da hafızalarımızda hala…

Neden?... Neden Yeni Zelanda’da gördüğümüz empati örneğine bizim coğrafyamızda rastlayamıyoruz? Neden gördüğümüz “iyi örneğe” gösterdiğimiz takdiri, bir davranışa dönüştüremiyoruz?

Neden empatiyi sadece kendimiz, sadece biz “Müslüman Türkler” için bekliyoruz da aynı empatiyi biz kuramıyor, acıyı paylaşamıyor, yaraları şefkatle saramıyoruz?

Neden yetkililerimiz, Yeni Zelanda hükümetinin tutumuna benzer bir davranışla her türlü hiyerarşiyi bir yana bırakıp, acılı insanları kucaklayamıyor?

Neden birleştirici, uzlaştırıcı cümleler yerine bizim yetkililerimiz “hadi gelin de dedeleriniz gibi sizi de tabutlara tıkıp yollayalım” türünde düşmanlığı körükleyici cümleler sarf ediyorlar?

Neden bizim siyasilerimiz miting meydanlarında katliam görüntülerini izlettirerek öfkenin kışkırtılmasına, “durumdan vazife çıkartabilecek” birilerine ülkedeki Hristiyan ibadethanelerini, yabancıları hedef gösteriyorlar?

Christchurch katliamını dünyada artan ırkçılık, milliyetçilik, zenofobi, hatta İslamofobi üzerinden değerlendirip günlerce, haftalarca tartışabiliriz, tartışmalıyız da… Ama bu arada neden toplum olarak kendimize benzemeyenlere, bizim gibi yaşamayan, düşünmeyen, inanmayan, konuşmayan insanlara karşı bu kadar soğuk, bu kadar mesafeli ve empati yoksunu olduğumuzu da düşünmenin, sorgulamanın zamanı gelmedi mi?