Tufan Erhürman
Bir Zirve daha sonuçlandı ve BM Genel Sekreteri Ban tarafından yapılan kapanış konuşması farklı kesimlerce farklı değerlendirmelere tabi tutuldu. Bu yazıda amacım, önce konuşmada yapılan saptamaları belirlemek, sonra bu saptamaların ne anlama geldiğini tartışmak, son olarak da farklı kesimlerin değerlendirmelerini ele alarak, Kıbrıs Türk solu açısından doğru değerlendirmenin hangisi olduğu konusundaki düşüncelerimi paylaşmaktır.
1. Kapanış Konuşması’nda Neler var?
Bana göre kapanış konuşmasında önemli olan noktaları şöyle sıralamak mümkün:
1. “Considerable advances were made in the areas of economy, EU matters and internal aspects of security. Much less progress was made in the important areas of governance, property, territory and citizenship”.
Bu iki cümleden de anlaşılabileceği gibi, Sayın Genel Sekreter’e göre, önemli ilerlemeler, ekonomi, AB ve iç güvenlik konularında sağlanmış. İç güvenlikten kasıt, kuşkusuz federal devletin ve kurucu devletin polis teşkilatları. Çok uzatmadan kısaca söylersek, mülkiyet, garantiler, toprak ve yönetim ve güç paylaşımı başlıklarına kıyasla bu konuları tali önemde kabul etmek mümkün. Bu noktadan hareketle, New York Zirvesi öncesindeki yoğunlaştırılmış müzakerelerde ve New York’ta, asli konularda ciddiye alınabilecek bir ilerlemenin sağlanamadığı rahatlıkla söylenebilir. Nitekim Genel Sekreter de, “önemli konular” (important areas) olduklarını özel olarak vurguladığı, yönetim, mülkiyet, toprak ve yurttaşlık konularında “çok daha az” ilerleme olduğunu vurgulayarak, asli uyuşmazlıklarda önemli sayılabilecek bir ilerlemenin gözlemlenememiş olduğunu saptıyor.
2. “Mr. Christofias and Mr. Eroglu, have agreed that further efforts are essential over the next two months to move to the end game of the negotiations”.
Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi, her iki lider de, “son oyun”un oynanabilmesi için önümüzdeki iki aylık sürede çok daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğini kabul etmiş durumda.
Yani, şu anda “son oyun”a yakın sayılmamız pek mümkün değil. Ama Genel Sekreter, “son oyun”dan uzak olduğumuzu söyleyerek umutsuzluk pompalamak istemediğinden, önümüzdeki iki ay içerisinde çok daha fazla çaba gösterilmesi durumunda “son oyun”un gündeme gelebileceğini dile getirmek suretiyle umudu diri tutmaya çalışıyor.
3. “I have invited the two leaders to meet with me again in a similar format in January next year. By then, I expect the internal aspects of the Cyprus problem to have been resolved so that we can move to the multilateral conference shortly thereafter”.
Kanımca, New York Zirvesi’nin tek somut sonucu birinci cümlede yer alıyor. Ocak 2012’de, iki lider, New York’ta, bir kez daha bir araya gelecekler.
Sayın Genel Sekreter’in umudu, Ocak 2012 itibarıyla Kıbrıs sorununun iç meselelerinin çözülmüş olması. Genel Sekreter, bu umudun gerçekleşmesi durumunda, kısa bir süre sonra çok taraflı konferansa geçmeyi arzuladığını vurguluyor.
2. Konuşmadaki Hangi Vurgular Hangi Tarafı Sevindiriyor?
İki tarafın bugüne kadarki taleplerini bildiğimizden, bu konuşmadaki vurgulardan hangilerinin hangi tarafı tatmin etmek amacını taşıdığını saptamak zor değil.
1. İlerleme-İlerlememe: Bilindiği gibi Türk tarafı müzakerelerin başından beri ilerlemelerin Sayın Genel Sekreterce kaydedilmesini isterken, Sayın Hristofyas, güneydeki eleştirilerden çekindiğinden, çok fazla ilerleme olduğu görüntüsünün yaratılmasını istemiyor. Genel Sekreter, bu noktadan hareketle, bir kez daha ara formüle başvuruyor ve ilerlemeleri öne alarak, belli başlı konularda ciddi ilerleme sağlandığını kaydedip Türk tarafını tatmin ettikten sonra, asli konularda “çok daha az” ilerleme olduğunu vurgulayarak Rum tarafını tatmin etmeye çalışıyor.
2. Yeni Bir Başlık Olarak “Yurttaşlık”: Bilindiği gibi, müzakerelerin başından beri Kıbrıs Rum tarafı, her fırsatta, “yurttaşlık”ın yedinci başlık olarak diğer altı başlığın yanına eklenmesi için uğraş veriyor. Türk tarafı ise, “yurttaşlık”ın diğerleri gibi ayrı bir başlık sayılacak kadar önemli olmadığını vurgulamak için bu konuyu yönetim ve güç paylaşımı içinde tutmaya çalışıyor.
Belli ki, yurttaşlık konusunda herhangi bir ilerleme sağlanamamış olması ve son dönemde Türk tarafında yurttaşlığın ciddi bir tartışma konusu oluşturmaya başlaması, Sayın Hristofyas’ın bu yöndeki taleplerinin BM nezdinde kabul görmesine yol açmış. Bu noktadan hareketle, “yurttaşlık”, ilk kez bu metinde, yedinci bir başlık gibi ele alınmış ki bunun Rum tarafını tatmin eden bir gelişme olduğunun altını çizmek gerekiyor.
3. “Son Oyun” Vurgusu ve Uluslararası Konferansın Ön Şartı: Bilindiği gibi, başlangıçtan beri Kıbrıs Türk tarafı, bir takvimin belirlenmesi ve belli bir noktada iki tarafın anlaşamadığı tüm konuların uluslararası konferansa taşınması konusunda ısrar ediyor. Kıbrıs Rum tarafı ise, bir yandan “baskıcı takvimler”i reddederken, diğer yandan da “Kıbrıslı çözüm”e vurgu yapmak suretiyle uluslararası konferanstan kaçmaya çalışıyor. Genel Sekreter, kapanış konuşmasında bu iki talebi diplomatik üslupla birleştirmek suretiyle her iki tarafı da tatmin etmeye çalışıyor.
Sayın Eroğlu’nun New York sonrasında yaptığı açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi, “son oyun” vurgusu, Kıbrıs Türk tarafının takvim talebini tatmin etmeye yönelmiş. Ancak bu “son oyun”un gündeme gelmesinin önümüzdeki iki ay içerisinde gösterilecek çabaya bağlanmış olması, aslında gerçek bir takvimden söz etmenin mümkün olmadığını gösteriyor. Yani, eğer iki taraf önümüzdeki iki ay içinde çok ciddi bir ilerleme sağlayamazsa “son oyun”un oynanması mümkün görünmüyor.
Bu arada Kıbrıs Türk tarafının ısrarla talep ettiği uluslararası konferansın konuşma metninde yer almış olması Türk tarafını tatmin etmeye yönelirken, bu konferansın Kıbrıs sorununun iç meseleleri halledildikten sonra toplanabileceğinin vurgulanmış olması da Kıbrıs Rum tarafını tatmin etmeyi amaçlıyor. Sonuç itibarıyla Sayın Hristofyas, yalnızca “dış meseleler”i çok taraflı konferansa bırakarak “Kıbrıslı çözüm” talebi açısından önemli bir cephe kazanmış oluyor. Türk tarafı ise, “son oyun”dan ve “çok taraflı konferans”tan söz ettirmeyi başarmış olsa da, bunların, sırasıyla, önümüzdeki süreçte ciddi bir ilerleme sağlanması ve Kıbrıs sorununun iç meselelerinin çözülmesi şartlarına bağlanması aslında takvimden ve uluslararası konferanstan beklenen yararları ortadan kaldırıyor.
3. Farklı Değerlendirmeler
Tarafların kapanış konuşmasındaki ifadeleri kendi lehlerine yorumlamak suretiyle kendilerini başarılı gösterme çabaları bu tip zirvelerde bilinmeyen bir şey değil. Ama Kıbrıs’ta çoğu zaman iş bunun ötesine geçiyor ve ülke içindeki farklı siyasi gruplar da, kendi lehlerine yorumlar yapmak suretiyle, taraftarlarına moral vermeye çalışıyorlar. Kıbrıs’taki farklı siyasi grupların değerlendirmelerini şöyle özetlemek mümkün:
a) Kıbrıs Rum Solu ve Kıbrıs Rum Sağı
Kıbrıs Rum solunun en büyük partisi AKEL, Sayın Hristofyas’ın başarılı olduğunu, Kıbrıs Rum sağı ise başarısız olduğunu iddia etse de, her iki taraf da, nihayette, New York Zirvesi’nin öncesinde ve New York’ta kayda değer bir ilerleme sağlanamamış olduğu konusunda hemfikir.
b) Kıbrıs Türk Sağı
Kıbrıs Türk sağı, özellikle kapanış konuşmasında yer alan “son oyun” vurgusundan fazlasıyla memnun. Taraftarlarında istediklerini elde ettikleri izlenimi yaratma çabasıyla, bu “son oyun”un kapanış konuşmasında yer alan ön şartlarından söz etmemeye gayret gösteriyorlar.
Bu arada, takvim ve uluslararası konferans meseleleri Sayın Talat döneminde de Türk tarafının arzuları arasında yer almasına karşın, Sayın Eroğlu (ve Kıbrıs Türk sağı) ile Sayın Talat’ın (ve Kıbrıs Türk solunun) takvim ve uluslararası konferansı isteme sebeplerinin farklı olduğu açık. Sayın Talat (ve Kıbrıs Türk solu) bu iki kavramı müzakerelerden bir sonuç almak ve Kıbrıs sorununu çözmek için isterken, Sayın Eroğlu (ve Kıbrıs Türk sağı), bunları, müzakerelere bir noktada “yeter” demek ve iki tarafın kendi yoluna gitmesine zemin hazırlamak amacıyla talep ediyorlar. “Son oyun” kavramının bu kesimde bu kadar büyük bir sevinç yaratmasının esas nedeninin bu olduğu yapılan açıklamalardan kolaylıkla anlaşılabiliyor.
c) Kıbrıs Türk Solu
Bu kesim içerisinde iki farklı değerlendirme biçimi olduğunu söylemek mümkün. Bir grup, yukarıda yapılan saptamalardan hareketle, aslında ortada umutlanacak bir şey olmadığına vurgu yaparken, ikinci grup müzakereler konusunda umutsuzluk aşılamanın solun işi olamayacağını, böyle bir yaklaşımın Kıbrıs Türk solunun tarihsel misyonuna ters düştüğünü ileri sürüyor.
Sonuç Yerine: Kıbrıs Türk Solu New York Zirvesi’ni Nasıl Değerlendirmeli?
Kanımca, Kıbrıs Türk solu içerisindeki iki grubun yukarıda sözü edilen her iki yaklaşımının da haklı ve haksız tarafları var. Her şeyden önce, umut pompalayacağım diye gerçeklerin üzerini örtmek kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Ama, gerçeklerin altını çizeceğim diye bu müzakerelerden bir şey çıkmaz düşüncesini yaymanın çözüm istemeyenlerin ekmeğine yağ süreceğini de unutmamak gerekir.
Benzer bir biçimde, gerçeklerin altını çizeceğim diye umutsuzluk aşılamak da kabul edilemez. Dahası böyle bir yaklaşımın Kıbrıs Türk solunun tarihsel misyonuna ters düştüğü son derece açık. Ancak umudu sıcak tutacağım diye gerçekleri perdelemeye kalkmak görüşmelerdeki başarısızlığa müdahale etme imkânlarını ortadan kaldırabilir.
Kanımca doğru değerlendirme ancak her iki grubun yaklaşımlarındaki olumlu tarafları öne çıkararak yapılabilir. Yani bir yandan gerçekler en açık şekilde halkla paylaşılmalı, diğer yandan umudu sıcak tutmanın ancak halkın bu sürece aktif biçimde müdahale etmesinin sağlanmasıyla mümkün olabileceği ortaya konulmalıdır. Halkın sürece müdahale etmesini sağlamanın tek yolu, hangi konularda anlaşılıp, hangi konularda anlaşılamamış olduğunu hiçbir şeyi saklamadan halkla paylaşmaktır. Kaldı ki, Sayın Eroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde her şeyi halkla paylaşacağına söz vermiş ve Sayın Ban da, daha önceki zirvelerde, bunun yapılması gerektiğinin altını çizmişti. Bence şu anda Kıbrıs Türk solunun birincil görevi, anlaşılan ve anlaşılamayan tüm noktaları halkla paylaşması için Sayın Cumhurbaşkanı üzerinde baskı kurmak ve Ocak 2012 Zirvesi’ne giden yolda bu konuyu halkın gündemine taşımaktır. Anlaşılamayan konulardaki çözüm önerilerinin geliştirilmesi sürecine Kıbrıs Türk halkının katılması demokrasinin gereğidir. 2012’de bizi çözüme ulaştıracak bir “son oyun”un oynanması ancak Kıbrıs Türk halkının bu iki aylık sürece aktif bir özne olarak katılmasıyla mümkündür.